Haber / Berfin KARAMAN

İdea Universal Derneği’nin araştırmalarına göre küresel iklim değişikliğiyle birlikte artan sıcaklık, dünyamızı yaşanılabilir bir ortam olmaktan gittikçe uzaklaştırıyor. Bunun en büyük sonucu, yaşanabilecek olası bir su krizi. Dünyanın 4’te 3’ünün suyla kaplı olmasından dolayı, yeterli su kaynağı olduğu düşünülse de sanılanın aksine, Dünya’daki su kaynaklarının sadece yüzde 2.5’i tatlı su ve bu suyun da yüzde 75’i buzullar içinde. Temiz ve içilebilir suya erişim temel yaşam hakkı olmasına rağmen dünyada 785 milyon insan yani her insandan 9’da 1’i suya erişemiyor. 144 milyon insan temel ihtiyaçlarını karşılamak için yüzey suyuna güveniyor. Araştırmaya göre, sektör bazında küresel su tüketimi incelendiğinde yüzde 69 gıda ve tarım, yüzde 19’u enerji ve endüstriyel sektörler, yüzde 12’si ise içme suyu ve evsel kullanımda harcanıyor. Aynı araştırmaya göre, 2050′ ye kadar her 4 kişiden en az 1’i, kronik veya tekrarlayan tatlı su kıtlığından etkilenen bir ülkede yaşayacak. Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre ise her 9 saniyede 1 çocuk kirli sudan dolayı yaşamını yitiriyor. Temiz içme suyu kullanamayanların yarısından fazlası Afrika kıtasında yaşıyor.

SU FAKİRİ TÜRKİYE

Devlet Su İşleri’nin (DSİ) resmi sitesinde yer alan kriterlere göre, ülkede kişi başına düşen su miktarı kriteri üzerinden ülkeler “su zengini” veya “su fakiri” olarak nitelendiriliyor. DSİ’nin verilerine göre Türkiye’de yıllık kişi başına düşen su miktarı yaklaşık 1519 metreküp. Bu miktar ile de Türkiye sanılanın aksine “Su Zengini” değil, “Su Fakiri” olan ülkeler arasında yer alıyor.  Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Türkiye’nin nüfusunun 2030 yılında 100 milyonu aşması bekleniyor. Bu nüfus artışıyla beraber mevcut su miktarı ve tüketimi sabit kaldığında kişi başı kullanımın 1120 metreküp/yıl civarında olacağı öngörülüyor. Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın Türkiye’nin Su Riskleri Raporu ’na göre, 1970 yılından günümüze kadar, tatlı su kaynaklarına bağlı yaşayan canlı türlerinin yüzde 37’si yok oldu.  Aynı rapora göre,  1 litre atık suyun arıtılması için gereken temiz su miktarı 8 litre. Bu da demek oluyor ki, atık suların tekrar kazanılması işlemi oldukça maliyetli bir işlem.

DERELER, GÖLLER KURUDU

Geçtiğimiz yıla bakıldığında, Antalya’da Kargılı Deresi, Şırnak’ta Bazamir Deresi, Kars’ta Kuyucuk Gölü, Sivas'ta Tecer Irmağı, Tunceli'de Çerme Deresi, Antalya'da Şubaşı Yaylası'ndaki İkiz Göller, Kırşehir'de Seyfe Gölü ve Manisa’da Marmara Gölü tamamen kurudu. Bunların yanı sıra Trabzon’daki 10 bin yıllık Ağaçbaşı Turba Bataklığı ve Konya'daki Obruk Gölü'de kuruma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Van Gölü başta olmak üzere Antalya’da Çayboğazı ve Muğla’da Bodrum barajlarında da su seviyeleri ciddi oranda düştü. Derelerin kuruması ve barajlardaki su seviyelerinin düşmesinin su krizi felaketinin sinyali olduğu kaçılmaz bir gerçek.

Mevcut koşullarda bile suya erişimin az olduğu ve gün geçtikçe azaldığı düşünüldüğünde, 2030 yılında yaşanacak olan su krizlerini ve bu sebepten doğacak olan su savaşlarına ve iklim göçlerine yönelik adımların atılması oldukça önemli.

Su kullanımı bakımından ülke için önem teşkil eden bir diğer konu da hidroelektrik santralleri. Özellikle küresel iklim değişikliğiyle mücadele ve artan enerji talebini karşılamak için doğal gaz, petrol, kömür gibi kaynaklara kıyasla daha temiz ve yenilenebilir bir kaynak olduğu gerekçesiyle hidroelektrik sektörünün gelişimi devletler tarafından teşvik ediliyor. DSİ’nin istatistiklerine göre 1924-2003 yılları arasında özel sektör tarafından 84, DSİ tarafından da inşa edilmiş toplam 134 HES olduğu görülüyor. 2003 yılından itibaren 2015 yılına kadar inşa edilen toplam HES sayısı da 444. 2016 yılı sonu itibariyle de, işletmede bulunan lisanslı ve lisanssız toplam 597 adet HES var.  HES işletimi nedeniyle yer altı suyu miktarı her geçen gün düşüyor. HES’lerde derelerdeki suyun tamamı kullanıldığı için vadilere küçük kollardan gelen su yaz aylarında tamamen kuruyor ve vadilerdeki ekolojik dengeyi bozuyor.

