SEVDA TAYGAR

Van’da yüz yıllardır değişmeyen gelenek olan 'Köse-Gelin' oyunu köylüler tarafından bu yıl da farklı bir eğlenceyle oynandı. Saman kostümü ile kamufle edilen çoban eşi rolündeki kişi ile birlikte ev ev gezerek bereket vaadinde bulundu. Köse-Gelin’e eşlik eden köy gençleri gönüllerince eğlendikten, sonra topladıkları erzaklarla kendilerine ziyafet çekti.

Halkların mozaiği olan ülkemizin kültürel zenginlikleri saymakla bitmiyor. Küçükbaş hayvancılığın yaygın ve önemli bir geçim kaynağı olduğu Van köylerinde, yüz yıllardır değişmeyen 'Köse-Gelin' oyunu, geçmişten günümüze kadar uzanıp gelen kültürlerden sadece bir tanesi. Mevsimin koşullarına göre Şubat ayının son günleri ve Mart ayının ilk haftasına denk gelen, yılda sadece bir kez oynanan bir oyun olan 'Köse-Gelin', koç katımından yüz gün sonrası hesaplanarak yapılıyor. İnanışa göre yüzüncü günde kuzuların koyunun karnında canlandığına inanılır ve bu bağlamda Köse-Gelin oyunu kuzuların sağlıklı doğması için oynatılır. Aslında yüz yıllar önce bir ritüel olarak yapılan 'Köse-Gelin', zamanla eğlenceye dönüşmesi Van’nın Erciş İlçesi Salmanağa Mahallesi'nde renkli görüntülere sahne oldu.

Henüz oyun başlamadan önce ben köyün önde gelen isimlerinden Nusrettin Kayık ile oyun hakkında bilgi ediniyorum. Sorularımıza gülümseyerek cevap veren Kayık, bu oyunun asırlık bir gelenek olduğunu ifade ederek, dededen oğula bir miras kaldığını ifade ediyor. Kayık, sözlerinin devamında teknolojinin hayatlarını nasıl esir aldığı eleştirisiyle devam ediyor. Kayık, “Teknolojinin iki iyi yönü vardır. İyi yanı, hayatı kolaylaştırarak size rahat bir yaşam sağlaması. Kötü yanı ise, rahata alışan insanı tembelleştiriyor. Eskiden evlerimizde televizyon yoktu. Günümüz zamanımız bu oyunları beklemekle geçerdi. Zamanı geldiğinde büyük bir özenle hazırlanırdık. Köse, tefşok, tut, gogagarane, nehberg ve ismini sayamadığım birçok etkinlik. Bizler bu oyunlarla kaynaşırdık, toplumsal bir sevgi oluşurdu her bir insanın içinde. Şimdiye baktığımızda artık insanlar birbirlerine selam bile vermeyecek duruma geldi. Yolda, kahvede çarşıda gençlerin başı eğik kendilerini esir alan telefona itaat ediyor. Ve gençlerimiz bir bir kültürlerinden, renklerinden uzaklaşarak solgunlaşıyor. Burayı iyi çek kızım, 10 yıl sonra sadece sözde kalacak bu oyunlar. 20 yıl sonra ise tamamen unutulacak. Bu çektiğin fotoğraflar elinde iyi bir arşiv olarak kalacaktır” dedi.

Cemre düşünce başlar

Uzaktan köseyi mutlu bir tebessümle izleyen Antike Katlanç (70) ise köse hakkında şu bilgileri aktarıyor. “Bizler çocukken her yıl düzenli olarak köyde oynarlardı. Kimine göre 5 Şubat'ta kimine göre mayısta kimine göre ise martta kutlanır. Ancak burada doğru olan cemrelerin düştüğü dönem olsa gerek. Havaların ısındığı zaman oynanır. Uzun ve tüketici bir kıştan kurtulmanın sevinci bir yana baharın getireceği bereket de temsil eder 'Köse-Gelin'. Bir bakımdan da Nevroz’un içeriğini andırır. Aslında Newroz daha çok tarım kültürünü yansıtıyor.”

Son derecede eğlenceli olan oyunun hazırlığı başlamadan önce oyunda yer alan kişiler köyde belirlenen bir evde toplanır. Oyun kuralına göre köse rolünü oynayacak kişiyi oyun kurucuları haricinde kimsenin tanımaması gerekmektedir. Uzun bir uğraş sonrası samandan hazırlanan kıvrımlı halatlar köse olarak belirlenen kişinin vücuduna sarılır. Ve böylece samandan bir kostüm oluşan kişi köse olur. Son olarak kösenin yüzüne serpilen unla işlem biter. Gelin ise, eski kıyafetlerle giydirilir ve Köse-Gelin ile birlikte köyde bulunan evler gezilir. Oyunun önemli kurallarından biri kösenin veya gelinin tanınmamasıdır. Olur da kose ya da gelin tanınırsa oyuncular bir sonraki Köse-Gelin etkinliğine kadar alay konusu olur. Bu nedenle kamuflenin çok iyi olması için gerekli özen gösterildikten sonra sıra geline gelir. Gelinin sadece gözleri görünecek şekilde başı bağlanılır. Eski kıyafetler giydirilerek hazırlanılır. Yapılan hazırlıklar tamamlandıktan sonra Köse-Gelin köy meydanına iner. Tokmağı ile önüne çıkan ahır kapılarını çalar. Köse-Gelinin ahır kapısına tokmağı ile vurması hayvanların verimli olacağı anlamına gelir. Hane sahibi, evinde neyin bereketli olmasını istiyorsa (Tereyağı, buğday, şeker, bal, para) ondan bir miktar kose ile birlikte gezen gençlerin kovasına ya da torbasına koyar. Bu şekilde Kose mırıldanarak o evden başka eve geçer.

