Hazırlayan/ Yaşar Aksoy

“Büyük Türk casusu Gavur Mümin, ünlü yazar Naci Sadullah, ünlü edebiyatçı Samim Kocagöz, ilk kurşunun atıldığı anda orada olan Gümrük memuru Fadıl Dokuzeylül, E.Tümgeneral Mazlum Boysan, yazar Mehmet Okurer, Kadri Kemal Sevengil, mücellit İzzet Altınkalem ve daha niceleri.. İlk kurşun olayının tanıklarıdır..

Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra “Dokuzeylül” soyadını alan ve Kemeraltı Sarraflar Sokağı köşesinde “Dokuzeylül Baharat Dükkanı”nı açan Fadıl Bey, Yunan işgali esnasında İzmir Gümrük Müdürlüğü’nde yetkili bir Türk görevli olarak çalışmıştı. Doğal olarak diğer gümrükçü Türk asıllı arkadaşları ile beraber Yunan idaresi altında çalıştıkları için Yunan Askeri İşgal yönetiminin emir, kontrol ve yönlendirmesi yönünde mecburen çalışmak zorunda idiler. Gümrük binası Pasaport’ta olduğu için 15 Mayıs’taki Yunan işgalinin başlaması, limana yanaşan gemilerin içeriği, inen binen tüm yabancı yolcuların kimliği, bu ortamda oluşan olaylar, nihayet 9 Eylül’e doğru uzanan günler içinde Yunanlıların ve Avrupalı kişilerin ülkeyi terk ederken gümrük binasından geçme zorunda olmalarından dolayı Fadıl Bey, inanılmaz bir gözlem (hatta istihbarat) şansına sahip olmuş ve bunları daha sonra hatırat biçiminde bizlere emanet etmiştir.

Bendeki hatırat ise sevgili dostum Şükrü Kocagöz tarafından bana emanet edilmiştir ve Samim Kocagöz’ün daktilosundan çıkan kopyanın bilgisayara çekilmişinin 57 sayfalık çıktısıdır.

Ben, Fadıl Dokuzeylül’ü 1985 yılında tanıdım. Yeni Asır gazetesinde tarihi diziler yapıyordum. Samim Kocagöz ile romanları konusunda bir söyleşi yapmam arzusu ile Kocagöz ailesi’ne başvurdum ve randevu istedim. Kocagözler’in evi Karşıyaka Girne caddesinin başında, bizim ev ise bu caddenin en sonunda tren yolunu geçtikten sonra idi. Yani iş dönüşü eve giderken hep Samim Bey’in evinin önünden geçer ve akşam üstüleri hep yanan oturma odası lambası altında “Kalpaklılar ve Doludizgin” romanlarıyla hayran olduğum bu büyük yazarı hayal ederdim. Randevu günü evin kapısını eşi Sevinç Hanım açtı, daha ilk anda kendisine evde annemin bana tembihlediği gibi “Tarih hocanız annem Zehra Hanımın öğrencisi Sevinç Hanıma, yani size selamı var” dedim. Durgun ve asil bir hanımefendi olan Sevinç Hanımın yüzünde sanki bin çiçek açtı, büyük bir sevgiyle beni ve foto muhabiri meslektaşım Ercan İşsever’i içeri buyur etti.

Samim Kocagöz ile saatler süren nefis bir süreç içinde İzmir’in işgali, şehit gazeteci Hasan Tahsin ve romanları konusunda çok verimli bir söyleşi yaptık ve bunları teyp ile tespit ettik. Samim Kocagöz, evin arka odasında yaşayan kayınpederi çok yaşlı Fadıl Dokuzeylül ile de konuşmamı önerdi. Arka odaya geçtik. İçinde bir yatak olan itinalı bir odada muazzam tarih kültürü olan yaşlı beyefendi ile özellikle Hasan Tahsin üzerinde konuştuk, Fadıl Bey’i bahçeye çıkarıp fotoğrafını çektim. Fadıl Bey ile söyleşimiz, “15 Mayıs sabahı Yunan’a karşı ilk direnişin Pasaport’ta Hasan Tahsin’in bombaları ile mi olduğu, yoksa Konak Meydanı’nda yine Hasan Tahsin’in ilk kurşunları ile mi olduğu” şeklinde çetrefilli bir konu üzerinde yoğunlaştı.

