Yine bir çocuk, ömrünün ilkyazında öldü. Hiç kimse ve hiçbir gerekçeyle, “İntihar etti!” diyemez. Buna, akıl sağlığı başta olmak üzere, bahaneler arayamaz, hedef saptıramaz, hele ki kılıf uyduramaz. Başta çocuklarımız ve gençlerimiz olmak üzere, her bireyin ölümünden, o ölüme yol açan sorunlara çözüm bulamayan sistem ve işletmekle yükümlü olanlar sorumludur. Bundan ne devlet, ne sistemi, ne de atanmış ya da seçilmişleri kendini kurtarabilir. Bu belirleme eksiktir: onu da “sen ben o - biz siz onlar” diyerek tamamlanmak zorundayız. Nazım Hikmet “Dilim varmıyor ama kabahatin çoğu da senin kardeşim!” derken, ne demek istiyordu acaba? Devlet devletse, toplum toplumsa, birey bireyse; her kurumun, makamın, yurttaşın kendini sorgulaması, yargılaması, evet gerektiğinde kendini mahkûm edip, yenilerinin yaşanmaması için temize çekilmeyi göze alması zorunluluktur. O çocuklar iki gün sızlanalım, dört satır saçmalayalım, yenileri gelene kadar vur patlasın çal oynasın yaşayalım diye ölmüyor, öldürülmüyor.

Enes Kara ilk değildi, son olacağını da kimse söyleyemez. Yakın geçmişimiz, tıka basa böylesi korkunç olaylarla ve kurbanlarıyla doludur. Gereğinin yapıldığını söyleyecek, yapılacağına dair umutla konuşacak biri var mı? Merak eden, Enes’in ölümünden sonraki beyanatlara, kartvizitlere, söylemlerindeki vicdan, ahlak, duruş kepazeliğine bakabilir. Bu vahim durum, bireysel ve toplumsal çürümüşlük itirafından başka bir şey değildir.

Anayasasında “çağdaş, laik, sosyal hukuk devleti” olduğunu iddia eden yapılanma ile içinde yer alanlar için, hele ki uğruna bin bedel ödenmiş Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılına sayılı günler kala, bu durum korkunçtur. Söylediklerimin tek hecesinin bile, gündelik siyaset bataklığından sayılmasını, bir cenahın sözcülüğü olarak görülmesini reddederim. Bu bataklığın, parçası ve tedarikçisi olmaktan başka hiçbir değer taşımayan ve de kendine “basın, medya, matbuat” diyebilen bir cehennemin üyeliğini kabul etmekse, insan olmanın erdemlerini çiğnemektir. O acımasız, kıyıcı, izandan ve insaftan nasipsiz, beyin ve yürek yoksunu beyanatları verenlerle aynı zaman diliminde yaşamak bile utandırmıyorsa, bizi ne utandırabilir? Cinlerinden kurtulması için 100 kez sopa vurularak öldürülen kadın mesela, cahilliğin, ilkelliğin, akıl dışı bağnazlığın 2022’de işlediği bir cinayetten dolayı bizi utandırabilir mi?

Yani bütün bu olup bitenler, “laikliği” ne olduğunu bilmeden savunmanın, zerre kadar fikri olmadan reddetmenin ötesine bizi taşıyabilir mi? Din ya da milliyet şalıyla örtülen, hukuk ve adalet denetiminden azade sayılan, bir toplumu çağdaş değerlerden parça parça koparmaya yemin etmiş kör yapılanmaları gösterebilir mi? FETÖ’nün hak ettiği tüm ceza, adı şu ya da bu olan bütün FETÖ’ler için uygulanmalıdır ve hepsi acilen bu ülkenin gündeminden çıkartılmalıdır, dedirtebilir mi? Bunu bir türlü söyleyemeyen kekemeliğin nedenlerini sorgulatabilir mi?

İnanç ve düşünce özgürlüğünü, özgürlükleri boğma aracına çeviren faşist kurnazlığa itiraz etmenin, demokratik bir sorumluluk olduğunu anımsatabilir mi? Bilimden sanata, her alanda arz-ı endam eden nazeninleri, biraz da ülkeleriyle ilgilenmeye yöneltebilir mi?

Bin sorunumuzdan oluk oluk irin akıyor. Nasıl bir yüzsüzlüktür ki, bu ülkenin televizyonlarında, gün boyu sergilenen bireysel, toplumsal ve yönetimsel sorunların yol açtığı rezaletler, Menemen bardağı gibi sıralanıp gece yarılarına kadar saçmalayan tipler sayesinde aklanmaya çalışılıyor. 250 yıllık bir taktiktir. Kuşkusuz büyük mesai, kusursuz ahlaksızlık, sağlam sinir ve ne yese sindirir mide ile iflah olmaz koşullanmışlık gerektiriyor.

Çözüm, bunların yüksek sesle dillendirilmesiyle başlayacak. “Tadilat”“Değiştirmek” mi? İşte alayımızı ilgilendiren sorun budur. “Laiklik” dedik, onunla bitirelim. TBMM’de “Ne demektir bu laiklik?” diyene, Gazi’nin verdiği yanıt şuydu: “Adam olmaktır efendi, adam olmak!” Bu yanıttan güç ve cesaret almadıkça, sözümüzü ve duruşumuzu temize çekmedikçe, utanç daha da ağırlaşacaktır. “Adam olmak” bir deyimdir, “İnsan olmak” yerine kullanılır. İnancın, kökenin, ırkın, milliyetin ne olursa olsun, “İnsan olmak”. Bu kadar basit!