Haber / Dilan KARACAN

Dünya artık endüstriyel dönem öncesinden 1.1 derece daha sıcak durumda. Küresel ısınmayı 1.5 derecenin altında tutabilmek, ülkelerce belirlenmiş ortak bir hedef. Hükümetlerin, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) kapsamında, iklim değişikliğinin azaltılması, adaptasyonu ve finansmanı hakkında 2015 yılında imzalanan, 2016 yılında yürürlüğe giren Paris Anlaşması hedeflerinin ne derece samimi olduğu ise tartışma konusu. 2021’de yayınlanan İklim Şeffaflık Raporu'nda salgın nedeniyle 2020'de yüzde 6 düşen karbondioksit oranının 2021 yılında G20 ülkelerinde yüzde 4 artması bekleniyordu. Küresel ısınmaya neden olan karbon emisyonlarının yaklaşık yüzde 75'inden G20 ülkelerinin sorumlu olduğu belirtilen raporda, bu ülkelerin genelinde kömür kullanımının bu yıl da yüzde 5 artması bekleniyor. Aynı zamanda 2020'de yüzde 10 olan yenilenebilir enerji kaynaklarının 2021’de yüzde 12'ye çıktığı da açıklandı. Glasgow’da düzenlenen 2021 Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP26) ise aksiyon açısından yetersiz bulundu.

Dönüşümün bütün parametreleri, yeşil mutabakat, yardım fonları derken doğa için atılması hedeflenen bu adımlar ile birlikte sanayi de dönüşmüş olacak. Yeni bir ekonomik ve tüketim düzeninin yaratılması beraberinde birçok soru işaretini de getiriyor. Dönüşümün adil olması, niyetlerin masumluğu, pratikteki uygulamaların niteliği gibi noktalar, bütünsel ve evrensel olarak ele alınıyor. Doğaya verilen zararı azaltmak adına bütün insanlık hükümetler arası konferanslar ile eyleme geçme niyetinde. Bütün bu iklim krizi, karbon ayak izi, sürdürülebilirlik konuları içinde kapitalizmin payı ne? Paris Anlaşması'nı, iklim krizini, sürdürülebilirlik kavramını ve Türkiye’nin durumunu Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Çevre Mühendisleri Odası Genel Başkanı Ahmet Kahraman ile masaya yatırdık.

MASUM GİRİŞİM DEĞİL

Paris Anlaşması’nın masum bir girişim olmadığını öne süren Kahraman “Kyoto Protokolü’nden bu yana baktığımızda bu tür girişimlerin çözüm getirmediğini gördük. Rio-Paris arasında geçen sürede uluslararası bir iklim stratejisi oluşturulmaya çalışıldı. Emisyonlar başroldeydi. Bunun büyük kısmını sağlayan fosil enerji sektörü de cabası. Bir enerji dönüşümü üzerinde yoğunlaşıldı. ‘Yenilenebilir enerji’ kavramı sermayenin enerji dönüşümünü sağlaması adına ortaya çıktı. Fosil yakıtlar terkedilecek ve yenilenebilir enerji kaynaklarına dönülecek, bu durum kamu bütçesi ile sağlanacaktı. Devletin kamu kaynaklarını sanayiye hibe edeceği bir uygulama söz konusu. Bu adil midir? Tabii ki değildir” dedi.

Dünyadaki karbon emisyonunun yüzde 70’ini sayısı 100’u geçmeyen şirketlerin yaydığını söyleyen Kahraman’a göre işin özü, kapitalizmin kılık değiştirme ihtiyacı duymasından ibaret. Durumu ve bütün çabayı sermayenin yaşadığı sıkışıklıktan kurtulma çırpınışları olarak nitelendiren Kahraman, “Kamu kaynaklarının bu yeni düzene kanalize olması başka sosyolojik sonuçlar doğurabilir. Kapitalizm kendini yenileyecek. Bunu da halkların kaynakları ile sağlayacak” diye konuştu.

Sermayenin kendini yenileme ihtiyacını kamu kaynakları ile karşılamaya karar verdiğini belirten Kahraman, Paris İklim Anlaşması’nın kıssadan hisse bunu söylediğini belirterek şöyle devam etti:

“Başarılı olacak mıdır? Hayır. Geçtiğimiz dönemdeki onca çabaya rağmen emisyonlar iki katına çıktı. Hedef 2050 gibi bir ölçekte emisyonların sıfırlanması üzerine. Fakat böylesi adil olmayan bir çözüm ile bunun başarılması mümkün değildir. Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın ve Yeşil Yeni Düzen’in Paris Anlaşması’nın sonuca varacağına olan inançsızlıktan doğan yeni arayışlar olarak ortaya çıktığını görüyoruz.”