Bu konuda iki iddia vardı. Hem Fadıl Bey, hem de olup biteni kayınpederinden dinleyen Samim Kocagöz ilk iddia üzerinde ısrarcı idiler. Şükrü Kocagöz, bu konuda Fadıl Bey’in kitap haline getirilmesi planlanan ve yayınlanmamış hatıratının önsözünde şunları belirtir:

“Fadıl dedemin kendisi defalarca bizlere hep, gazeteci Hasan Tahsin’in Yunan ordusunun ilk karaya ayak bastığı yürüyüşe geçmek için düzen tutmakta olduğu yerde yani Pasaport’ta bir el bombası attığı şeklindeydi.. Ve zaten orası, başkaca hiçbir Müslümanın olmadığı ve olmayacağı bir yerdi. Asker ve sivil Rumlar tarafından Hasan Tahsin’in linç edildiğini anlatırdı. Münferit bir olay olduğu aşikar bu durumdan sonra Yunan kuvvetleri yürüyüşe geçmişler. Ve Konak’ta Sarı Kışla önüne geldiklerinde hatıratta da naklen anlatıldığı gibi, Yunan Bayraktarı kurşunlanarak öldürülmüş ve bu olayın ateşlemesiyle Türklere dönük katliam başlamıştı. Dedem bunu bu şekliyle anlattı hep.

Rahmetli Fadıl Dokuzeylül ile 1 Mayıs 1986 tarihinde Samim Kocagöz’ün Karşıyaka’daki evinde bir sözlü tarih çalışması yapmıştık. Aynı gün Samim Kocagöz ile yapılan sözlü tarih çalışması ise, 4 Mayıs 1986 tarihinde Yeni Asır gazetesinde yayınlandı. Bu yayında ne yazık ki Fadıl Dokuzeylül’ün anlattıklarına yer verememiştik.

Şimdi burada, hem Samim Kocagöz’ün evindeki buluşmamızdaki notlarımızdan, hem de ne yazık ki uzun yıllar sonra 2018 yılında yapabildiğim bant çözümlerinden hareketle Fadıl Dokuzeylül’ün anlatımıyla işgal günlerini ve Hasan Tahsin’in ilk direnişini aydınlatmaya aynen çalışalım:

“.. Yunan işgalinde, Pasaport’taki Yunan idaresi altındaki salon gümrüğünde bulunuyordum. Bu gümrükten yalnızca yolcular girip çıkıyordu. Esas ana gümrük binası şimdiki Balık Hali’nin yanındaki gümrük binasında idi. İşgal günü başlangıcında, Yunan savaş gemileri Pasaport açığına vasıl olunca emrimde bulunan iki Türk bekçiyi öldürülmesinler diye savdım, evlerine gönderdim. Sonra ana gümrük binasındaki arkadaşları uyarmak için derhal dışarı fırladım. Arkamdan Yunan askerleri karaya çıkmaya başlamışlardı. Ben ana gümrüğe yaklaşırken arka tarafımdan yani gelmekte olduğum Pasaport yönünden ve sahil tarafından korkunç bir patlama sesi duydum.

