Yol yürümenin yakışığı kol sallamakla; türkü çığırıp şarkı söylemekle çıkar. Biz de bir Hicaz şarkıyla çıkalım yola:

Yüreğimde ince sızı
Sen ol bahtımın yıldızı
Deme sakın kalp hırsızı
Seviyorum Çerkez kızı

***

İnanmazsın belki aşka
Gir gönlüme sen de yaşa
Çalma beni taştan taşa
Seviyorum Çerkez kızı

***

Bir ateş düştü özüme
Darılma sakın sözüme
Dünya terstir artık gözüme
Seviyorum Çerkez kızı”
(Güfte: Ali Atıkan
Beste: Selahattin İnal)

Bir Seteney Guaşe yaşamıştı Kuzey Kafkasya'da.

Nart'ların (Çerkez'lerin) “Thamade”si (Ulu kişisi) idi bu kadın. Her ne dilerse olur, ne buyursa yerine getirilirdi. Akıl, güzellik ve erdem simgesiydi o. Sınırsız saygı gösterilirdi ona; korkudan değil, sevgi yüklü saygıdan ötürü. Kimse, hanede onun üst tarafına oturmaz, sözünün üstüne söz etmezdi. O “bak” demeden, kafa kaldırılıp yüzüne bakmazdı onun.

Günlerden bir gün, Çerkez'lerin kutsadığı Bakhgan ırmağında giysi yuğuyor (yıkıyor)du. Oralarda davar, nahır (sığır sürüsü) gütmekte olan bir sığırtmaç gördü yüce anayı; görür görmez cin çarpmışa döndü. “Aşk” dedikleri şey, bu olsa gerekti. Yasak meyveyi yemek gibi bir günahtı bu. İlahi bir güçle, sadağından çıkardığı oku yayına taktı. Yayı bir güzel gerip, sağ elinin gösterge parmağını bırakıverdi. Ok “vınn” diye uçup, Guaşe'nin çamaşır tokuçlamakta olduğu kayaya çarpıp saplandı.

Thamade, giysilerini toparlayıp gidecekken delikanlı bağırdı:

-Ey Seteney Guaşe, diye yalvar yakar oldu; “O kayayı evine götür, bakarsın, Nart'lar için hayırlı işler yapacak bir çocuk doğar içinden!”

Ak Kadın, koca kayayı, Atlas gibi sırtlayıp evine götürdü.

Çok geçmeden kaya ısınmaya; şişmeye başladı. Kadın Ana, bir anlam veremediği bu durum karşısında kayayı keçelerle sarıp sarmaladı, kınnaplarla, urganlarla bağladı: İşe yaramadı. Çareyi, Çerkez'lerin dillere destan demircisi Tlepş'e başvurmakta buldu. Namlı demirci, bütün gün koca kayayı çekiçle, yetmedi varyozla dövmeye başladı. İkindiyin kaya çatladı; içinden -Allah isteyenlere de versin- nur topu gibi bir oğlan çıktı; adını Sosrikue (Sosırkua) koydular. Mübarek Ana, “anası olmadığı” çocuğu evinde besledi, eğitti, büyüttü.

O sıralar Çerkez'ler -bizim gibi- hemen bütün komşularıyla; Çıntı, Yıpi, Marak'larla sürekli çatışma halindeydi. Bunlar yetmezmiş gibi; adı batasıca bir dev Çerkez'lerin ateşini çalarak onları Kuzey Kafkasya'nın acımasız kış koşullarında ateşten mahrum bırakmıştı. Bunun üzerine, 300 Çerkez genci, atlarına atlayıp, sefere çıktı.

Vara vara, Kaf dağlarının becene (ıssız) bir yerine vardılar ki; havanın soğuğundan, dağların yol vermezliğinden ötürü mahzun ve mahsur kaldılar. Bir süre daha böyle sürse; oracıkta 300 buzdan adam oluşacaktı.

