MURAT ERVİN / Ekonominin yavaşladığı veya küçüldüğü orta gelirli ülkelerde açlığın artış gösterdiği, ekonomik sarsıntılar, çatışmalar ve iklim şoklarının da gıda krizlerinin uzamasına ve şiddetlenmesine katkıda bulunduğu belirtilmekte. Bunlara ek olarak Türkiye’de gıda üretiminde en büyük sorunların başında israf geliyor. FAO Uluslararası Gıda İsrafı ve Politikaları Uzmanı Camelia Bucatariu 2019 raporunda, Türkiye'de yılda yaklaşık 26 milyon ton gıdanın israf edildiğini söyleyerek, “Bunların çoğunu meyve ve sebzeler oluşturuyor. Ülkede üretilen meyve ve sebzelerin yüzde 53'ü tarladan tüketiciye ulaşana kadar israf ediliyor" bilgisine yer verdi.  Türkiye’de satın alınan gıdanın yaklaşık yüzde 23'ünün tüketilmeden çöpe atıldığını da açıklayan Bucatariu, “Türk tüketicilerin sadece yüzde 31'i önceden hazırlanmış bir listeyle alışverişe gidiyor. Plansız ve fazla miktarda yapılan alışveriş alınan gıdaların bozulmasına neden oluyor. Araştırmalara göre, hane halkının en çok attığı yiyecek grubunu yüzde 42 ile meyve ve sebzeler oluşturuyor, ikinci sırada yüzde 41 ile süt ve süt ürünleri geliyor. Bu sorun, farkındalığın arttırılmasıyla çözüme ulaşabilir" ifadelerini kullandı.

 

FİYAT DALGALANMASINA ‘BORSA’ FRENİ

Enflasyon karşısında değer kaybeden ücretler, alım seviyesinin düşmesine ve gıda hammaddesinin değer kaybına neden oluyor. Arz ve talebi buluşturan Ticaret Borsaları bu noktada bir fren görevi görüp gıda maddelerindeki fiyat dalgalanmalarını önlüyor. İzmir’de faaliyet gösteren İzmir Ticaret Borsası (İTB) da, üretici ile alıcı arasında bağlantıyı kurup fiyatı belirleyen kurum. İTB Yönetim Kurulu Başkanı Işınsu Kestelli, 2019 yılında Borsa’daki işlem hacminin bir önceki yıla göre yüzde 7’den fazla arttığına dikkat çekti. 

İZMİR’E TARIM TEKNOLOJİLERİ MERKEZİ 

Sektöre ve topluma faydalı projeleri hayata geçirmek için de çeşitli projelere başlayacaklarını kaydeden Kestelli, 2020 beklentilerini ise şöyle açıklıyor: “2020’nin ekonomik şartlar açısından 2019’dan çok daha olumlu bir yıl olacağına inanıyorum. Tarım içinse bugünden bir şey söylemek mümkün değil. Özellikle iklim şartlarının verimli ve kaliteli tarımsal üretimi destekleyici bir şekilde gelişmesini umut ediyorum. Ayrıca geçtiğimiz günlerde düzenlenen Tarım Şurası’nda belirlenen hedeflere ulaşmak için çalışılmalara biran önce başlamak gerekiyor. Böylece tarım ve gıda sektörümüz orta, uzun vadede arzu edilen seviyeye çıkarılabilir.” 

LİSANSLI DEPOCULUK:  VER ÜRÜNÜ AL SENEDİ

Ticaret Bakanlığı’nın yaptığı tanımlamayla; Hububat, Baklagiller, Yağlı tohumlar, Pamuk, Fındık, Zeytin, Zeytinyağı, Kuru Kayısı, Antepfıstığı gibi depolamaya uygun nitelikte ve standardize edilebilmesi mümkün olan tarım ürünlerinin sınıf ve kalitelerinin yetkili laboratuvarlarca belirlenip modern altyapıya sahip sağlıklı ortamlarda depolanmasının sağlandığı sisteme Lisanslı Depoculuk denilmektedir. Bu ürünlerin ticareti ise ürünün mülkiyetini temsil eden ürün senetleri aracılığıyla yapılır. 

