Bugün size bir kenarda unutulmaya yüz tutmuş iki isimden sözedeceğim. Biri esas adı Hasan Güler olan, ama Dedocan olarak tanınan, şiire halk ozanlarından etkilenerek başlayan, bazı şiirleri bestelenen 2021 yılında İzmir’de yitirdiğimiz sevgili bir şairimiz. Diğeri ise gençlik yıllarında, Usta Atilla İlhan’ın Çınar Çığ, Onur Şenli ile birlikte yakından takip ettiği tek kitaplı şair Aydın Yalkut. O’nu da 2014 yılında yitirmiştik.
Arada Dedocan Luvi olarak da anılan şairimiz yazılmak için sırasını bekliyordu. Ünlü Ozan Mahzuni Şerif vefatından önce şairimiz için, “Dizelerindeki estetik yergileri, mecazi deyimleri ve derin sevecenlik içeren tasavvufî incelikleri ve barış özlemleri bakımından çağın arzu ettiği bir ozandır Dedocan.” demişti. “Albümlere Karışmak” adlı güçlü bir şiir kitabı yayımlayan Aydın Yalkut’u ise sağolsun Değerli Avram Ventura hatırlattı.
Her iki şairi de saygıyla sevgiyle anıyorum.
Sevgili Dedocan, kendisini bir halk ozanı olarak tanımlıyordu.
Dedocan 1960, Elmalı köyü / Civce / Tercan / Erzincan doğumluydu. Belki de şiire tamamen halk ozanlarından etkilenerek başladığı için, bu tanımlamayı daha çok seviyordu.
Halk ozanlığında daha mütevazı, daha sıcak bir sesleniş vardı Dedocan için…
Herkese ılımlı yaklaşan, çevresinde ve dostları tarafından sevilen sıcak bir insandı Dedocan.
İçinde bulunduğu alevilik kültürünün sıcak dokunuşunu yüreğinde sahici ir yerde taşıyan biriydi Dedocan. Şiirleri, Kavga, Harman, Nefes, Çevre, Aydınlık, Çalı, Berfin Bahar gibi çeşitli gazete ve kültür sanat dergilerinde yayımlanmıştı. 1997 yılında Cilveli Hayat adlı kitabı yayımlanınca, şiirlerinin bazıları genç ozanlar tarafından bestelenip türkü olarak yorumlanmıştı. Dedocan, Ege Sanatçılar Derneğinin kurucu başkanlığını, bazı ilçelerde İzmir Dünya Şiir Günü etkinlikleri kitaplarının yayına hazırlanması ve basımı gibi görevleri gönüllü olarak üstlenmişti. Bir dönem, Çeşme/Alaçatı ve Narlıdere belediyelerine sanat danışmanlığı, 1999-03 yılları arasında ise İzmir İl Genel Meclisi üyeliği yapmıştı. Bir dönemde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı DÖSİM’de çalışmıştı. Dedocan’ın ek olarak Şiir Harmanı ve İp=Aşk adlı kitapları da okurlarıyla buluşmuştu.
Dedocan geleneklere, yetiştiği kültürün tüm otantik özelliklerine uygun bir yaşamı vardı. Sempatik bir insandı. Çevresindekilerle dayanışma içinde olmak onun güzel bir özelliğiydi.
Sesi hala kulaklarımda çınlar. Sık sık telefonlaşırdık; gür, davudi sesiyle “Ünal Baba” diye seslenirdi. Uzun bir süre ağır bir hastalıkla barışık bir şekilde yaşadı.
Dedocan’ın yaşama küstüğünü hiç hatırlamıyorum. “Bu hastalık neden benim başıma geldi?” diye kendisine hiç sormadı. Hastalığını da şairce bir tevekkül içinde karşıladı. En son konuşmamızda artık bizlere kısa bir süre sonra veda edeceğini sanıyorum hissediyordu. “Hakkını helal et Ünal Baba”, demişti buruk ama sevgi dolu bir sesle. Sonra kısa bir süre sonra yitirdik Sevgili Dedocan Kardeşimizi, ruhu şad olsun. Hatıralarımızda yaşayacak…
Açıkcası diğer şairimiz Aydın Yalkut’un adı benim bilinçaltımda bir yerlerde saklanıyordu.
Geçtiğimiz günlerde Avram Ventura, “Aydın Yalkut’u hatırlıyor musun?” diye sorunca, şair ve şiirleri bilinçaltımdan fışkırdı. Geçmiş yıllara döndüm, O’nun adıyla ilk Değerli Şadan Gökovalı’nın bir yazısında karşılaşmıştım. Sonra merak etmiş bazı şiirlerini de okuyup çarpılmıştım. Sonra bir tarama yaparak Şadan Gökovalı’nın yazısını arşivde buldum.
