Türkiye, salgının başladığı Mart 2020’den bu yana 14 aylık süre içerisinde okulların en uzun süre kapalı kaldığı ülkelerinden biri oldu. Kısa süreli okulların açık bulunduğu günleri saymazsak üç yarıyıl okullar kapalıydı ve bu süre içinde eğitim öğretim uzaktan eğitim yoluyla sürdürülmeye çalışıldı. 29 Nisan'da başlayan tam kapanma, 17 Mayıs 2021 Pazartesi günü sona ermesine rağmen vaka sayılarının yeteri kadar azalmaması nedeniyle 31 Mayıs’a kadar okullarda uzaktan eğitim sürdürüldü.

Herkesin gözü kulağı 31 Mayıs Pazartesi günü kabine toplantısı sonrasında yapılacak açıklamadaydı. Erdoğan’ın konuya hiç değinmemesi kafalarda soru işaretleri oluştursa da, MEB, saat 21.18'de yapmış olduğu basın açıklaması ile 1 Haziran itibariyle ilkokullar ve bünyelerindeki anasınıflarında, 7 Haziran Pazartesi günü itibariyle de ortaokul ve liselerde haftada 2 gün olmak üzere yüz yüze eğitime başlanacağı, 2020/2021 eğitim öğretim yılının 2 Temmuz'da sona ereceği kamuoyu ile paylaştı. Yine çok alışılagelmiş olmayan bir şekilde Milli Eğitim Bakanlığı'nın bir açıklaması olmamasına rağmen, karnelerin 18 Haziran'da alınabileceğini, 2 Temmuz'a kadar okullardaki telafi programına, isteğe bağlı olarak katılınabileceğini Anadolu Ajansı'ndan öğrendik.

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, salı günü (1 Haziran) kamuoyuna yaptığı açıklamayla “Ulusal Destekleme Programı (UDEP) adıyla bir telafi programı hazırladıklarını ve bu kapsamda “telafidebendevarım” sitesi oluşturduklarını duyurdu.

***

Neyi, nasıl, nerede, ne zaman, neden ve kimle telefi edeceğiz?

Dünya genelinde salgından dolayı yaşanan “öğrenme kayıpları” ve bunların öğrencileri nasıl geri kazandırılabileceğine dair bir tartışma devam ediyor. Aslında sorun sadece öğrenme kayıpları ile de sınırlı değil. Çocukların gelişim dönemleri ve her dönemde edinmeleri gereken temel beceri ve kazanımlarda da olması gerekenden geride bir durum olduğundan söz etmek mümkün. Bu nedenle öncelikle sorularımıza yanıt bulmak durumundayız.

Neyi telafi edeceğiz? Telafi edeceğimiz öğrencilerin sadece akademik eksiklikleri değil. Bütünlükçü bir yaklaşımla öğrencilerin bilişsel, duyuşsal, kişisel, sosyal, psikolojik, kısacası tüm yönlerden eksikliklerini gidermek durumundayız.

Nerede, ne zaman ve nasıl telafi edeceğiz? Bu sorulara vereceğimiz yanıtlar yapacağımız işin içeriğini de belirlemiş olacak. Bunu yapmak içinse kapsamlı bir çalışmaya ihtiyacımız olduğu açık.

Telafi eğitimi ancak öğrenme kayıplarını tespit etmek için gerekli ölçmeler yapıldıktan, bunları gidermeye dönük içerikler ve araçlar oluşturulduktan, gerekli kaynağın ve en önemlisi tüm öğrencilerin katılımının sağlayacak bir plan ile olur. Eşit yararlanılmıyorsa bu telafi eğitimi olamaz.

MEB yine yapmak yerine yapıyormuş algısı oluşturmayı seçmiş. 18 Haziran sonrası istekli öğrencilerle okullarda yüz yüze yapılacak etkinliklere “telafi eğitimi” demek mümkün değil. MEB mutlaka alanın özneleri ile birlikte bu süreci planlamalı.