SİSTEMİN 13 HEDEFİ VAR

Sistemin kuruluş amacı ise şu şekilde sıralanmıştır: 
1- Hasat dönemlerinde tarım ürünlerindeki arz yığılması nedeniyle oluşan fiyat düşüşlerinin önlenmesi ve piyasanın dengelenmesi,
2- Özellikle finansman sıkıntısı çeken küçük çiftçiler ile ürün sahiplerinin, lisanslı depolara verdikleri ürünleri karşılığında aldıkları ürün senetleri aracılığıyla bankalardan kredi ve finansman sağlamaları,
3- Tarım ürünleri ticaretinin herkesçe kabul gören standartları belirlenmiş ürünler üzerinden yapılması, kaliteli üretimin teşvik edilmesi, güvenli bir piyasanın oluşturulması,
4- Tarım ürünleri ticaretinin kayıt altına alınması,
5- Ülkemizde halihazırda uygulanmakta olan tarım reformunun başarılması ve tarım ürünleri ticaretinde özel sektör katılımının artırılması,
6- Üretimde ve fiyatlandırmada devlet müdahalelerinin asgariye indirilmesi, bu alana yönelik yapılan yüksek harcamalardan önemli tasarruf sağlanması, serbest piyasa ve fiyat oluşumunu bozan müdahalelerden uzaklaşılması,
7- Tarım ürünleri üreticileri açısından kolay pazarlanabilen, iyi muhafaza edilen ve nakliye masrafları en aza indirilmiş bir sistemle istikrarlı ve daha yüksek bir gelir seviyesi elde edilmesi,
8- Yatırımcılar için dövize, altına, hisse senedine, faize ve benzerlerine alternatif yeni bir yatırım aracı sağlanması,
9- Ürün ticareti ile uğraşan tacir ve sanayicilerimizce, kalitesi bilimsel kriterlere göre belirlenmiş ve fiyat istikrarı sağlanmış ürünlerin kolayca temini,
10- Tarım ürünlerinin, fizikî mal ve numune gösterilmesine ve teslimine gerek olmaksızın ürün senetleri veya elektronik ürün senetleri aracılığıyla ticaretinin yapılması,
11- Standardı belirlenmiş ürün ve lisanslı depo sistemiyle tarım ürünlerinde vadeli işlem ve opsiyon piyasalarına geçilmesi,
12- Ürün depolanması, bankacılık ve sigorta sektörü açısından yeni iş alanlarının oluşturulması,
13- Ülkemizin yakınında bulunduğu Orta Doğu, Balkanlar, Türkî Cumhuriyetler ve Asya coğrafyasındaki tarım ürünleri ticaretinde de önemli rol üstlenmesi ve pay sahibi olunması.

İZMİR ÖNCÜ OLDU 

İzmir Ticaret Borsası ile birlikte ülkemizde ilk defa lisanslı depoculukta pamuk ile depolama ve elektronik ürün senedi üretmek üzere İzmir Ticaret Borsası (İTB) önderliğinde 2013 yılında kurulan Ege Lisanslı Depoculuk A.Ş. (ELİDAŞ) önemli bir görev üstlenmiş durumda. 

TEBLİĞLER YAYINLANDI

Geçen süre içerisinde ülkemizde başta hububat olmak üzere lisanslı depo kapasitesinde önemli artışlar yaşandığını söyleyen Kestelli şöyle konuştu: “Bugün için hububat, pamuk, fındık, zeytin ürünlerinde faaliyet gösteren depolar var. Hali hazırda Antep fıstığı, kuru üzüm, kuru kayısı, zeytinyağı ve süt ürünlerinde de lisanslı depo kurulması için gereken ürün tebliğler yayınlanmış durumda. Lisanslı depoculuğun geliştirilmesi amacıyla devletimiz tarafından önemli teşvikler sağlanıyor. Bu aşamada yapılacak en öncelikli faaliyetin üretici ve sanayicilere bu yeni sistemin faydalarının anlatılması olacaktır.” 

