Ülkeyi yönetenler bir anda gözü uzaya diktiler…

Bizim Gaziemir’deki uzay kampına çevrilmiş, sahne ve dekorun içinde Cumhurbaşkanı belirdi.

Önüne koyulan rakamları okudu besbelli.

Her gün bir yerde açıklama yapıp rakamlar okuyan birisinin,

Bu kadar rakamsal ve acayip kelimelerle süslü bilgiyi aklında tutması  için zaten doğal astronot olması beklenebilirdi.

Ne olursa olsun izledim.

Gözlerim kahve fincanı gibi açıldı… Belli ki iyi niyetli bir istek tabi…

Üç dakika önce de, orta muhalif bir kanalda, arka arkaya 7 tane; açlık, işsizlik, uçan yumurta fiyatları, yalan iddialı TUİK raporları, EYT, zamlı doğalgaz, kanırtan su faturası, icralar, kazık elektrik faturası, kapanmış ve ağlayan esnaf röportajları, adet olarak ortada olmayan aşıların akıbetini sorgulayan haberleri izleyip, uzay yolculuğu anlatan bir başka kanala dönmüştüm.

Yani benimle aynı yolu izleyen herhangi biri, bir anda bir dünyadan bir dünyaya atlamış oluyordu zaten.

Astronottan beter.

Daha havaya bile girmeden…

Çöp konteynırlarını karıştıran teyzeden, hooop uzaya…

Derken Sayın Cumhurbaşkanı; “Hatta hatta bir kadın bile gidebilir” dedi…

Peşinden, akşam oldu…

Tartışmalar başladı… Hep aynı suratlar, bu konuyu da çok iyi biliyorlardı.

Bizim evin salonunda  herkes elinde cep telefonuyla, kendi uzayındaydı zaten.

Bir tek ben, TV’de bu uzay macerasını izliyordum…

Birden “Uzaya gidecek kişiye ne isim konmalı?” dediler…

Ağzımdan yüksek sesle fırladı; “ASTRONOT FEHMİ.”

Biri 19 biri 21 yaşındaki evlatlarla 25 yıllık karımın dikkatini çektiydim…

Üçü de elindeki zamazingoyu bırakıp bana deli  dercesine baktılar…

“Fehmi, Fehmi… Astronot Fehmi” dedim…

Cevap bile vermeden önlerine dönüp  ellerindeki kapsüllerle, kendi uzaylarına gittiler…

Muhtemelen bana deli dediler…

…..

“Hadi lan” dedi Bakkal Kurban’ın oğlu…

Cumartesi sinemaya gidiyoruz…

80 darbesinden 8-10 ay öncedir tahminen… Karlı bir Kadıköy günüydü…

5-6 isyankar ergen, evden kaçtık, izin mizin yok…

Altıyol’da o zamanki TÖB-DER binasının altıda, Kafkas Sineması'na götürdüler…

Sinemayla ilk karşılaşmam olmasa da, böylesini ilk defa görüyor olacaktım…

Zaten içeri girişte bir gariplik olduğunu sezmeliydim, ama ergenlik  işte, kafa yarım…

Afiş, gözlerimizi pörtleten 3 bikinili ablanın fotoğraflarıyla süslüydü…

Tabi tam ortasında hayatımın jönü, 80 öncesi ergenliğin ilah starı, her yolu öğreten babamız, adını sonra aklımıza  altın harflerle kazıyan, adını da sonradan öğrendiğim Aydemir Akbaş duruyordu…

Üstelik astronot kıyafetleriyle…

Ben salak durumu uzay filmi gibi algılamıştım…

Kafkas Sineması, İzmir’e göçtükten sonra tanıyıp, burada edindiğim çeteyle, defalarca  tavaf ettiğimiz, Ferah, Saray, Büyük sinemalarının asortiği, İstanbullusuymuş meğer…

İçerideki yoğun kokudan, bir tane bile kadın olmayışından  garipliği  anlamalıymışım...

Astronot Fehmi, 1978 yapımı bir kült film aslında… O gün yaklaşık 2.5 saat sürmüştü…

Yıllar sonra Youtube icad edilip, orada izlediğim de ise 1 saat 5 dakika…

Ne demek olduğunu sonradan öğrendiğimiz “Parça”lar filmi iki katına çıkarıyordu.

Astronot Fehmi, uzaylılar tarafından “Soylarını üretmek için seçilmiş” damızlık erkek figürüydü.

Bu kelek uzaylılar, koca dünya nüfusu arasından, bu iş için Aydemir Akbaş’ı seçmişti.

O ana kadar, maaşını yetiremeyen, bakkaldan, manavdan kaçan, Fehmi  karakteri toplumsal eleştiri yüklü filmin aktörüyken bir anda uzay kahramanı oluyordu.

Görevi  gezegendeki üremeyi sağlamak…

İlk kez uzay gördüm. Kozmonot gördüm. Özünde “Aç kozmonot” ama kozmonot.