Eğitimin telafisi bu alanın öznelerinden bağımsız olamaz, olmamalı. Öğrencilerin ve öğretmenlerin haberinin dahi olmadığı bir telafi programı ile karşı karşıyayız. Eğitim emekçileri olarak, 2020/2021 eğitim öğretim yılında son dakika açıklanan ve anlaşılması için diğer günlerde yeniden açıklama yapılan kararlardan artık yorulduk. Çocuklar şirin sözcüklerin yanında tutarlılığı da severler. Eğitimde yapılacaklar, “işler iyi gidiyor” algısını oluşturmak için değil, öğrencilerin üstün yararı için olmalı.

MEB bu konuda da sınıfta kalmış, kamuoyunda yükselen eleştiriler karşısında aceleci ve plansız bir yaklaşımla, görsel etkiye dayalı sanal bir telafi programı hazırlamıştır. Uzaktan öğretme sürecinde ortaya çıkan kayıplar her öğrencide farklı düzeyde yaşanmıştır. Yoksul ailelerimizin çocuklarında, mülteci çocuklarda, anadili farklı olan çocuklarımızda, özel eğitime ihtiyaç duyan çocuklarımızda öğrenme, sosyal ve duygusal kayıplar çok daha yüksektir. Her bölge, il ve ekonomik düzeye göre, tüm okullarda ayrı ayrı çalışma ekipleriyle bu kayıpların düzeyinin tespit edilmesi ve bilimsel veriler ışığında kapsamlı, uzun vadeli bir telafi programının hazırlanması gerekirdi.

Salgının başından itibaren belirttiğimiz, ısrarla üzerinde durduğumuz birkaç konuyu hatırlatmak gerek;

Okullar salgının yayılımını artıran yerler olarak ön plana çıkmasa da; hem eğitim emekçilerinin sağlığıyla ilgili endişelerini ortadan kaldırmak hem de öğrenciler ve okul personeli için daha güvenli ve sağlıklı bir eğitim öğretim ortamı için tüm eğitim emekçilerinin aşılanması tamamlanmalıdır.

Sağlıklı ve güvenli ortamlarda yüz yüze ve telafi eğitimi için MEB ek bütçe oluşturmalıdır.

Her öğrencinin öğrenme kayıpları ve eksikliklerini tespit etmeye kaynaklık edecek geçerli, güvenilir ve ölçme değerlendirme yaklaşımı benimsenmelidir.

Neden telafi edeceğiz? Eğitim, bu alanda yaşan tüm erozyona rağmen, halen öğrencilerin yaşamlarında değişiklik yapabilmesinin en önemli araçlarından biri. Salgın öncesinde de var olan eşitsizliklerin ve eğitim yoksunluklarının salgınla birlikte artması öğrencilerin eğitimden uzaklaşmasına ve okul terklerine neden olma olasılığına sahip. Bu nedenle, yapılacak telafi eğitiminin öncelikli hedefinin öğrencileri eğitim içerisinde tutmak ve okul terkini engellemek hedefli olmalı. Ayrıca, bu program öğrencilerin öğrenme kayıpları dahil tüm eksikliklerini gidermeyi hedef olarak önüne koymalı.

Kimle telafi edeceğiz? Kuşkusuz bu soruya verilecek yanıt öğretmenledir. MEB, bu konuda tartışmalı işbirliklerinden uzak durmalı ve öğretmenler başta olmak üzere bu alanın özneleri ile bir uzlaşı sağlamalıdır. Bu uzlaşı olmadan sağlıklı bir telafi programı yaşama geçirmek mümkün olmayacaktır.

Eğitimde eşitlik yoksa eğitim hak değil birileri için ayrıcalık haline gelir. Tüm öğrencilerimizin kamusal eğitim hakkı için mücadelemizi aralıksız sürdürmeye devam edeceğiz.