GIDADA UZUN ÖMRÜN SIRRI: GIDA TEKNOLOJİLERİ

Gıda teknolojisi, gıda yapan üretim süreçleriyle ilgilenen bir gıda bilimi dalıdır. Gıda teknolojisi üzerine yapılan erken bilimsel araştırmalar gıda korumaya odaklanmıştır. 1800’lerin başında, Nicola Appert’in konserve işleminin geliştirmesi ile yükselişe geçti. Devamında Louis Pasteur’ün sütün bozulması üzerine yaptığı çalışmalar, 1880’lerde ısıl işlemin kullanılarak pastörizasyon sürecinin geliştirilmesini sağlamıştır. Konserve işlemi ile başlayan, pastörizasyon ile devam eden gelişmeler; süttozunun, hazır granül kahvelerin, uzun ömürlü sütlerin ve daha birçoklarının yapımının önünü açtı.

   

“İSRAFIN BEDELİ 1 TRİLYON DOLAR”

İzmir Ekonomi Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nazan Turhan, dünya genelinde yılda 870 milyon yani dünya nüfusunun 8’de 1’inin yetersiz beslenme veya açlık nedeniyle hayatını kaybettiğini aktardı. FAO’ya göre dünyada yıllık bazda ekonomik değeri 1 trilyon dolara karşılık gelen 1,3 milyar ton gıdanın israf edildiğini kaydeden Prof. Dr. Turhan, “Bu miktar, yaklaşık olarak dünya gıda üretiminin 3’te 1’ine karşılık gelmekte. Yani  her üç tabaktan biri çöpe gitmekte” dedi. 

“ÜRETİM VE DAYANMA SÜRESİ ARTMALI”

Dünya nüfusunun 2050 yılına kadar 9 milyara ulaşmasının beklendiğinin de sözlerine ekleyen Prof. Dr. Nazan Turhan, “Bu artışla başa çıkmak için tarımsal üretim yüzde 60 oranında arttırmak ve gıdaların kısa sürede bozulmasını önlemek zorundayız. Gelişmiş ülkelerde perakende ve tüketici kaynaklı yüzde 40’ı aşan kayıp ve israf, yaklaşık 222 milyon ton gıdaya eşdeğerdir. Gıdalardaki bozulma, bayatlama gibi nedenlerden kaynaklı israfı önlemek için gıda teknolojilerini de kullanılabilir” diye konuştu.

“EN BÜYÜK ENGEL, YÜKSEK MALİYET”

Gelişmiş alet ve ekipmanların maliyet ve satın alma değerlerinin yüksekliği, firmaların teknolojik gelişmelerine en büyük engel olarak görülmektedir. Sektördeki idari, teknik ve mali yetersizliklerin yanı sıra yaşanan diğer sorunları şöyle sıralayabiliriz; kaliteli ham ve yardımcı madde temininde güçlükler, kontrol personelinin hijyen ve sanitasyon konusunda eğitim yetersizliği, gıda kaynaklı hastalıklara ait ulusal veri tabanının bulunmaması, gıda güvenliğine ilişkin parametrelerden oluşan bir veri tabanı eksikliği, ulusal gıda güvenliği araştırmalarının tek elden izlenememesi, standardizasyon yetersizliği, mevzuat yetersizliği, gıda kalite güvence sistemlerinin maliyeti, ambalaj sanayinin yetersizliği, ambalaj ve etiket bilgilerindeki belirsizlik.”

GIDA GÜVENLİĞİ İÇİN 75 BİN DENETİM, 8 MİLYON CEZA

Gıda güvenliği üretimden tüketicinin sofrasına ulaşana dek gıdalardaki olası fiziksel, kimyasal, biyolojik, mikrobiyolojik ve her türlü zararların öngörülmesini ve uzaklaştırılmasını ifade etmektedir. Bu süreç, üretim aşamasından tüketiciye ulaşana kadar tüm aşamaları kapsar. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), gıda güvenliğinin tarımsal üretimden hasat, işleme, depolama, dağıtım, hazırlık ve tüketime kadar her aşamada besin zincirinin güvenli kalmasını sağlamada kritik bir rolü olduğunu vurgulamıştır.