HASTALIK TEHLİKESİ

Artan nüfus ve HES’lerin etkisi bir yana, gelir ve tüketim düzeyinin yükselmesi ve gıda ürünlerine yönelik taleplerin artması da su kaynakları üzerinde ilave baskı yaratıyor. Her alanda tüketim düzeyinin kontrol altına alınamaz biçimde artması, doğal su kaynakları üzerinde çok ciddi baskılar oluşturuyor.  Arıtmaya girmeyen ve ya düzgün arıtılmamış atık sular ise yaklaşık 2 milyar insanı kolera, dizanteri, tifo ve çocuk felci hastalıkları ile burun buruna getiriyor.

Ordu Çevre Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Ekolojist Coşkun Özbucak, Türkiye’de su kullanımına dair bir politika olmadığını söyledi. Suyun ticarileşmesi ve buna yönelik politikaların yürütülmesinin, su üzerinden para kazanma politikalarının su krizine neden olduğunu belirterek, “Dünyadaki iklim değişikliğini de göz ardı etmemek gerekir. Su krizinin bir boyutu da iklim değişikliğinden kaynaklı ancak bu bilindiği halde sanki su bolluğu varmış gibi suyun talan edilmesi, suyun sermayeye peşkeş çekilmesi su krizini tetiklemektedir. Bugün HES’lerin kurulması, 49 yıllığına suların ele geçirilmesi demek. Eskiden 5 yıllık kalkınma planları vardı bugün bu plan yok suyu ele geçirme yarışı var” dedi.

Özbucak, su krizinin sistemle bağlantılı olduğuna dikkati çekerek, “Devletin attığı adımlar kapitalist üretim anlayışı içinde olduğu için, her şeyi meta olarak gören bir yönlendirme söz konusu. Bu nedenle devletlerin yapması gereken çok şey var, halkçı, kamucu düşünmek ve halk yararına politikaların geliştirilmesi su krizini ortadan kaldırmak demektir. Suyun ticarileşmesinin önüne geçmek, derelerin korunması gerekir. ‘Derelerdeki sular boşu boşuna akıyor bunu engelleyeceğiz’ politikası su krizine hizmet eden bir bakış açısıdır” ifadelerini kullandı.

'Suyu ve doğayı korumak şart'

Var olan ekolojik mücadelenin siyasileşmesi ve devlet mücadelesiyle birlikte yürütülmesi gerektiğini vurgulayan Özbucak, “Canlılar için su ve hava nasıl vazgeçilmezse onları korumak da o denli vazgeçilmezdir. Bugün tarımda kullanılan su bile bilinçli kullanılan su değil. Herkes bahçesini hoyratça gelişi güzel suluyor. Gereğinden fazla suladığı zaman aslında bunun toprağa da zararı var. Devletin tarım koparatifleri kurması ve bu alanda suyun kullanımını denetlemesi gerekir. Sanayide kullanılan suyun da aynı şekilde denetlenmesi gerekiyor. Özellikle maden işletmeleri çok su kullanıyor. Kullandıkları sular da kirlenmiş oluyor ve bir daha geri döndürülemez hale geliyor. Bu tür işletmelere izin vermemek gerekir” diye konuştu.

‘Devlet denetlemeli, halk bilinçlendirilmeli’

Su kullanımının iktidarın yönetiminde olduğunu söyleyen Özbucak, “Yerel yönetim suyun kullanımı konusunda kendisi belirleyici olsa halkın denetimi daha da kolay olur. Sorunu daha kolay çözebilir. Suya bakış açısının değişmesi şu saatten sonra çok önemli.  Suyu kirletmeden kullanmanın yöntemlerini de bulmak ve geliştirmek gerekir. Bunlar olanaklı yöntemler, zor işler değil. Ama su çok bolmuş gibi sular bilinçsizce kullanılıp geri dönüşüm olmaksızın denize aktarılıyor. Bilim insanlarının suyu geri dönüşümle kullanmaya yönelik çalışmalar yürütmesi gerekiyor. Bunun dışında kalkınma planları yapılması ve bunların uygulanması denetlenmesi gerekiyor.  Geri dönüşüm olmadan kullanılan sular, krizi daha da hissettirecek ve ileride sorunları katlayarak karşımıza çıkaracak” şeklinde konuştu.