Erguvanlar da yavaş yavaş çiçeklenmeye başladı.
Ha patladı, ha patlayacaklar.
Bahar yakındır artık.
Ne güzeldir Erguvan çiceği.
Alı aldır, moru mor.
Alpembe bir mor.
Şairleri bile çıldırdır.

Ahmet Haşim'in mısralarıdır Erguvan.
"Gün bitti, Ağaçta neşe söndü.
Yaprak ateş oldu, kuş da yakut;
Yaprakla kuşun parıltısından
Havuzun suyu erguvana döndü."

Edip Cansever'in özlemidir.
"Nerdesin ey benim hergün yeniden doğan oğlum.
Sevginin çoğul oğlu.
Senin ülkende yalnız bütün özlemler,
Bilirim yalnız orda, içtenlik, erinç, coşku,
Bayrağındaki bir tek çiçekli dalla,
Orda uçsuz bucaksız,
Olanca görkemiyle bir erguvan imparatorluğu."

Yahya Kemal Beyatlı'nın isyanı.
"Beklemem fecrini leylâklar açan nîsânın,
Özlemem vaktini dağ dağ kızaran erguvanın.
Her sabah başka bahâr olsa da ben uslandım,
Uğramam bahçelerin semtine gülden yandım."

Erguvan ayrica bir utancın sembolüdür.
Hristiyan inancına göre, İsa'yı Roma'ya ihbar eden havarisi Yahuda kendisini bu ağaca asmıştır.
Derler ki; önceleri beyaz olan erguvan çiçekleri Yahuda'dan sonra utançtan mora dönmüştür.
Ondandır Erguvan ağacının İngilizcedeki adı Yahuda’nın Ağacı anlamına gelen Judas Tree'dir.
Yahuda'nın utancı, Roma imparatorluğu'nun gücü olmuştur.
Erguvan Roma'nın imparatorluk rengidir.

Erguvan denilince benim aklıma ise hocam Prof.Dr. Şadan Gökovalı gelir.
Onun anlattığı mitolojik bir öyküyü anımsarım.

MÖ 4'ncü yüzyıldır.
Efes'te Dünyanın en büyük ressamını seçmek için bir yarışma düzenlenir.
Finale iki çok önemli ressam kalır.
Biri Atinalı Zeuxis.
Diğeri Efesli Elanor oğlu Perrhasios.
Önce Zeuxis getirir çizdiği resmi..
Tuvaldeki üzüm salkımlarıdır.
O kadar gerçeğe yakındır ki, seçici kurul şaşkına döner.
Tam oy verilecek, resmin üstüne bir kaç kuş konar.
Kuşlar, gerçek sandıkları üzümleri gagaladıkça, Zeuxis'in eseri paramparça olur.
Ama herkes emindir.
Bundan daha güzel bir tablo olamaz.
Sıra Perrhasios'a gelir.
Perhasios bir perde getirir.
Seçici kurul ve Zeuxis perdeyi açmaya yeltenirler..
Ama açamazlar.
Çünkü Perrhasios'un tuvalindeki resimdir perde.
Sanki resim değil, gerçek perdedir.
Erguvan rengindedir.
O günden sonra Perrhasios başında "Ressamların Prensi" yazılı bir taçla dolaşır.
En sevdiği renk olan erguvan sadece ona tahsis edilir.
Bu antik çağda sanatçıya verilen değerin en önemli kanıtlarından biridir.

Şadan hocamın bu mitolojik öyküsü aklıma geldikçe bugün yaşadıklarımıza şaşırıyorum.
Yıl 2018.
Persshasios'tan bugüne 2000 yıldan fazlası geçmiş.
Bugün benim ülkemde sergiler basılıyor, resimler yırtılıyor, heykeller parçalanıyor.
Sanata, sanatçıya değer verilmiyor.

Ziya Osman Saba'nın mısraları geliyor akla.
''Düşünceli yürürken bir yol dönemecinde,
Çıkacak önümüze beyaz dallarla bahar.
Hatırlatacak bize şen çocukluğumuzu,
Erguvanlı bir bahçe, mor salkımlı bir duvar."

Mevsimlerden bahar geliyor da, kültür ve sanatta erguvanlı günleri ne zaman göreceğiz?
Ne zaman güleceğiz?
Gerçekten ne zaman?