Aşağıdaki yazıyı tamamlamış, tam gazeteye gönderecektim ki, COVID-19’un meslek hastalığı olarak kabulü, TBMM Sağlık Komisyonu’ndan geçti. Yazıyı değiştirmeyi düşündüm, ama bu paragrafı ekleyerek, aynen göndermeye karar verdim; ki ruh halimiz anlaşılabilsin!

Sağlık Güvenlik Kurulu (SGK) İzmir Tabip Odası’nın, başkalarını yaşatmaya çabalarken, COVID-19’a yakalanıp, yaşamını kaybeden bir meslektaşlarının ölümünün ‘meslek hastalığı’ sayılması ve ‘yakınlarına ölüm geliri bağlanması’ taleplerini reddetti.

Benzer zaman diliminde, Devlet Bahçeli, boşandığı karısını öldürmeye azmettirme (yani öldürtme) suçundan 19 yıl 2 ay hapis cezası alan ve ana muhalefet partisi lideri Kılıçdaroğlu’nu “Seni fasulye (ve bakla) sırığı ile tanıştırırım” sözleri ile tehdit eden Alaattin Çakıcı’yı, “ülke ve millet sevdalısı bir ülkücüdür; benim dava arkadaşımdır” sözleri ile savunuyordu.

Bahçeli herhangi biri değil; ‘Devlet’in en güçlü ikinci adamı… Hapishanede ziyaret ettiği Çakıcı’nın tahliyesini sağlayan düzenlemeye, Erdoğan’ı ikna eden de o.

Alaattin Çakıcı Eski Eşini Nasıl Öldürttü? Yeğenini Nasıl Yaralattı?

Çakıcı 1995’te Uludağ’da bir otelde eski eşi Uğur Kılıç’ı öldürttüğünde Türkiye çalkalanmıştı; kadın ölümleri sıradan değildi, o zamanlar. Yurt dışında yakalanıp, yargılanan ve 2006’da ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasına çarptırılan Çakıcı’nın cezası, ağır tahrik ve ‘iyi hal’ nedeniyle indirilirken, bir Yargıtay hakimi kararın onanmasına karşı oy kullanmış; ‘eski eşi ile arasındaki karşılıklı hakaret içeren tartışmanın Alaattin Çakıcı tarafından başlatıldığını ve bu nedenle eşinin “Keşke Abdullah Öcalan ile evlenseydim. Şimdi benim gözümde Abdullah Öcalan bile ondan daha onurlu bir erkek” sözlerinin ‘ağır tahrik’ sayılamayacağını bildirmişti.

Çıkan infaz düzenlemesi sayesinde yedi ay önce tahliye olan Çakıcı, geçtiğimiz ay, Aralık 2017’de yeğeni Adem Çakıcı’yı tasarlayarak öldürmeye azmettirmeye teşebbüs gerekçesiyle 17 yıl hapse mahkum oldu.

Erdoğan ve Bahçeli İçin Önceden Neler Yazmış?

Çakıcı 2014’te yazdığı mektupta, isim vermeden Erdoğan'a “Rizeli, yezit kişilikli, onursuz, dinimizi kullanan, hırsı için ülkemizin fidanlarını telef ettiren, ruhunu şeytana teslim etmiş kişi” diye hitap etmiş; 2016’da ise “Senin anan çok özel de benim ve her Türkün anası sokak kadını mı” diye sorunca Cumhurbaşkanına hakaret suçundan, 11 ay 20 gün hapis cezası almış. Bugün toz kondurmadığı Bahçeli’yi ise önceden “Miladı dolmuş, yürüyen Buda kılıklı efendi” diye nitelemiş.

Sağlık Çalışanları Ne Yapmalı?

‘İnsan’ı sevdikleri için bu mesleği seçmiştir, çoğu. İnsanları tedavi etmeye çalışırken, ırklarına, dinlerine, mezheplerine, cinsiyetlerine bakmazlar. Akrabalarını öldürtemezler; küfür ve hakaret içeren mektup da yazamazlar... Kimseyi ‘sırıkla tanıştırmayı’ akıl edemezler; anüsten cihaz sokarlarsa, bunun amacı tanı koymak ve tedavi etmektir. Diğer meslekler gibi ‘işi yavaşlatmak’ akıllarının ucundan bile geçmez, çünkü onların varlık nedeni ve temel görevi, ‘öldürtmek’ değil, ‘yaşatmak’tır…

COVID-19’un ‘meslek hastalığı’ sayılması için ne yapılması gerektiğini hukuk duayeni Sabih Kanadoğlu’na sordum. “Yetkililer isterse, basit bir düzenleme ile yapabilirler” dedi; yani, Erdoğan ve Bahçeli…

Erdoğan ve Bahçeli’ye Soru: “Ne Yapmalıyız?”

Türkiye’yi yöneten iki yetkiliye soruyorum: “Özel bir düzenleme ile dışarı çıkarttığınız Alaattin Çakıcı kadar ‘değerli’ olabilmek için ne yapmamız gerek?”

‘Devlet’ neden bizim değil, öldürtenin yanında? Yaşatanın yanında olsa, Türk hekimi aşıyı Almanya’da değil, Türkiye’de bulur, geliştirirdi, zaten.

Ama ‘Devlet’ yakında değişecek; aşağılanan, dövülen ve öldürülen kadınlar ile özgürlükleri ellerinden alınan gençler, bu değişimde başrolü oynayacaklar.

Her şey çok güzel olacak…