CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na göre 15 Temmuz'daki “kontrollü darbe” sonucu ülkenin çivisi yerinden çıktı.
Biraz daha ileri gidelim, olmayan çivi başka bir çivi ile değiştiriliyor belki de.
OHAL ilan edildikten sonra Türkiye'nin demokrasisi 50 yıl geriye gitti desek abartmış olmayız.
Belki de az bile söylemiş oluruz.
OHAL Anayasa'ya göre düzenlenmiş, hukuki bir dönem olmasına rağmen, iktidar OHAL'e dayanarak çıkardığı Kanun Hükmündeki Kararnameler (KHK) ile o kadar işi abarttı ki, kanunda açık olarak “OHAL döneminin dışını etkilememesi gereken” düzenlemeler bile rahatça yapılır oldu.
Ülkenin içine düştüğü durumdan çıkışı önce konu komşu kim varsa kavga etmekle bulan iktidarın, son üç-dört ayda başlattığı “dönüşüm” harekatı ise gerçekten başımızı döndürdü.
Altı ay önce kime küfrediyorsak, kiminle kavga ediyor, kime ayar vermeye çalışıyorsak, şu anda onların tamamı ile barışmanın yolunu arıyoruz.
Bir önceki hükumetin, şu anda iktidarda olan AKP'nin devamı değilmiş gibi “tu kaka” ilan edilmesinin ardında yatan gerçek, tamamımızı saf sanmalarından sanırım...
Üçüncü kez uzatılan OHAL'ın son çıkarılan KHK'sında yine yüzlerce kamu çalışanı kapı dışarı edildi. Ortak gerekçe belli. “Terör örgütüne üye olmak, üye olmamakla birlikte iltisaklı bulunmak.” Öylesine geniş bir kavram ki bu “iltisak” kime uydursanız cuk oturur...
Niyetiniz birini “etkisiz” hale getirmek ise, büyülü “iltisaklı” kelimesini kullanabilirsiniz.
Son KHK ile üniversitelerden ilişkileri kesilen profesörlerin, doçentlerin, doktorların, araştırma görevlilerinin tamamına yakınının “aydınlar bildirisine” imza atmış olmaları rastlantı mı sizce?
Elbette hayır...
İltisaklı” kelimesinin ardına sığınarak, bilimi ve bilimsel öğretimin hedef alındığını söylemek “kehanet” olmasa gerek.
Sadece üniversite hocaları mı?
Yine son KHK ile yolundan çıkarılan çok önemli konular var.
Örneğin, bundan sonra hakim ya da savcı alımı için önceden geçerli olan yazılı sınavdan “70 puan alma” koşulu yok. Kaç puan alırsanız alın, iktidarın istediği “özellikleri” taşıyor iseniz, artık hakim ya da savcı olabilirsiniz demektir bu. “Okuduklarınızın hiçbir önemi yok, biz sizi yapmak istiyorsak, istediğimiz kadroya seçebiliriz” demektir bu.
Geçtiğimiz haftalarda bir avukat, davasına türban ile giren bir hakim için “reddi hakim” talebinde bulundu. Üstün körü yazıldı çizildi. Oysa çok önemliydi. Bu bir “başörtüsü sorunu” değil çünkü. Düşünün; bir Müslüman T.C. vatandaşı ile alacak verecek davası olan bir başka Müslüman olmayan T.C. vatandaşı bu hakimin önüne çıksa, gerçekten “adalet” dağıtılacağına inanç “tam” olabilir mi? Bu yolla sağlanan adalet adalet midir? İşte bu yüzden, doktor, hakim, asker, polis, öğretmen gibi kimi kamu görevlilerinin kendi dini inançlarını “açıkça” gösteren işaretler bulundurması, Türkiye'nin sosyal bir hukuk devleti olmasının önündeki en büyük engeldir.
Sadece bu kadarla kalsa iyi. Son KHK'da Nüfus Hizmetleri Kanunu'nun da bir maddesi değişti. Bu değişikliğe göre, “Yerleşim yeri adresi yurtdışında olan Türk vatandaşlarının adres kayıtları, yaşadıkları ülkede kullanılan adres verilerine veya o ülke ve bağlı olduğu temsilcilik bilgisine göre tutulur” diye değiştirilen kanun maddesi açık açık diyor ki; artık yurtdışı seçmen kütüğüne adres beyanı zorunlu değildir.
Bu ne demektir?
Referandum hazırlığı yapılan yeni anayasa için yurtdışında oy kullanacaklar için hiçbir kriter aramıyoruz...
Hadi bakalım hayırlı olsun.
Her KHK ile biraz daha “demokrasiden” uzaklaşan Türkiye'nin, referandum gibi ülkenin kaderini derinden etkileyecek çok önemli bir oylama öncesi “cenderede” tutulması, hatta her geçen gün bu cenderenin sıkıştırılması, nasıl bir adalettir bilmek zor.
Kimse karamsarlığa kapılmasın.
Her türlü yobazlığı, bağnazlığı, gericiliği ve tek adamcılığı yenecek yegane şey bilgidir, bilimdir.
Bıkmaksızın, usanmaksızın anlatılması gereken budur.
Karşılığını mutlaka bulacaktır...