"O sözler ki kalbimizin üstünde

Dolu bir tabanca gibi

Ölüp ölesiye taşırız

O sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan Uğrunda asılırız...

(Attilâ İlhân)

Edebiyatımızda ve düşün hayatımızda önemli bir imzadır, şairliği kadar da bilgedir de!

Şiirleri; tepeden tırnağa sevda, kavga ve devrimdir.

O; eylemci, muhalif, lirik bir kişiliktir.

O; Attilâ İlhan'dır!..

Yeğeni Kerem Alışık dayısını şöyle tarif eder;

"Kendine ait olmayan ama yalnız kendi olan herkese el vermiş, emek vermiş bir insan.

Daima farklı olmuş farklı yaşamış, farklı düşünmüş ve bu farklılıklarıyla da toplumun her kesimine, het katmanına mal olmuş bir insan.

Yaşamını felsefesi ve ideolojisiyle aynı paralelde yaşayan bir insan!.."

Ve sonra ekler Alışık;

Hayatı da hep şiir gibi yaşayan, doğrusu yazdıkları da üstüne pek yakışan bir şair;

Ve Şair...

En Şair...

Hayat Şairi..."

***

“Marş söylemeden ölmek bize yakışmaz” tümcesiyle simgeleşmiştir!

“Şairler ayakta ölür!” çok yakışmış özlü sözüdür "Edebiyatın Kaptanı"nın..

“An gelir/paldır küldür yıkılır bulutlar/

Gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet/

O eski heyecan ölür”ü yazmıştır.

“Her geçen seni bizden parça parça götürür/

Mustafa’m Mustafa Kemâl’im..” de onundur!..

Neticede;

"dili hepimizin dili, aşkı hepimizin aşkı, kavgası da hepimizin kavgası olmuştur..."

"Aydınlanmacı Cumhuriyet geleneğine sımsıkı bağlı Attilâ İlhan'ın

kavgasından söz edince "Duvar"ının dizelerini nasıl unutabiliriz?;

"onlar hep döküldü biz hep ayakta kaldık

bir mayıs sabahı toprak rezil gök rezil

yıldızlar küfür gibi yüzümüze tükürür gibi

şafak sancılarıyla iki büklümdü ufuk

ve simsiyah çamur gibi bir manga ortasında

siyaset meydanına geldi dev yumruklu çocuk

bulutlar eğilip alnının terini sildiler

ve mermiler birdenbire ölümü getirdiler..."

**

6 Mayıs 1972 Cumartesi…

Attilâ İlhan, Genel Yayın Müdürlüğü’nü yaptığı

Demokrat İzmir Gazetesi’nin Konak’taki binasına gitmek için Karşıyaka İskelesi’ne gelir.

Yaz-kış kolundaki şemsiyesi, başında simgeleşmiş şapkası ve bir elinde de kahverengi deri çantasıyla...

"Alaybey" isimli vapurda her sabah birlikte yolculuk yaptığı gazetenin muhabiri Okan Yüksel de vardır.

Gözleri kan çanağı gibidir.

Denizler’in idam haberini radyodan dinlediğini hıçkırıklara boğularak anlatır.

Ardından yazdığı şiiri “Mahur”u okur:

“Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız

O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız

Gitti dostlar, şölen bitti ne eski heyecan ne hız

Yalnız kederli yalnızlığımız da sıralı sırasız

O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız

Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı

Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı

Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı

Gittiler akşam olmadan ortalık karardı

O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız

Bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra

Sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara

Simsiyah bir teselli olur belki kalanlara

Geceler uzar hazırlık sonbahara

O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız…”

Şiirdeki “müjgan”, Farsça’da “kirpik” anlamındadır.

“Yalnız Şövalye” bu şiiri daha sonra bestelemesi için Ahmet Kaya’ya verir…

***

"Biri engin DENİZlerle arkadaş

Biri İNANcın cömert definesi

Biri sabrın korkusuz ASLANıydı

(...)

Ölüme taviz vermedi hiç biri!"

Onlar...

Üç fidan...

Deniz ile Aslan ve İnan!..

"Vatan onu parsel parsel satanların değil!..

Uğrunda darağacına gidenlerin vatanıdır diyerek,

gözlerini kırpmadan sehpaya; ölüme yürüdüler...

Bu gece sabaha karşı veda ettiler, "güneşe gömüldüler!.."

Son söz yerine;

"Elbet bir bildiği var bu çocukların

Kolay değil öyle genç ölmek..."

Onlar, "O Mahur Beste'' in Denizler"iydi!..