Şunları yazmıştı Şadan Ağabey Aydın Yalkut ve ilk kitabıyla ilgili:
Konu itibarıyla bu yazının başlığı “Albümlere Karışmak” olmalıydı; Aydın Yalkut'un ilk, tek ve son şiir kitabının adı öyle çünkü. Ne var ki; kitabın çıkmış olmasına sevindiğim ölçüde, seçilen isim sıcak gelmedi bana. Hemen, kitaba adını veren şiiri buldum (s.92). Bir kez, bir kez daha okudum ön yargısız; beşer dizelik üç bölümden oluşuyor söz konusu şiir. Çoğu zaman yaptığım gibi, altını çizdiğim dizelere baktım; ikinci bölümdeki,
‘Kar silkeler gibi üzerimden’
ile son bölümdeki,
‘Bir mavna gibi dalgın ağır durmuşum.’
O anda, Aydın'ın Hilal'deki askeri depoda ve Alsancak'ta kendi adını koyduğu bakkaliyedeki hali geldi gözümün önüne. Oturduğu, gıcırdayan tahta sandalyeden, Harmandalı'ya kalkıyor gibi, sağ elini sağ dizine dayayarak kalkışı ve şiirle sevişir gibi mırıldanışı:
‘Sabahla üzerinde bir gonca güzelliği
Yeni açmış güllerin olanca güzelliği
Kokun akşamlarına öyle bir sinmiş ki
Bilmem ben nasıl taşırım bunca güzelliği’
Eminim Şadan Ağabeyi derinden etkileyen şu son dörtlük Aydın Yalkut‘un şiir damarını yeniden keşfetmeniz için yeterlidir. Çünkü bunlar usta işi dizelerdir gerçekten de…
Aslında Aydın Yalkut’un tek kitabındaki şiirleri tekrar okuyunca, O’nun çok az yazdığına kanaat getirdim. Nitekim Atilla İlhan da yıllar önce bu gözle baktığında Aydın Yalkut’a O’nun daha çok üretmesini ve şiirde çok daha iyi bir yere gelmesini bekliyordu.
Ama ne diyelim hayatta gelebildiğimiz en iyi yer, olabildiğimiz ve olduğumuz yerdir sonuçta. Çünkü bu yere koşulların tümü bizi şekillendirmesiyle varıyoruz.
Aydın Yalkut 1941 yılında Kuşadası doğumluydu. İlkokulu ve ortaokulu Kuşadası’nda, liseyi İstanbul’da Kabataş Erkek Lisesi’nde okumuştu. Yalkut 1980 yılında İzmir’e yerleşmişti. Şiirleri, Varlık, İz, Sanat Olayı, Dönemeç, Hisar, Ege Sanat, Türk Dili, Evrim, Otağ, Denge, Güney, Zeren, Dost, Yeditepe, Özün, Yansıma, Son Çağ, Yusufçuk, Sanat, Hâkimiyet Sanat dergileri ve Demokrat İzmir, Ege Ekspres, Tasvir gazetelerinde yayımlanmıştı. 1971 yılında arkadaşlarıyla birlikte İzmir’de Ege Sanat Dergisi’ni çıkarmıştı. Aydın Yalkut, vizyonu ve entelektüel kapasitesi olan bir adamdı. Bu birikimi sayesinde Çağdaş Eleştiri dergisi, Hachette ve Büyük Larousse ansiklopedilerinin de sorumlu yayın yönetmenliği ve yazı kurulu üyeliğinin yanında, Remzi Kitabevi, Sosyal Yayınlar, Gözlem Yayınları, Güneş Yayınları, Yapı Kredi Yayınları, Doğan Kitap ve İş Bankası Kültür Yayınları’nda da editörlük görevleri üstlenmişti. Ege Üniversitesi ile İzmir Sanatçılar Derneği’nin ortaklaşa düzenledikleri “Cumhuriyet ve Atatürk” konulu yarışmada “Merhaba 50. Yıl” şiiriyle ikincilik ödülü, Hürriyet gazetesinin “Altın Güfte” yarışmasında ise “Merhabalar Ülkeme” adlı şiiriyle birincilik ödülü almıştı. Bazı güfteleri Avni Anıl, Ali Rıza Avni, Zekâi Tunca ve Kerem Güney gibi müzik üstatları tarafından bestelenmişti. Şairin “Albümlere Karışmak” adlı tek şiir kitabı da hayata veda ettikten sonra yayımlandı.
