Hazırlayan/ Yusuf KÖRÜKMEZ

Bu eleştirileri ve yeni kanunun getirilerini ve götürülerini Mültecilerle Dayanışma Derneği’nin (Mülteci-Der) eski başkanlarından Avukat Eda Bekçi ve Göç Araştırmaları Derneği üyesi Dr. Lülüfer Körükmez ile konuştuk.

Bir tek olumlu gelişme var

Sözlerine değiştirilen maddelerin bir kısmının olumlu olarak değerlendirildiğinin belirterek başlayan Avukat Eda Bekçi, “15 Temmuz sonrası Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile pek çok yasada değişiklik yapılmıştı. Burada özellikle yabancıların sınır dışı edilmeleri yönündeki kararın yasadan çıkarılması ve eski haline getirilmesi konusunda bir değişiklik var, bu olumlu yorumlanabilecek bir şey. Ama bunun dışındaki maddeler maalesef hem anayasamıza hem de uluslararası kanunlarla koruma altına alınan genel mülteci hakları anlamında olumsuzluk söz konusu” dedi.

Haklar kısıtlanıyor

1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 protokolünün mülteci hukuku için bir mihenk taşı olduğunu vurgulayan Bekçi, “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) bu sözleşmelerin iskeleti üzerine kurulmuştur, dolayısıyla buna bağlı kalınmadı. En temel olan geri göndermeme yasağıdır, temel insan hakları prensiplerine uygun bir iç yasal düzenlemenin yapılması gibi Türkiye’nin imza atarak taahhüt ettiği bir takım sözleşmeler var. Ancak bu değişikliğe baktığımızda sınır dışına itiraz sürecine ilişkin düzenlemede 15 günlük yasal süre 7 güne indirilmektedir. Burada hakkın özünü koruyucu değil daraltıcı kısıtlayıcı bir duruma gidiyor. Ve bunun nedeni nedir? Neden 15 günlük süre 7 günü indiriliyor? Ne tür bir hukuki yarara hizmet etmektedir?” ifadelerini kullandı.

“Siz bu davayı açmayın” demek bu

Hukukçuların en çok sorun yaşadığı maddelerin başında bu itiraz sürecinin olduğunu aktaran Bekçi, “Mültecilerin 15 gün içinde sınır dışı kararına itiraz etme hakkı var. Ancak bunu yapmak için avukatlık hizmetlerine erişebilmeli, Türkiye yasalarını bilmeleri, bunu öngörebilmeli ve etkin bir iç hukuk yoluna ulaşabilme yollarının kolaylaştırılması gerekiyor. 15 günlük süre sürede kişinin dava açabilmesi, avukatlık hizmetlerine ulaşabilmesi, bu yöntemleri öğrenebilmesi zorken bunu 7 güne indirmek aslında ‘Siz bu davayı açmayın, bir an önce sınır dışı işlemlerinizi gerçekleştirelim’ anlamına gelmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 13. maddesi, etkin başvuru hakkına ilişkindir. Yani sizin bir hakkın özünü koruyabilmemiz için iç hukukta etkin ve işe yarar bir yasal düzenlemenin olması ve buna başvuru yollarınızın mümkün olması gerekiyor. Türkiye AİHS’i imzalayarak bunu da taahhüt etmiştir. Şimdi siz fiilen işlemeyen bir yasal düzenlemeyi oraya koyarsanız, fiili bir imkansızlık yaratırsanız, fiziki ve hukuki koşullar anlamında AİHS’te yeni ihaleler doğurur” diyor.