Bu bir bomba sesiydi.. Hemen benim ilerim ve gerim ana baba gününe döndü. Gümrüğe koşarak girdim. Gümrük Müdürü Agah Bey sükunetle, “Biz yerimizden kımıldamayacağız..” dedi. Ben, Kemeraltı yönüne yollanarak İkiçeşmelik’teki evime gitmek istedim ve yola çıktım. Kemeraltı girişindeki Askeri Kıraathaneye uğradım. Orada ne olup bittiğini anlamak için oyalanırken Yunan Ordusu Konak Meydanı’na girdi. Meçhul bir kişinin ateş ettiğini gözümle gördüm. Bu kurşun, Pasaport’taki bomba atılışından sonraki ikinci mukavemet hareketiydi.. Daha o gün ve sonraki günlerde “Gazeteci Hasan Tahsin, Pasaport’ta beş Yunanlıya öldürdü” sözlerini duyduk. Hasan Tahsin ismi, bir rüzgar gibi bizim halkın kalplerini yaladı geçti..

İşgalden üç gün sonra uluslararası tahkikat komisyonu, “İlk kurşunu kim attı? şeklinde tahkikata başladı. Hükümet Konağı’nın tam köşesindeki çınarın altında tahkikat komisyonunun önünde Metropolit Hrisostomos ile Vali Kambur İzzet’in çekişmesine şahit oldum. Hrisostomos, tahkikat üyelerine sağ yöndeki tütün-incir ambarlarını duvarlarını göstererek, “Bakın ambar binalarında bolca kurşun delikleri va.., Biz, bu yönden, yani Pasaport tarafından geldiğimize göre, kendi tarafımıza nasıl kurşun sıkarız? Ordumuza, Türkler kurşun attı ilk önce..” diye çılgın gibi bağırıyordu. Çaresiz Valimiz de, Sarı Kışla’daki kurşun deliklerini işaret ederek, “Bizim tarafta da kurşun delikleri var” diyor, boynu bükük savunma yapıyordu.

Bizim Pasaport gümrüğüne Yunan, Fransız, İngiliz, Amerikan, İtalyan gemileri gelip gidiyordu. Yunanlılar gümrükte bütün memurları kovdular, iyi Rumca bildiğim için ve benimle anlaşabileceklerini tahmin ettikleri için görevimde bıraktılar. “Biz ne dersek, bu Giritli peki der!..” dediler. Böylece güvenlerini tam kazandım. Ancak bir süre sonra milli teşkilata duhul ettim. Gümrükte olup bitenleri, kulağımla duyduklarımı İtalyan Postanesindeki bir arkadaşa haber olarak götürürdüm, ki o da teşkilattan idi. O arkadaş, dakikasında bu haberlerimi Ankara’ya telgraf ile ulaştırırdı.

Mehmet Ali isimli bir kolcum yanımda yer aldı daha sonra. Başkatip ve müdür vekili olmuştum. Mehmet Ali, akşamları gümrükte kalır, nöbeti sabah teslim ederdi. O da teşkilattan idi. Amaltia isimli bir Rum gazetesi vardı, bu gazetedeki haberler önemliydi. Kolcum sabah işten çıkınca, Rum mahallesinden Amaltia gazetesi alır, hemen daireye döner gizlice bana verirdi. Bu gazeteyi de İtalyan Postanesi’ndeki görevli arkadaşa iletirdim. O da iyi Rumca bilen bir Giritliydi. Gazetedeki Yunan ordusunu harekatlarıyla ilgili haberleri Ankara’ya bildirirdi.

Anadolu’daki savaş esnasında gümrükte bazen garip olaylar da olurdu. Bir gün yabancı bir gemiyle İzmir’e gelen Avrupa şapkalı şık giyinmiş bir Yahudinin bavulunu gümrük giriş kontrolünde açmak istedim. O esnada Yunan askerleri çevrede yoktu. Adam bavulunu açtırmadı, bana “Ne arıyorsun ki, Başefendi?..” diye hışımlandı. Ben üsteledim ve bavulu açtırdım. Elbiselere sarılmış beş tane kocaman tabanca vardı. Yahudi yavaş sesle, “Bu silahlar efelere gidecek Başefendi.. Ben Yörük Ali’nin kızanı Hayim Efe’nin akrabasıyım. Kanın İslam kanı ise, dırdır etme, sus gayri artık!..” dedi. Kanım donmuştu o an.. Yahudiye sarılmamak için kendimi zor tuttum. Onu gümrükten geçirdim. Uzaktan arkasından baktım. Müslüman mahalleri yönünde Kemeraltı ve Kadifekale’yi hizalayarak yürüdü gitti. Bu olay, belki yaşadığım yüzlerce ürpertici olayın bir tanesiydi..”

