Adı Yakup'tu. Şehrin en iyi altyapısına sahip takımında oynardı. Her boş zamanında bizimle mahalle maçlarında rakip çıkardı. Ta o dönemde yeteneğiyle değil de başka bir özelliğiyle biz tıfıllardan ayrılırdı. Onun özel bir koçu, seyircisi, mentörü vardı; babası. Küçücük çocukların içinde saçı başı dağınık şekilde oğluna direktifler verirdi; çok koşma oğlum bak sakatlayacaklar seni, çalım yapma. Bize kızardı; sert girmeyin Yakup'a diye. Annesi yoktu Yakup'un onu biliyoruz bir de babasının çalıştığı işlerde pek dikiş tutturamadığını. Bir de babasının Esnafspor'da amatörde yıllarca oynadıktan sonra profesyonel olacakken dizinden sakatlanarak futbolu bıraktığını biliyoruz Yakup'un ağzından. Her hayalleri yıkılan futbolcu adayının ortak hikayesi değil midir? Belki doğru, belki abartma. Feneryolu yokuşuna girmeden Nihat Bakkal'ın olduğu apartmanda oturuyordu bir de. Bizim maç yaptığımız okul bahçesine en yakın kaynak suyu oradaydı çünkü oradan biliyorum. Maçlardan sonra yorulup yana yana kaynağa gittiğimizde Yakup'un evinin balkonunda hep görürdük ipte asılı Gençler tişörtünü. Tipi de Serkan Balcı'ya benzerdi. Okan Buruk, Thomas Haessler gibi güvercin göğsüne sahip anatomiye sahipti, sıska ama yetenekliydi. O donem bizim mahallede bulunan 10' larca sıska ama yetenekli çocuktan yalnızca biri. Yakup her dışarı çıktığında babası yanında olurdu. İdmana gittiğinde yine o. Bizimle oynamaya geldiğinde keza. Baba tüm ümidini ona bağlamıştı kontrolsüzce. Oğlunu büyük topçu yapıp ailesinin geleceğini kurtaracaktı. Ama ona hep kırılacak eşya muamelesi göstermişti. Sonra sonra onun futbolcu olamadığını duyduk. Maddi sıkıntılardan dolayı normal bir işte çalıştığını işittik. Yıllar sonra mahalleye döndüğümde ne o kaynak suyu kalmıştı belik bebeligin içebilecegi, ne de o futbolcu kaynağı. Sokaklardaki tek figür koca koca apartmanlardı. Artık çocuklar değil apartmanlar kendi aralarında mahalle maçı yapıyor gibiydi. Demem o ki çocuklarınızı eğer futbolcu yapmak istiyorsanız önce ondan sinyali alın. Seviyorsa, yeteneği varsa işin ehline bırakın ve kesinlikle onların işine karışmayın. Artık sokak kültürü kalmadığı için mahalle maçlarını izleyemiyoruz ama suni zeminlerde kurulan gecekondu altyapı okullarının faaliyetlerine çoğu kez şahit oluyoruz; aileler çocuklarını izlerken kendini kaptırıyor. Yeri geliyor hakem, yeri geliyor teknik direktör, yeri geldiğinde futbolcu oluyor. 9 yaşındaki çocukların oynadığı maçta hakem neden şike yapsın bunu düşünmeden, " Hocam fauller biraz yanlı değil mi" diye bağırıyor baba. Teknik direktöre, " Bizim oğlanı biraz erken çıkarmadın mı" serzenişleri. Çocuğuna, " Hemen pas verme, biraz çalım yap diyerek kendini gösterince parlarsın bencilliğini normalleştirme. Veliler emin olun yeşil sahalarda gördüğünüz yıldızların çoğunun ailesi çocuğunun futbol oynamasına bile karşıydı. Ya saklı saklı kulübe gidiyordu futbolcular ya da aileleri onları çok önemsemeden hırs yapıp kendini gösterme çabasıyla bir yerlere gelmişlerdi. Son dönemde altyapıdan yeterli futbolcu çıkaramamızın sebebi çok alt yaşlara gidiyor. Bırakın 8-9'u, 2-3 yaşına kadar inebilirsiniz bu sorunu teşhis etmek için. Çocuklarımıza el bebek, gül bebek muamelesi yaparsak, er meydanına çıktıklarında ilk kriz anında ben anneme gitmek istiyorum diye sızlanıyorlar. Kırılgan oluyorlar, zorlukla mücadele edemiyorlar. Çocuklarınızı bırakın, zorlukla mücadele etsinler. Etsinler ki çok da matah bişey olmayan futbolcu olamasalar bile en azından sağlam karakterli, kendi kararlarını verebilen bireyler olsunlar.