Günümüzün insanı istencinden çok içgüdüsel tepkileriyle iletişim kurmaya evriliyor gibi. Düşünce, usa dayalı bir özgürlük ürünüyken, içgüdü tepkilere dayalı bir alışkanlıktır denilebilir. Ancak içgüdünün bütünüyle düşüncesiz bir yineleme olduğu da söylenemez kuşkusuz. Bu alanın uzmanlarına göre, davranışlarında içgüdüleri ağır basan hayvanlar karar verme yetisinden ve zekadan büsbütün yoksun olmadığı gibi, düşünce yetisi ağır basan insanlar da içgüdüden büsbütün yoksun değillermiş. Ama şunu söyleyebiliriz: Herhangi bir dış etki olmaması durumunda, hayvanların tüm davranışlarını düzenli biçimde sürdürmeleri daha çok içgüdülerinin kusursuz işlemesindendir. Onlardaki en büyük eksiklik dil yoksunluğudur. Son çözümde denilebilir ki insan ile havan birbirinden şöyle ayırt edilebilir dersek, sanırım yanlış olmaz: Davranışlarında birincisinin zekası, ikincisinin içgüdüsü ağır basar. Ne var ki düşünce yetisini ve zekasını dilediği gibi kullanamayan insanın davranış bozukluğu hayvana göre daha büyüktür. Her neyse…
Bu kadar bilgiçlik için özür dilerim. Şimdi başa dönüyorum: Bizim insanımız, iletişimdeki tepkisel davranışları yanında, elbette ki dilimizi bilmiyor değil, ama çoğu kez kullandığı sözcüklerin anlamını düşünmeden… Örneğin bir üst görevli ya da milletvekili, ciddi bir eleştiriyle karşılaşınca. kendi düşüncesinden kaynaklanan mantıklı bir açıklama yapacağına, genellikle onu yönelteni terörist ya da vatan haini olmakla suçlar, tehditler savurarak susmaya zorlar. Aba altından sopa göstermek gibi bir şeydir bu. Davranışına birazcık düzey katmak için de “Maniple yapma lan!” diye bağırmakla yetinir. Bağlamı gereği başka sözcükler de devreye girebilir. Örneğin, prosüdür, provakasyon, vb. gibi… Bunlar bize özgü siyasal söylemdeki anahtar-sözcüklerdir. Söyleyiş yanlışları bir yana, anlamları da tam olarak bilinmeyen yabancı kökenli bu sözcükler, tepkisel iletişim kalıplarına bir bilgelik ya da üstünlük kazandıracağı öngörülmüş olabilir.
Bize özgü demokrasi anlayışında piramidin tepesinde oturanlar, o piramidin tabulaşmış egemenleridir. Onlar, olsa olsa bir darbe ya da kumpas yordamıyla yerinden edilebilir… Aralarında yöntem ayrımları olsa da, bu durum tüm partiler için geçerlidir.
***
Bu iletişim sorununun en uç örneği, yeri geldikçe andığım tarihsel bir öyküdür. İsa’dan önce (İ.Ö.) 5. yüzyılda Sicilya’da art arda bir krallığın başına geçen iki zorba (Gelon ve Hieron) halkın elinde ne varsa (evi, hayvanı, toprağı, vb.), tümünü Saray’ın çıkarlarını koruyan paralı askerlerine dağıtırlar. İtirazlar yükselince, halka konuşmayı yasaklarlar. Zamanla insanlar konuşmayı unutur. Bir ayaklanma sonucunda son zorba (Hieron) devrilince, kaybedilen hakların ilgililere dağıtılması için halk mahkemeleri kurulur ve oralara başvurma çağrıları yapılır. Ancak konuşmayı unuttuğundan, halk böyle bir girişimde bulunamaz. Bunu gören filozoflar halka yeniden konuşmayı ve yargıçlar önünde haklarını savunmayı öğretmeye girişirler. Bu sorunlar giderildikten sonra da, filozofların verdiği bu ilk dersler, retorik adı altında gelişmesini sürdürür ve günümüzde bile söylem kuramlarının esin ve yöntem kaynağı olur.