Şadan Gökovalı yazısında (2017 tarihli) bu duruma şöyle değiniyordu:
“Rahmetli şairin oğlu Devrim ve eşi Senem Yalkut'un toparladığı kitabın, basım çilesini dost Hüseyin Yurttaş üstlenmişti. Kapak, kağıt, sayfa düzeni, gözü rahatsız etmeyecek derecede düzgündü. Yazının başına aldığım “dört dörtlük” dörtlüğün yanı sıra, benim bile anımsadığım bazı şiirler eklense fena mı olurdu? “Agora Meyhanesi” Şairi Onur Şenli gibi Aydın da, sağlığında şiirlerini kitaplaştırma yoluna gitmemişti. Belki de Horatius'un dediğince:
“In vitium ducit culpae fuga” (Kusur korkusuyla suç işliyoruz.)
Eskilerin dediği gibi, “tabiat-ı şairanesi” (şairce yaradılmışlığı) vardı Yalkut'un. Çuvaldan sonda ile fındık: şapkasından tavşan çıkarır gibi şiir çıkarırdı yüreğinden.
Sezar'ın hakkı Sezar'a, Onur Şenli'nin hakkı Onur Şenli'ye. Aydın'ı keşfedip, zarını onda yana atan Onur Şenli idi. Ama Aydın, Dünyaya doğru yaklaşan kayan yıldız gibi parlıyordu. Arif Karakoç gibi, Abdullah Neyzar Karahan ve Erol Çankaya gibi, Aydın dağındaki cevheri gün ışığına çıkaran da Atilla İlhan ağabey olmuştu:
‘Bunlar’ diyordu, ‘mızrak gibi, çuvala sığmaz bunlar!’
Huzurunuzda Kıymetli Şairimiz Hüseyin Yurttaş’a da bu vefalı tutumu için yürekten teşekkür etmeyi borç biliyorum. Belki bu kitap çabası olmasaydı, bu iyi şair sonsuzlukta yitip gidecekti. Aydın Yalkut‘u şiirlerinin bazılarını paylaşarak sevgi ve saygıyla anıyorum:
(Siz yine de kitabı bulursanız bütün şiirlerini okuyun, değecektir)
ALBÜMLERE KARIŞMAK
tahir'de geçidin doruğunda
elimi kaldırsam elim görünmeyecek
yandaki çeşme mustafa kemal sanlı
dinlenmeye bağdaş kurduğunda
dağlar kaynak açarak ağırlamış olmalı
bu resmi harran'da çektirmişim
kar silkeler gibiyim üzerimden
güneşin alnında ılgım mı sarmış
ya da paldır küldür indim ya dağdan ovaya
yeni poz vermeyi geciktirmişim
bu en yenisi ama en çok solgunu
bir mavna gibi dalgın ağır durmuşum
ne gül kurusu imbat ne iyot kokusu var
izmir körfezinde akşama doğru
albümlere karışmış bir eski başçavuşum
BİR ŞEY
soğur birden/her sabah alacasında
şakağının çillerinden öptüğüm şehir
bir sızı siner eklemlerine
ve akşam
yaslı bir bayrak gibi çekilir
hüznünün gönderine
bir sara nöbeti gelir gibi
titrer yüreğin
ovsan bilek damarlarını
kızgın bir mühür gibi
izi kalır ellerinin
bulutlar yürür içerlerine
gümbür gümbür gümbürder
yağmurlu camlara döner gözlerin
sonra birdenbire sessizlik
dinersin
kurumuş ırmaklara dönersin
bir şeydir o balta gibi gelir
keskin bir balta gibi
saplanır kırkıncı halkasına kadar
sallanır içindeki ağaç
ağır ağır devrilir
ZERRİN'İN GÖZLERİ
seni tanıdığımda istanbul şehri
üç boyutlu bir mekândın
sarı yeşil tramvayların bir
hüzün üç yalnızlık üç keder üç
zerrin'in gözleri iki
depremler yoklardı yüreğimi
kim derdi bana mısın
şimdi hafiften bir titreşim
hiçbir şey yokmuş gibi
kendinle baş başasın
yıkılan gökyüzü altında akşamdasın
sen sanki izmir sanki ağrı
bin yıllık sanrıdasın
ve geçmişini ana tek/ camileri saymazsak
uykusuz bir keşiş gibi galata kulesi
bu şiiri burada bitirmeli
sen durmadan olsan da bir istanbul
insan yiyen orman biçimindeki
ben bir kör gibi arayacağım
zerrin'in yitirdiğim gözlerini