CHP kurultayı öncesinde bir televizyondaki açıkoturuma katılanlardan birisi: “Bu partinin yönetici kesimi bir yana çekilsin, parti öylece seçime girsin, aynı sonucu alır, çünkü Türkiye’de taşlaşmış bir kitle, yönetenlere değil, partiye oy veriyor. Şimdiki yöneticiler bu güvenceyi kimseye kaptırmak istemiyor” gibi bir görüş belirtmişti..
Geçtiğimiz cumartesi-pazar günleri CHP’nin 36. Olağan Genel Kurultayı yapıldı. Çıkan sonuçlar şaşırtmadı. Şaşırtıcı olacak bir tek şey vardı: Kılıçdaroğlu’nun “Bunca zamandır Parti’de başarılı bir sonuç alamadım, artık bu görevi sürdürmemin bir anlamı yok” diyerek aday olmamasıydı. Daha da üstelik, yeniden adaylık konuşmasında, yukardaki açıklamayı doğrularcasına, ilk seçildiği kurultaylarda olduğu gibi ateşli bir konuşma yapmaya gerek görmedi; Deniz Gezmişlere, Che Guevaralara, vb. göndermede bulunmadı, Gandicilik oynamadı; başında devrimciliği simgeleyen bir şapka da yoktu. Sonucu belli bir etkinliğin formalite konuşmasını yapar gibiydi. Yalnızca kürsüye çıkıp inmesi sırasında çalınan övgüyle karışık fon müziği göreceli bir coşku yarattı.
Muharrem İnce’in konuşmasıysa şunu ortaya koydu: Kuşkusuz muhalif olmasının gerilimiyle, çok daha ateşli ve savdoluydu (iddialıydı), değişim muştusu veriyordu, CHP’nin edilginliğinden yakınanlara umut aşılıyordu. Daha ilginci şuydu: Salonun tribünlerinde oturan kitle onu büyük bir coşkuyla alkışlarken, aşağıdaki delegelerden fazla bir ses çıkmıyordu.
Birçoklarının delege seçimi konusunda kuşkuları vardı. Daha en tabanda işin nasıl yürüdüğünü 9 Eylül gazetesinin İzmir İl delegeleri seçimine ilişkin izlenimlerinde gördük. Hem de Türkiye’nin en aydın ve en demokrat olarak bilinen bir bölgesinde! Gerisini hesaplayın.
Bu koşullarda CHP, Türkiye’de demokrasiyi uygulayan (!) ilk ve tek parti oluyordu! Oysa demokrasi öyle bir düzendir ki bir yerinde bir sakatlık varsa (hele de tabanında), sağlıklı sonuç vermez. Ayrıca salt üyelerine açık bir kulüp olmadığı gibi, tek başına bir amaç da sayılmamalı. Ama Erdoğan’ın “Demokrasi bizim için yalnızca bir araçtır, istediğimiz istasyonda ineriz” sözündeki gibi, tramvayla eşdeğerli bir araç da değil, insan haklarını uygulamaya en elverişli toplumsal yaşam biçimidir: Bu doğrultuda vazgeçilmez bir amaçtır. Ayrıca, “CHP ille de demokrasiyi uygulasın, hiçbir zaman iktidara gelmesin” denilebilir mi?
Erdoğan ve partisi bu kurultaya ilgi göstermiyor gibi yaptı. Üstelik aynı saatlerde bir yerlerde konuşma yapıyorlardı ve bir ya da ikisi dışında bütün haber kanalları onları canlı yayınlıyordu. Yanılmıyorsam AKP yöneticileri kurultaya çağrılmamıştı, onlar da CHP’yi çağırmıyordu çünkü. Ama hiç değilse, Erdoğan Kemal Kılıçdaroğlu’yu yeniden genel başkanlığa seçildiği için kutlamış. Kuşkusuz bu sonuca en çok sevinenlerden birisi de o olmuştur.
Son yıllarda iktidar-muhalefet etkileşimi aşağılama yarışına döndü: Ama üste çıkan hep Erdoğan. Gerçekte bu iki parti arasındaki durum, ilişkisizliğe dayanıyor. AKP’den kaynaklanan bir yöntem bu. Birbirine yönelik duygularını, yüz yüze değil, dağlara taşlara seslenircesine dile getiriyorlar. Ama hiç kuşkusuz AKP’li sayın Cumhurbaşkanı elinin altında kedinin fareyle oynarcasına manipüle edeceği birisinin kazanmasını sabırsızlıkla beklemiştir. Belki de bu konuda fazla bir endişesi de olmamıştır: En aykırısından zılgıtlar çekerek Kılıçdaroğlu’yu küçük düşürüp kışkırtacak, o da, yiğitlikte aşağı kalmadığını göstermek için ağzını açıp gözünü yumacak, böylece kendi kurşun askerlerinin alkışını toplayacak. Bu sözde iletişimin derin güdüsünde, sürekli olarak CHP’yi AKP’ye bağımlı kılmak vardır.
“Eyy CEHAPE! Sen misin bunu bana söyleyen!”… Gelsin tazminat davaları, terörist suçlamaları, Atatürk-İnönü üzerinden başa kakmalar…