İzmir Tarım ve Orman İl Müdürlüğü tarafından paylaşılan 2018 yılı denetim raporuna göre kentimizde 2018 yılsonu itibariyle toplam 44 bin 660 gıda ve yem işletmesi faaliyet göstermekte. Müdürlük ekipleri tarafından kentte üretim, satış ve toplu tüketim yerlerine yönelik 73 bin 452; yem üretimi ile satış yerlerine ise bin 261 denetim olmak üzere toplam 74 bin 713 denetim gerçekleştirildi. Denetimlerde 2 bin 756 adet numune alınarak analiz edildi. Yine 2018 yılında, Tarım ve Orman Bakanlığı Alo 174 Gıda Hattı'na İzmir için toplam 3 bin 368 şikayet bildirildi. İzmir Tarım ve Orman İl Müdürlüğü tarafından toplam 312 kontrol görevlisi ile gerçekleştirilen denetimlerde 7 milyon 725 bin 263 TL idari para cezası uygulandığı duyuruldu.

“SORU İŞARETLERİ TAŞIYORUZ”

Gıda güvenliği açısından Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu özetleyen İzmir Ticaret Borsası (İTB) Yönetim Kurulu Başkanı Işınsu Kestelli, tarım ve gıda politikalarının en öncelikli amaçlarından birinin, vatandaşların güvenli gıdaya ulaşmalarını temin edilmesi olduğunu vurguladı. Başkan Kestelli, “Bu konuda yüzde 100 başarılıyız demek maalesef mümkün değil. Hepimiz zaman zaman tükettiğimiz gıdalara ilişkin bazı soru işaretleri taşıyoruz. Bu konuda Tarım ve Orman Bakanlığımızın sürekli ve düzenli denetimler yaptığını biliyoruz. Bu denetimlerin çok önemli sayıda olduğunu da söyleyebiliriz. Caydırıcı cezaların yanında asıl önemli olan üreticilerimizin bilinçlenmesi olduğunu düşünüyorum. Ayrıca tüketicilerin de aldıkları ürünler hakkında sorgulayıcı olmaları ve şüphelendikleri durumlarda Alo Gıda hattına bildirimde bulunmalarının önemli olduğuna inanıyorum” diye konuştu.

OBEZİTEDEN KANSERE

Gıda güvenliği ve içeriğinin günümüzde en çok tartışılan konuların başında geldiğini söyleyen İzmir Ekonomi Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nazan Turhan, glikoz, fruktoz veya mısır şurubu ilavesi ile katkı maddeleri ve dondurulmuş ürünlere dair açıklamalarda bulundu. Prof. Dr. Turhan ise şöyle konuştu: “Bazı gıdaların işlenmesi sırasında veya hazırlık aşamasında ilave şekerler eklenir. Bütün olarak satılan meyvelerde, sebzelerde doğal şeker bulunmaktadır. Fakat yeni gıdalar oluşturmak için ilave edilen, kahverengi şeker, mısır şurubu, dekstroz, fruktoz, meyve suyu konsantreleri, sakkaroz gibi şekerler vardır. Şekerli gıdalar; aşırı kiloya, obeziteye bağlı olarak diyabet, kardiyovasküler hastalıklar, artrit, depresyon, hatta bazı kanser türlerine neden olduğu uzmanlarca ifade edilmektedir. Mevsim kısıtlamasını ortadan kaldırması, uzun süre depolanabilmesi, yemeğe hazır veya kolay işlenebilir olması, pratikliği gibi avantajlı özelliklere sahip dondurulmuş gıdalar ise tekniğine uygun üretilmişse, insan sağlığı üzerinde herhangi bir riski yoktur.”