Oyunu eğlenceli kılan diğer bir yönü koseye takılan gençlere kosenin verdiği tepki. Kose kesinlikle konuşmaz. Konuşursa kim olacağı anlaşılır. Bu yüzden alt ve üst dudağını bir birine yapıştırarak üflemesi sonucu çıkardığı “pırrrr” sesi ve sopası ile gençleri püskürtür. Kosenin karısı rolündeki kişi de kadın elbisesi giydirilmiş bir erkekti. Köy içerisinde yürürlerken, kendine sataşan erkeklere elinde tuttuğu dikiş iğnesini batırarak kendini korur. Ve eğlence gecenin geç saatlerine kadar devam eder. Son olarak oyun bitince bir evde toplanan gençler topladıkları erzaklarla güzel bir yemek pişirir ve kendilerine ziyafet çeker.

Çok eskilere dayanıyor

Ertesi gün oyun hakkında daha fazla bilgi edinmek için tarihçi yazar İkram İşler’le görüştüm. Oyunun aslında bir ritüel olduğunu belirten İşler, Köse-Gelin tarihinin çok eskilere dayandığını ifade ediyor. İşler, Köse-Gelinin erkek ile kadın olması Dumuzi’nin İnnana ile olan kutsal evliliğinin temsilini açıkladığını dile getirdi. Bu nedenle Köse-Gelininin Gılgamış mitolojisinden günümüze kadar geldiğini anlatan İşler, Köse-Gelin hakkında bildiklerini şu ifadelerle aktardı: “Dikkat edilirse oyunlar arasında kadın ve erkeğin kavgası ve sevinci dile getirilir. Dumuzi İnanna’yı aldattığı için İnanna onu karanlıklar dünyasına hapseder. Daha sonra da pişman olarak onu geri getirmeye çalışır ancak bir bedel ödemeden geri getirilemez. Tanrılar tanrıça İnanna’nın yakarışlarına karşı biraz yumuşarlar ancak bu sefer bütün bir yıl değil, ancak altı ay yeryüzüne çıkabilecektir. O da bir şartla bu altı ay onun yerine birisi yer altında kalacaktır. Bu bedeli kimse ödemeye yanaşmaz. Sonunda Dumuzi’nin kız kardeşi Geştinan da onun yerine altı ay karanlık dünyada kalmayı üstlenir. Dumuzi’nin altı ay karanlıkta kaldığı zaman kış olur. Bütün bitkiler kurur. Tabiat yas tutar. Bu yas Dumuzi yeryüzüne çıkınca sona erer. Bu dönemde kutsal bir evlilik yaparlar. İhanetin bedelini ödeten İnanna onu çok sevmektedir aynı zamanda. Bütün bir yılın hıncını çıkarırcasına sevişirler. Bu evlilik aynı zamanda çocuk yapmanın da başlangıcı olmaktadır. Çoban kültüründe bu bereketin hayvanların çoğalacağı umudunu da verir insanlara.”

İşler şöyle devam etti: “Köse-Gelin oyunu hakkında elde ettiği bilgileri erkeğin elindeki ağaç çobanlığın simgesi olan ağaçtır. Ağaç bilindiği gibi hem tabiattaki canlanmanın hem de gücün sembolü olarak geçmektedir. Kürt Kilim desenlerinde bu ve benzeri birkaç çeşit ağaç vardır. Özelikle İnanna ile Gılgamış’ın destanında geçen Huluppa Ağacı tabiattaki güzelliğin ve huzurun da simgesidir. Kendi kendine oluştuğu için huluppa (xwe lipya) ağacı denilmektedir. Gılgamış destanında bu ağaçtan uzunca söz edilmektedir. Aynı zamanda Hz. Musa’nın asasıdır. Bu asa Musa’ya kayınpederi Medyen Kahini Yetro (Şuayp) tarafından hediye edilir. Ona da babasından ev dedesinden kalmıştır. Bu durum Hz. Adem’e kadar gider. Hz. Adem Tanrı'nın kendisine yasak ettiği ağaçtan bir dal almış ve dünyaya gelirken öyle gelmiştir. Bu ağaç çoban kültürünün gücü ve sembolü olarak günümüze kadar gelmiştir.”

Bereket anlatımı

İşler sözlerini şöyle sonlandırdı: “Uzun bir kışın fakirleştirici ve tüketici özelliğine karşılık bir şeylerin toplanması bir bereket anlatımıdır. İnsan arasındaki yardımlaşma ve birlikte zor durumdan kurtulmanın sevinci yansır oyuna. Toplanan yiyecekler ya bir piknik yapılarak hep beraber ilkbaharın gelişi için şenliğe dönüştürülür. Ya da bir fakir bulunarak onun kıştan kalan günleri rahat geçirmesi sağlanmaya çalışılır. Mezopotamya çoban kültürünün etkisinde kalmış bütün ülkelerde benzeri ritüeller bulunmaktadır. Ancak bu kadar derin bir kültür olarak görülmemişlerdir. Mezopotamya kökenli bir kültür olduğu için bu bölgede (Nevroz’da olduğu gibi) çok derin anlamlarda kutlanmaktadır. Çobanlığın yayılmasıyla birlikte çobanlık kültürünün yayılması da doğal karşılanmalıdır. Ancak kuzeyde tarihi ve içeriği değişerek yayılmıştır.”