Mayolu ablaları, seksi dansı gördüm…

Hangisi gözlerimi şaşkınlıktan pörtletti hala bilemiyorum ama, ben uzayı da, uzaylıyı da, uzaylı ablaları da 1979 sonunda görmüştüm zaten…

O ablalardan birine de öyle vurulmuştum ki, gençliğim onun gibi bir ablayı aramakla geçmişti.

Beğeni eşiğim, o soft-porno abla  N.F olmuştu… Uzayda kaybolmuştum yani…

Astronot Fehmi’nin 2.5 saatlik görev süresince gördüklerimi,

2023’te uzaya gidecek Türk arkadaşımızın görebileceğini hiç zannetmiyorum.

Biz zaten 5-6 kişilik bir ergen çetesi grup olarak gördük orayı…

….

Bebeklikte yaşanan her şey, hayatın geri kalanını yazıyor aslında.

İmgeler, dersler, olaylar…

Beyin hikayelerle öğreniyor hayatı… Yani yaşayarak…

Başrol oyuncusu olduğu hikayelerle…

Bizim bilinç altında da uzay macerası var.

Kimse anlamıyor işte o zaman seni… İkinci kuşağın, çocukların bile…

Ayağa fırlayıp “Astronot Fehmi” dersen, deli derler tabii…

Hatta “Astronot Fehmi”yi açıklayamazsın…

Olsun…

Aya gidecek adama isim arıyorsak, adı “Astronot Fehmi”dir.

Onun hakkıdır.

Hatta Kadıköy’de ya da Beyoğlu’nda görünür bir yerde heykeli bile olabilir…

“Astronot Fehmi’nin Askerleriyiz” bir nevi…

Uyarılmak güzeldir…

Valla çok kızasım yok.

Belediye Başkanı Tunç Soyer’in başına gelenler az değil…

Yüzyıldır olmayan, yıkımlı deprem, insanlık tarihine geçen pandemi ve sorunları.

Bir saatte 1 yıllık yağmurun yağması, sel afet, ölüm…

Ne yapalım hayat böyle.

Hele siyaset. Kimi şanslı kimi şanssız…

O yüzden “Başarılı-başarısız” diye kategorize etmek, gerçekten insafsızlık olur.

Amma gördük ki, bir erken uyarı sistemi olsa, bu olaylardan hemen sonra çok hızlı ve kolay iletişim kurma sistemleri olsa, belki alınacak önlemlerle bu felaketlerden biraz daha korunma şansımız olabilirdi.

Deprem için diyemem ama, Japonya’da örneği var. 15 saniye önce bildiriyor.

Hoş onlarda iki günde bir deprem oluyor. Baş ihtiyaç tabi.

Bu 15 saniyelik süre bu tür durumlarda çok uzun bir süre.

Bu bizim için fantezi olabilir.

Ama sel, ağır yağmur, aşırı soğuk dendi mi kolay.

Uyarı sistemlerini işletmemeleri , yöneticilerin ayıbıdır.

Kentin 15 yerinde koca koca elektronik led ekranları var.

Bir o kadar da özel işletmecilerin led ekranları  var.

Alt yapısı Ünibel denen belediye şirketi tarafından kontrol ediliyor.

“Şunu yaptık bunu yaptık” filmleri için mi kurulmuş burası?

Binlerce takipçili sosyal medya hesapları var.

Her ay destek adı altında dağıtılan paraları alan minimum 150 civarında yayın kuruluşu var.

Cehaletime verin, neden kurulduğu, ne işe yaradığı, kaç para harcandığını bilemediğim, “Bizizmir” diye bir şey var.

Bunu da mı ben yapayım ?

Uyarın kardeşim, uyarın…

“Uyarılmak güzeldir”…

Kürşat Tüzmen

Kürşat bey eski bakanlardan…

Hani bi ara boğazı geçmek için mayosuyla fotoğraf falan veren bakan.

60’lı yıllardan  klasik BMW chopper motoru var.

Üstünde de deri ceketi…

Ohhh, Türkiye’yi geziyor, program yapıyor…

Haber Global’de rastladım.

Programın adı “Benim Şehrim”

Gözler alışkın değil böyle kibirsiz işlere.

Hayatı boyunca kendini o koltuğun sahibi sanan, seçimi kaybetse de o dünyada kalan, o kibirle kahvede okeye 4. bile olamayanlar varken, eski bir Dış Ticaret Bakanı’nın sıradan bir muhabir gibi, köy köy dolaşması, sanayi kobilerini gezmesi, balcılarla kovan başında sohbet etmesi güzel…

Hoş gerçi üretici “Yandık anam” diyemiyor ama olsun…

Haftaya yine bakacağım. Haber Global’de Pazar sabahı…

Pır pır üstünde Kürşat Bakan…

DELİ ZİYA

“Hayatın neresinde olursa olsun, günün üçte birini kendine ayırmayan köledir.”