Sadece mültecileri kapsamıyor

Avukat Eda Bekçi, hem Cenevre Sözleşmesinin hem de YUKK’un temel prensiplerinden olan ‘geri göndermeme’ maddesinin altını çizerek, “Bu sadece mültecileri kapsamaz. Bu madde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne bağlı olmayan bütün insanları koruma altına alır. Ama asıl bu maddenin korumak istediği kitle uluslararası koruma ihtiyaç sahipleridir ve onları için bir kalkandır. Kişinin iltica etme nedeni ülkesinde zulüm, işkence ve kötü muamele riskidir. Dolayısıyla ne olursa olsun kişinin ülkesine geri gönderilmemesi gerekir. Ama Türkiye’de ne oldu; özellikle KHK ile yapılan değişiklikle kamu düzeninin güvenliği gibi kavramlar maalesef çok geniş yorumlanmaya başladı. Özellikle Suriyeliler'de çok kötü örnekleriyle karşı karşıya kaldık. Çok basit nedenlerle haklarında sınır dışı kararı verildi ve verilmeye devam ediyor ve bu karar bu maddelerin biriyle olursa açtığınız sınır dışı iptal davası işlemleri de durdurmuyor. Yani siz davayı açsanız ilerde kazanmış olsanız bile kişi o sırada ülkesine geri gönderilmiş olacak. Şimdi geri göndermeme ilkesine ne oldu? Hangi kapsama girdi?” diye konuştu.

Geri dönüş formu imzalatılıyor

Avukatların sığınmacıların itiraz sürecinde sınır dışı edilmemesi için Anayasa Mahkemesinden ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden (AİHM) tedbir kararı aldıklarını aktaran Bekçi, “Ancak bunlar hızlı işleyen mekanizmalar değil. O sırada kişilerin sınır dışı edilme riski ile karşı karşıyayız. Veya hakkında tedbir kararı alınan kişililerin uzun süre geri gönderme koşullarında tutma, avukatının ya da ailesini bulunmadığı bir şehre sevk etme. Oradaki geri gönderme merkezinde sözlü ve fiziki olarak zorlayarak ülkesine gönüllü olarak geri dönüş belgelerini imzalatma. Hatta hakkında Anayasa Mahkemesi tedbir kararı olan insanların bile feragatnameler imzalatarak geri gönderildiğini biliyoruz. Dayanak olarak da ‘kişi geri dönüş belgesini imzaladı’ deniliyor. Bunun, bağımsız bir sivil toplum örgütü tarafından denetlenebilir, gözetlenebilir ve kontrol edilebilir bir mekanizması olmalı. Mülteci hukukunda temel prensip şudur; herkesin kendi ülkesinde vatanında özgür, güvenli ve sağlıklı bir ortamda yaşayabilmesidir. Bizim de istediğimiz budur. Ancak bu koşullar sağlanmadan insanları geri göndermeye zorlamak hak ihlalidir” değerlendirmesinde bulundu.

Akla zarar bir değişiklik

YUKK’un 54. maddesindeki ‘Türkiye’ye yasal giriş ve çıkış hükümlerini ihlal edenler sınır dışı edilir” ibaresinin ‘teşebbüs edenler’ olarak değiştirilmesinin kötü yorumlamaya ve keyfi uygulamalara yol açacağını aktaran hukukçu, “İzmir, Ege Denizi vasıtasıyla yasadışı geçişlerin çok yoğun olduğu bir bölge. Seferihisar plajında denize girseniz böyle bir suçlamayla karşı karşıya kalabilirsiniz. Bu tamamen niyet okumaya yönelik, hukukun temel ilkleriyle bağdaşmayan bir değişiklik önerisi ve kesinlikle yasalaşmaması gerekiyor. Bu sadece İzmir için geçerli değil, Van’da Iğdır’da yanı bütün sınır şehirlerimiz için geçerli. Hatta kayıtlı olduğu ilin dışında başka bir şehirde yaşamak durumunda kalan insanların hareket halinde olması pekala bu maddeye sokulması anlamına gelir. Akla zarar bir değişiklik” ifadelerini kullandı.

Mantıksız maddeler yasalaştırılıyor

“Bir madde daha var” diye devam eden Eda Bekçi, “Türkiye’deki yasa koyucular, hatalı-sorunlu maddeleri yasalaştırıyor. Misal; Türkiye’nin içinde olan yabancılara ülkeye giriş yasağı konuluyor. Böyle bir şey mantıken olamaz. Ülkeye girdikten sonra giremezsin kaydı koyuluyor. Bu konu uygulamada maalesef değişiklik öncesi de uygulanmakta ve dava konusu edilmekte idi. Maddedeki değişiklik ülke içinde bulunan kişilere de ‘ülkeye kabul edilemez kişi’ kaydı koyulabileceği düzenleme getiriyor. Yani hem hukuki hem de teknik bir hatayı yasalaştırıyorlar. Artık hukuki dayanağı olacak yasada böyle bir şey mümkün olacak. Bu hukuku dolanmaktır kötüye kullanmaktır. Yasa metninin aslında bir hatayı yasallaştırmak için kullanma anlamına gelir ve çok tehlikeli bir şeydir” şeklinde konuştu.