Seteney Guaşe, baktı olmayacak, doğurmadığı oğluna görev verdi:

-Kalk oğlum, atla atına, soydaşlarının imdadına koş, belki bir yararın dokunur!

Sosrikue'nin beklediği bir şeydi bu. Tez hazırlıklar tamam kılınıp, atladı atına (diyelim ki adı 'Rüzgar' olsun); sprinterci 100 metre koşucusu gibi fırladı. Süvarimize bulutlar kanat oldu. İvedi, dona yazmış 300 yoldaşına erişti. Onlara biraz yiyecek verip, okunu gökyüzündeki Pervin'e (Ülker yıldızına) fırlattı. Ok, kırlangıç kuyruğu gibi döne döne Ülker'e vardı; beş köşesinden birini kopardı. Yıldız parçası, kahramanımızla, yarı donmuş durumdaki kardeşlerinin arasına düştü. Guaşe'nin sanal oğlu:

-Siz bunla ısına durun, ben gidip ateşimizi Dev'den geri alacağım!

Birkaç soluk alıp vermeye kalmadan, umut süvarisi, Kafkas'ların dumanı arasında gözden yitti. Az gitti uz gitti; bir ara, taa uzakta, ağaçlar arasında bir tüten ocak gördü. Rüzgar'ı oraya sürdü. Vardı gördü ki; Dev, çaldığı ateşi kucağına almış, şekerleme yapıyordu.

Bizimki, Hindikuş Türkleri'nin Buzkaşi oyunundaki gibi, Rüzgar'dan inmeden eğilip, devin kucağındaki köseğilerden (ucu yanık odun) birini aldı. Bu yüzden sakalı tutuşan Dev bir hışım uyanıp:

-Kim o? diye çemkirdi; “Yoksa Çerkez'lerin Sosrikue'si sen misin?”

Korkusuz Nart, Dev'i küçümseyerek:

-Ben onun sığırtmacıyım; o olsa, sen ona karşı duramaz, onun yaptığı hiçbir şeyi yapamazsın!

Dev, bunu devliğine sığdıramamıştı:

-Hah hay, dedi gülümseyerek; “neymiş o, onun yapıp da benim yapamayacağım şey?”

Sosrikue:

-Mesela o, şu kayayı göğe fırlatıp, düşerken altında durup, kafasıyla paramparça eder.

Dev, küçümseyerek yerinden doğruldu; sandık iriliğindeki kayayı bir iki minare boyu yükseğe fırlattı; kaya tam yere dönecekken altına girdi, kaya parçası tuzla buz oldu.

-Başka ne yapardı sizin Sosrikue denilen delikanlı?

Sosrikue:

-Söz gelimi, şuradaki dağ gibi yığılı kurşunu eritip ağzına alır ve soğutup dondurduktan sonra yere tükürür!

Hırsız Dev, yapılası sanılmayan bu işi de becermesin mi?

-Başka bir şey var mı sizin adamın yaptığı halde benim beceremeyeceğim bir iş?

Nart yiğidi:

-Sosrikue olsa, şuradaki denize girer; sular donunca buzu parçalayıp çıkar.

Kör inatçı Dev, bunu da yapmaya girişti; suya girdi; demeye kalmadı, su donuverdi. Dev, çırpındı debelendi, buzdan çıkamadı. Sığırtmaç kişiliğine bürünmüş olan Sosrikue, fırsat bu fırsattır deyip, kılıcıyla Dev'in kafasını uçurdu.

Sonunu tahmin ettiniz ama, ben öykümüzü finalsiz bırakmayayım:

Sosrikue, Dev'in kucağındaki ve ocağındaki köseğileri kucaklayıp, dönüş yolunu tuttu. Önce 300 kavga kardeşini, sonra bütün Çerkez ulusunu donup yok olmaktan kurtardı. Bunun üzerine 300 yiğit:

-Bundan sonra Sosrikue'siz sefere çıkmak yok, dediler.

Ben de bu yiğide:

-Çerkez'lerin Prometheus'u diyorum...