KATKI MADDESİ EN DÜŞÜK MİKTARDA KULLANILIR

Katkı maddeleri hakkında da bilgi veren Prof. Dr. Nazan Turhan konuşmasını şöyle sürdürdü: “Türk Gıda Kodeksi Gıda Katkı Maddeleri Yönetmeliği’ne göre Gıda Katkı Maddesi; Besleyici değeri olsun veya olmasın tek başına gıda olarak tüketilmeyen ve gıdanın karakteristik bileşeni olarak kullanılmayan, teknolojik bir amaç doğrultusunda üretim, muamele, işleme, hazırlama, ambalajlama, taşıma veya depolama aşamalarında gıdaya ilave edilmesi sonucu kendisinin ya da yan ürünlerinin, doğrudan ya da dolaylı olarak o gıdanın bileşeni olması beklenen maddeler olarak tanımlanır. Bir gıda katkı maddesinin kullanım miktarı, istenen etkiyi yerine getirebilecek gerekli olan en düşük miktar olarak belirlenir. Bir gıda katkı maddesinin kullanım miktarı belirlenirken;
- Gıda katkı maddesi için oluşturulmuş kabul edilebilir günlük alım miktarları veya buna eşdeğer bir değerlendirme ve bu katkı maddesinin bütün kaynaklardan alınacak muhtemel günlük alım miktarları,
- Gıda katkı maddesinin özel tüketici grupları tarafından tüketilen gıdalarda kullanılması durumunda, bu katkı maddesinin bu tüketici grupları tarafından günlük alınması muhtemel olan miktarları dikkate alınır.

“AŞIRI TEPKİ GÖSTERİLİYOR”

Gıda katkı maddelerinin verilen kısıtlamalar dahilinde kullanımında bir sorun yoktur. Ancak her şeyde olduğu gibi gereğinden fazla kullanımın faydadan çok zarar getireceği açıktır. Günde 4 litre su tüketimini içeren diyet programını uygulayanlar arasında ölümle sonuçlananların olduğu bildirilmiştir. Suyun gereğinden fazlasının bile zehirlenme yaptığı düşünülürse gıda katkı maddelerine gösterilen tepkinin aşırı olduğunu düşünüyorum.

“TÜKETİCİ BİLGİLENDİRİLMELİ”

Maalesef bu ön yargı tüketicileri ürün seçimi yapmaya yöneltmiş, firmalar da ürünlerini bu yönde geliştirmeye çalışmaktadırlar. Ancak teknoloji gereği bu her ürün için mümkün değildir. Öncelikle yapılması gereken tüketicinin bu yönde bilgilendirmesi gerekliliğidir” ifadelerini kullandı.

“10 KİŞİDEN BİRİ YAŞAMINI YİTİRİYOR”

Türkiye’nin gıda konusunda önde gelen sivil toplam örgütlerinden biri olan Gıda Güvenliği Derneği Başkanı Samim Saner ise, Dünya Sağlık Örgütü'nün 2018 yılı verilerine göre gıda güvenliğine sahip olmayan ürünlerin 200'den fazla hastalığa yol açtığını söyledi. Dokuz Eylül Gazetesi’nin kamuyu aydınlatma görevi nedeniyle teşekkür eden Başkan Saner, “Ne yazık ki, dünya üzerindeki her 10 kişiden biri bakteri, virüs, parazit gibi bulaşan veya kimyasal maddelerle kirlenen gıdalar nedeniyle yaşamını yitiriyor. Kamuoyunda tıpkı sizlerin yaptığı gibi gıda güvenliğine yoğunlaşmamız gerekiyor. Bugün ne yazık ki, halk sağlığını tehdit edecek düzeydeki bilgi kirliliği ile gıda güvenliği ele alınıyor. Medyamız; reyting kaygısı ve konuşan kişileri popüler yapan spekülatif konulara yöneliyor” diye konuştu.

“TARTIŞMALAR ENERJİMİZİ TÜKETİYOR”

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) olarak bilinen ürünlerin ülkemize girişi yasak olmasına karşın, bitmeyen bir GDO'lu ürün tartışması yaşandığına dikkat çeken Saner, “Tavuk, yumurta ve süt gibi ürünlerde de benzer tartışmalar sürüyor. Mesela tavuk üretiminde hormon kullanımı yasak olmasına karşın biz hala tavukta hormon var mı diye tartışıyoruz. Yoğurdu evde kendimiz mi yapalım yoksa marketten mi alalım? Eğer kendimiz yapacaksan sütü sokaktan mı alalım diye kafa yoruyoruz. Bütün bunlarla enerjimizi tüketiyoruz” dedi.