Olumlu bir şey olumsuz bir şeye dönüştürüldü

Genel Sağlık Sigortası’nın bir yılla sınırlandırmasının da çok yanlış bir karar olduğunu belirten Avukat Bekçi, “İdari olarak devlet bir yılın içinde karar veriyor mu ki bunu sınırlıyorsunuz? Kişi uluslararası koruma ihtiyacını bildirdikten sonraki süreçte uluslararası korumaya alınması uzun sürebiliyor. Altı aylık değerlendirmeler altı aylık uzatmalar alıyor. Bunu neticelendirmeden, yargıya taşınmadan, kişinin sağlık hakkı sınırlanıyor. Bu şu an sağlık hakkından yararlanan herkesin bu haktan yararlanamaması anlamına gelecek. Ve geçmişte Türkiye’de bunu çok kötü örnekleri oldu. Tedavi göremediği için Türkiye’de ölen insanlar oldu. Koskoca ülke ve bir birey ve o birey hasta, tedavisini göz göre göre yapmıyorsunuz ve o ölüyor. Bunu nereye sığdıracağız ve nereye koyacağız? Türkiye’de olumlu bir şeyi olumsuz bir şeye dönüştürmeye çalışıyorlar. Kişilerin Genel Sağlık Sigortasını erişebilecek koşulları yaratmıyorsunuz, onları bu sistemin dışında bırakmak için elinizden ne geliyorsa yapıyorsunuz, buna göz yumuyorsunuz, bir yandan da bunu kısıtlıyorsunuz. Bu bir ikiyüzlülük. Bir sömürü düzeni” ifadeleriyle isyan etti.

Yaşamaları zorlaşıyor

Yeni yasalarla birlikte kayıtsız sığınmacıya ev kiralanmanın veya insani bir yardımın göçmen kaçakçılığı suçuna girebileceğinin altını çizen Avukat Eda Bekçi, “Bir mültecinin ev bulması ve tutabilmesi çok zor. Özellikle de trans bir mülteci, eşcinsel bir mülteci, fiziksel görüntüsü nedeniyle Türkiye’de yaşadığı bir şehirde zor barınan bir kişi, katlanarak farklı bir ayrımcılığa maruz kalıyor. Böyle bir ortam varken böyle bir madde koyarak barınma yeri bulmalarını engellemek ve bulsalar da ev sahibinin bin TL’lik evi ‘Sizin için bu riske giriyorum’ diyerek beş bin TL’ye kiraya vermesine yol açar. Bu madde daha da büyük bir istismara kapı açmaktan, kişileri evsiz-barksız bırakmaktan başka bir şeye hizmet etmez. Kişinin evi var ve bunu yardım etmek amacıyla kiraladığı diye suçlu duruma düşürüyorsun. Yunanistan da bunu yaptı. Denizden ölmek üzere olan insanları kurtaranlara göçmen kaçakçılığından işlem yaptı. Bu madde de buna benzer. Bir insani görevi yerine getiren insanlara suçlu muamelesi yapmak hem kendi vatandaşına hem de yabancıya düşmanlıktır” dedi.