Ne yazık ki, artık çok yaşlanmış olan Fadıl Dokuzeylül’ü daha fazla yormamak için teybimi bu cümleden sonra kapatmıştım. Samim Kocagöz’ün kayınpederi olan bu vatanperver insan daha sonra vefat etti. Rahmetle anıyorum.

Tümgeneral Mazlum Boysan'in İfadesi

Hasan Tahsin’in Selanik ve Paris’ten yakın arkadaşı Atatürk’ün doktorlarından E.Tümgeneral Mazlum Boysan, 9 Eylül 1973 günü Yeni Asır’da yayınlanan söyleşisinde Yaşar Aksoy’a, ilk kurşunu Hasan Tahsin’in attığını kesin olarak birçok kişinin ifadesine dayanarak belirtti ve eski İzmir valisi Rahmi Bey ile en az kırk kişiden bu öyküyü duyduğunu açıkladı, daha sonra bu sözlerini siyah-beyaz TRT Televizyonunda tekrarladı. General Mazlum Boysan’a göre, ilk direniş Pasaport rıhtımında olmuştu. Olayı yakından gören Uncu Mahmut Değer, Mazlum Paşaya şunları belirtmişti: “Yanı başımda Hasan Tahsin Recep Bey’in bombalar ve silahla ateş ettiğini gördüm. Çünkü onu tanırdım. Gazetesini okurduk. Niye ona yardım etmedik? Oralarda duvar diplerinde bekleyen Müslüman Türklerle birlikte neden Yunanlıların kaçarak sığındığı Pasaport binasına hücum etmedik?... Hala yüreğim yanar!...”

Diğer güvenilir kaynaklar

İzmir’in tanınmış kişilerinden ve belediye üst görevlilerinden Mehmet Okurer, “Kuruluştan Kurtuluşa İzmir” kitabının 173-175. sayfasında başlayan hatıratında, ayrıntılı biçimde yakından izlediği ilk kurşun olayını anlamıştır.

Kadri Kemal Sevengil’in hatıratında, ilk direnişi Hasan Tahsin’in gerçekleştirdiğini akılcı ve inanılır biçimde anlatır.

Güvenilir yazarların sayfaları da önemlidir. Hasan Tahsin’in ilk direnişini anlatan, sırasıyla Nurdoğan Taçalan’ın “Ege’de Kurtuluş Savaşı Başlarken”, sevgili Zeynel Kozanoğlu’nun “Anıt Adam”, Prof. Bilge Umar’ın “İzmir’de Yunanlıların Son Günleri”, Hasan İzzettin Dinamo’nun “Kutsal İsyan”, Samim Kocagöz’ün “Kalpaklılar” romanı, Bekir Büyükarkın’ın “Bozkırda Sabah”, Richard Reinhardt’ın “İzmir’in Külleri” yapıtlar bu konuda gerçekçi biçimde ilk direniş olayını yansıtmışlardır.

İşgal günü Sarı Kışla’da nefer olan amcamız (annemin amcası) Kemeraltı Meserret Hanı’nda mücellit olan (ciltçi) İzzet Altınkalem’in tarih öğretmeni olan anneme, bana ve aile çevremize bıkmadan üşünmeden anlattığı İşgal İzmir’i anılarında geçen Hasan Tahsin öykülerini küçük yaşlarımda itibaren dinlemiştim ve olayların akışı beynime kazınmıştı..

YARIN: İzmir, direnişin şehridir!..