“ALIŞVERİŞE AÇ ÇIKMAYIN”

Vatandaşlara Dokuz Eylül Gazetesi aracılığıyla bir çağrıda bulunmak istediğinin de aktaran Saner, “Lütfen alışveriş listesi yaparak pazara çıkın. Plansız alışverişler ne yazık ki bozulan ve çöpe giden yiyeceklerin alınmasına neden oluyor. Özellikle meyve ve sebze gibi raf ömrü kısa olan ürünleri alırken çok dikkatli olun. Karnınız açken alışveriş yaparsanız, ihtiyacınızdan fazlasın alabileceğiniz için mutlaka tok karnına alışverişe gidin. Aldığınız güvenli gıdaya uygun hazırlık, pişirme ve saklama yöntemlerini kullanmazsanız o ürünün de güvenli olmaktan çıkacağını unutmayın. Yiyeceklerinizi pişirirken ne az ne de fazla pişmemesini sağlayın. UHT veya diğer kutu sütlerden korkmayın. Çünkü bunlar sizin yerinize kaynatılmış sütlerdir” ifadelerini kullandı.

ÜRÜNÜN ELBİSESİ: AMBALAJ

Ambalaj; ürünleri koruyan, üzerinde yer alan bilgilerle tüketicilerle iletişim kuran, ürünün
kolay depolanıp taşınması ve tüketicinin dikkatini çekmesi için plastik, kağıt, metal, karton gibi materyallerden yapılan ürününü bir anlamda giysisi olan ve onu tamamlayan araçtır. Aksaray Üniversitesi’nden Halil İbrahim Cengiz’in hazırladığı bir çalışmada, ürün satışında ambalajın yüzde 70 oranında rolü olduğunu belirtti. Çalışmada ayrıca, “Eğer ambalaj, tüketiciye cazip gözükmüş ve türketicinin ürünü eline almasını sağlamışsa bu ürünün satın alınma oranı yüzde 70’dir. Bu oran çocuk tüketicilerde ve planlanmamış alışverişlerde daha da yükseliyor. Ambalajın maliyeti ise ürünün toplam maliyetinin içindeki payı yüzde 10 ile 50 arasında değişmektedir. Tüketicinin korunması açısından da ambalajların insan sağlığına zararlı olmayan maddelerden meydana gelmesi, içerdiği ürünün niteliğini, kalitesini bozmayan malzemelerden oluşması, gıda ürünlerinin kimyasal bileşiminden etkilenmeyecek malzemelerden yapılması gerekir” ifadelerine yer verilmiştir.

KIRILMA VE BOZULMAYI ÖNLER

Ambalaj; ürünün çarpma, ıslanma gibi fiziki bakımdan koruduğu gibi, ürünün bozulması örneğin çürüme, ekşime, küflenme bozulma gibi fonksiyonları da içerir. Ürünün rafta sağlam kalması, kullanılabilecek durumda olacak şekilde korunması, nem ve hava etkilerinden koruma, ürünün bozulmasının ve fiziksel kayıpların önlenmesi, bakterilere karşı hijyenik ortam oluşturma, ürünü gerekli hava şartlarında muhafaza etme gibi fonksiyonlara sahiptir. İyi bir ambalaj ürünün raftaki ömrünü uzatmakla beraber son kullanma tarihini makul seviyede geciktirir.

MİKTAR, TARİH, BESİN DEĞERİ

Ambalajlar aynı zamanda ürünün tanınmasından ürünün içerdiği miktarlara, ürünün içeriğinden beslenme değerlerine, kullanım ömründen ürünün nasıl hazırlanıp tüketileceğine kadar çeşitli bilgileri de içerir. Gıda Güvenliği Derneği Başkanı Samim Saner, ülkemizde gıdaların işlenmesinden, ambalajlanmasına kadar gıda güvenliğini etkileyecek mevzuatları hazırlama, denetim yapma ve gerekirse ürünleri piyasadan toplatma yetkisinin Tarım ve Orman Bakanlığı'nda olduğunu söyledi. 