Kişinin hayatı askıda bırakılıyor

YUKK’taki ‘Uluslararası Koruma Başvuru Sahibi Kimlik Belgesi altı aylık düzenlenir ’ibaresindeki ‘altı ay’ süresinin kaldırılmasının tek amacının kişinin hayatını askıda bırakmak olduğunu belirten Bekçi, “Türkiye’de bir şeyler sürekli askıda tutuluyor. Yanı Türkiye’de kişiye bir türlü statü verilmiyor. Kişi Türkiye’de hiçbir zaman yasadaki şartlı mülteci statüsü alamıyor. Hep Uluslararası başvuru sahibi gibi bekliyor. Ne zaman kendine gidecek üçüncü bir ülke buldu, kabul aldı, o zaman eline şartlı mülteci statüsü veriliyor. Çünkü gidiyor artık. Ona şartlı mülteci demeniz haklarını teslim etmeniz anlamına gelir. Bu süreyi ne kadar askıda tutarsanız, tek taraflı olarak eliniz o kadar güçlüdür. Bu, kişinin hayatını askıda bırakmak anlamına gelir” şeklinde yorumladı.

Avrupa dürüst davranmıyor

Avrupa’daki pek çok hukuki düzenlemenin şu anda mülteci hukuku anlamında Türkiye’nin çok gerisinde olduğunu belirten Eda Bekçi, “Cenevre Sözleşmesine taraf olan ülkelerde Suriye savaşı sonrasında 2015-2016 yılları arasında bir milyona yakın insanın Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçtiği biliniyor. Bu rakamlardan sonra Avrupa’nın da İnsan Hakları çıtası bozuldu. Avrupa, bize yıllarca insan hakları dersi veren ülkeler, maalesef bu sefer tamamen hem hukuki hem de fiziki anlamda mültecileri ülkelerine sokmama, soktuklarında da her türlü hukuki ve fiziki engelleri çıkarma şeklinde ihlaller yaptılar, yapmaya da devam ediyorlar. Biz ülkemizdeki bir şeyleri eleştiriyoruz ama amacımız yapıcı ve her şeyin daha iyi olmasına hizmet etmek; burada hiç kimse dürüst değil maalesef. Avrupa ülkeleri de dürüst değil” dedi.

Geri dönecekleri bir yalan

Mülteci Dayanışma Derneği adına beklentilerini artık normalleşmek olduğunu ifade eden Avukat Eda Bekçi, “Bu insanlarla birliktelik artık normal. Onların kendisini huzurlu güvenli hissettiği bir ortama yönelik bir çalışma bekliyoruz. Üzerinde konuştuğumuz bu değişiklikler bu amaca hizmet etmiyor. Aksine zorlaştırmaya çalışıyor. Bunları yaparken biz nasıl dostça-kardeşçe yaşayabileceğiz? Politikalar artık buna yönelik olmalı, yani birlikte yaşama kültürüne yönelik olması lazım. Topluma bu insanlar gidecek diye yalan söylenmesin artık. Böyle bir şey yok. Bu insanlarla biz evlendik, komşu olduk, öğrencimiz oldu, arkadaşımız oldu. Artık bir aradayız ve bunun üzerine düşünüp konuşmalıyız” diyerek sözlerini noktaladı.

Birlikte yaşama zemini bozuldu

Göç Araştırmaları Derneği üyesi Dr. Lülüfer Körükmez ise YUKK’da yapılan değişikliklerle ilgili şu değerlendirmeyi yaptı: “Ağustos ayından bu yana İstanbul’da başlayan Suriyelilerin sınır dışı etme dalgasının, yasadaki belirsizlik ve keyfilikle birlikte toplumsal barış ve bir arada yaşamın kurulmasına olumsuz etkisi olacaktır. Uluslararası hukukta toplu sınır dışı etme yasaklanmıştır. Suriyelilerin sınır dışı uygulaması bireysel yapılıyor gibi görünmekle birlikte doğrudan bir gruba odaklandığı su götürmez. Bu sebeple de uluslararası hukuk, sadece geri gönderme yasağının ihlal edilmesi değil ama aynı zamanda belirli bir grubu hedef alması nedeniyle de ihlal edilmektedir.

Yeni yasayla birlikte, her an sınır dışı edilebilir durumda olan, YUKK’taki değişiklikle birlikte hakların daha da kısıtlanmasına ek olarak göçmenlerle dayanışmanın kendisi de giderek kriminalize edilmeye ve yasayla da kısıtlanmaya çalışmaktadır. Sonuç olarak, kaçınılmaz olarak, birlikte yaşama zemininin daha da kırılması anlamına gelir.”