DENETLENİP İZLENEBİLİR

Son dönemde ambalajlı gıdalara karşı olumsuz bir hava yaratıldığını da sözlerine ekleyen Başkan Saner, “Aslında gıda güvenliğinde ambalajlı gıdalar üretim safhasından masamıza gelene kadar her aşaması kontrol ediliyor. Ambalajlı gıdalar, bakanlık tarafından denetlenen, izin verilen ve izlenebilirliği tam olan gıdalardır. Diğer yandan ambalajlı olmayan, yani izlenebilirliği sağlanamamış ürünün güvenliğinden de söz edemeyiz. Bu açıdan tüketicilerin ambalajlı ürünleri tercih etmesi, gıda güvenliği açısından çok önemlidir” dedi. 

“EVDE YAPTIĞIMIZ REÇELDE BİLE VAR” 

Diğer bir endişe konusunun ise ambalajlarda yazılı katkı maddeleri olduğunu vurgulayan Samim Saner, “Aslında bu katkı maddelerinden korkmamak gerek. Zira evlerimizde ürettiğimiz ürünlerde bile katkı maddeleri var. Mesela reçele koyduğumuz limon tuzu aslında sitrik asittir. Keza sosların içine konulan sirke de asetik asittir. Tatlı yapımında kullanılan kabartma tozunda amonyum bikarbonattır. Gıda katkı maddeleri fonksiyonlarına göre koruyucular, antioksidanlar, renklendiriciler, tatlandırıcılar, asitlik düzenleyiciler gibi çeşitli sınıflara ayrılmakta. Avrupa Birliği tarafından da onaylı bu maddelere 'E' kodu verilmekte. 

“YAĞMURDAN KAÇARKEN DOLUYA YAKALANMAYIN”

Vatandaşlarımız ambalajlı gıdalardaki katkı maddelerinden uzak durmak adına açıkta satılan ürünlere yönelebiliyor. Fakat açıktaki ürünlerin çok daha fazla katkı maddesi içerme riski olduğunu bilmiyorlar. Yani yağmurdan kaçarken doluya yakalanabilirler. Yapılan denetimlerde açıkta satılan gıda ürünlerinin hem yasaklı madde hem de çok daha fazla katkı maddesi içerdiği görülebilmekte. Açıkta satılan ürünün içinde ne kadar pestisit, kanserojen madde, katkı maddesi, antibiyotik olduğu satanın inisiyatifine kalmış durumda. Maalesef vatandaşlarımız bunun farkında değil. Sağlıklı ürün almak adına açıkta satılan zararlı ürünlere yönelebiliyor. Oysa ki, ambalajlı ürünlerde ambalajın üstünde ne yazıyorsa sadece o vardır ve bu madddeler de bakanlık tarafından sıkı şekilde kontrol edilmektedir” diye konuştu. 

EKMEK İSRAFINA AMBALAJ ÖNLEMİ   

İzmir Ekonomi Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nazan Turhan  ise, dünya çapında en fazla meyve ve sebze, kök ve yumrulu bitkiler ile tahılların israf edildiğinin altını çizdi. Turhan, “Ülkemizde Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) 2013 yılında düzenlediği “Ekmeğini israf etme” kampanyası dahilinde yapılan araştırmaya göre ülkemizde her yıl 6 milyon ekmeğin israf edildiği saptanmıştır. İsrafın önlenebilmesi için sunulan çözümlerden biri de ekmeğin ambalajlı satılması olmuştur. Böylece hem hijyenik koşullar sağlanmış hem de ekmeğin daha uzun süre taze kalması sağlanmıştır. Ekmeğin ambalajlanmasıyla ekmekte yüzde 20 civarında bir kazanım tahmin edilmekte” dedi. 

“KAYIPLARIN AZALMASI ANINDA ETKİSİNİ GÖSTERİR”

Turhan, “Düşük gelirli ülkelerde gıda kayıplarının ve atıkların nedenleri temel olarak hasat teknikleri, zorlu iklim koşullarında yetersiz depolama ve soğutma tesisleri, altyapı, paketleme ve pazarlama sistemlerinde yaşanan finansal, yönetsel ve teknik sınırlamalara bağlıdır. Gelişmekte olan ülkelerdeki pek çok küçük çiftçinin gıda güvensizliği sınırlarında yaşadıkları düşünüldüğünde, gıda kayıplarındaki bir azalmanın geçim kaynakları üzerinde anında ve önemli bir etki yaratacaktır” ifadelerini kullandı.