KRİZİ KAPİTALİZM YARATTI

İklim değişikliği ve iklim krizinin bazı algısal çabalar ile şekillendirilmeye çalışıldığını düşündüğünü belirten Kahraman, “İklim değişikliği, bu gezegen var olduğundan beri kendi doğası gereği süregelen bir takım değişimlerdir. Asıl vurgulanması gereken nokta, insanlığın iklim değişikliğini nasıl tahrip ettiğidir. İklim değişikliğinin doğal akışında bin sene sonra yaşayacağı öngörülen değişimin günümüzde yaşanmasına sebep olacak insan elli tahribatlardan bahsediyoruz. İklim krizi edilgen bir ifade. Sanki iklim ve dünyanın doğal akışının suçlanması gibi bir algı söz konusu. Krizi yaratan doğa değil kapitalizmdir” dedi. Ülkelerin enerji tüketim politikalarını sorgulamadan Paris Anlaşması gibi eylemlere yönelmesinin kendisini düşündürdüğünü belirterek, “Umarım yanılırım. Yanılırsam çok mutlu olurum. Fakat bu konudaki inancım çok düşük” diye konuştu.

“İklim krizi ortaya atılarak hepimiz suçluyuz algısı yaratılıyor. Asıl suçlular ‘hepimiz suçluyuz’ perdesinin arkasında kalıyorlar. Onları tasnif etmemiz ve onlardan hesap sormamız gerekiyor” diyen Kahraman, kalkınma ve sürdürülebilirlik kavramları adı altında farkındalık yaratılmaya çalışıldığını belirtti. Ancak kalkınmanın bilimden, doğadan, canlılardan, her türlü yaşam hakkından, toplumdan, emekten, haktan yana şekillenmediği takdirde o tür programlara kalkınma programları denilemeyeceğini vurgulayarak, “Kalkınma bunları temele oturtmadığı sürece, geriye yalnızca para ve rant kalıyor. Sermaye sisteme bunu emrediyor. Kapitalizmin birinci hedefi sermayeyi biriktirmek ve büyütmektir. Hal böyle olunca biz bu tip kalkınma programlarına temkinli yaklaşıyoruz” dedi.

Ulusal ölçekte de görülen bazı çevre yasaları, geri dönüşüm uygulamaları, yasakları ve farkındalık çabalarına da değinen Kahraman, bütün bunların aslında kavramsal olarak dolu bir şekilde ele alınamadığını öne sürerek şöyle dedi: “Bunlar kapitalizmin ‘sürdürülebilirliğini’ kolaylaştıran argümanlar olmaktan öteye gidemiyor. Halka yüzünü sevimli göstermek, müşterisine daha sevimli görünmek adına yapılan kapitalist manevralar olarak incelememiz gerekiyor.”

Bütün canlıların, bitkiler de dahil, yaşamlarını ve yaşam alanları korumak ve gözetmek üzerine kodlandığını dile getiren Kahraman, kapitalizmin insanların bu genetik kodunu törpülediğini öne sürdü. Kahraman, “Kapitalizm kavramsal olarak bilinmeden önce de mülk edinme, biriktirme hırsı olarak, insanlarda vardı. Bu hırs zamanla insanları korumak ve gözetmek güdüsünden, kodundan alıkoymuştur, görmezden gelmesine yol açmıştır. Su kullanımından tutun da dere yatağının önüne rant için ölümü göze alarak ev yapmak noktasına kadar gelmiş bulunmaktayız” dedi.

DAHA ÇOK AVAKADO

Sürdürülebilirlik ve kapitalizmin iç içe geçtiği paradoksal bir düzen olduğunu savunan Kahraman şunları söyledi: “Güney illerimizde muz ve avokado üretimi nedeni ile su kullanımı arttığından dolayı bir su sıkıntısı ortaya çıktı. Bu sıkıntıdan ötürü yeni bir baraj daha yapma gibi fikirler ortaya atıldı. Baraj yapmak bir takım tarımsal alanları amaçları dışında kullanmak demek. Yani tarım alanlarını ve tarım imkanlarını daha çok avokado ve muz üretmek, tarım yapmak için yok etmek demek. Böylesi paradoksal bir döngüdür bu. Buradaki sürdürülebilirlik kaygısı başka bir noktada. Tamamen kapitalizmdir bu. Daha çok kapitalizm, daha çok avokadodur. Avokado tek başına çok yoğun bir su ihtiyacına tabidir. Yani avokado üretimini bu derece zorlamak akıl karı değildir. Sürdürülebilirlik hiç değildir.”

Deniz kirliliği, su kıtlığı, seller, aşırı hava olaylarına da değinen Kahraman, bilgi eksikliğinden öte sebeplerden bu noktaya gelindiğini öne sürerek, “Bozkurt’taki (Kastamonu) yurttaşlar ‘Dere yatağının üzerine yapılaşma olamaz’ ilkesini bilmediğimiz için mi canlarından oldular? Biz bunu biliyorduk. Marmara, Van Gölü ve Menderes Havzası'nın son hali bizim kirlilikteki bilgi eksiliğimizden mi kaynaklanıyor? Su tüketimi çok olan sanayilerin yavaş yavaş terkedilmesi gerektiğini bilmiyor muyuz? Biliyoruz. Her şeyi bildiğimiz halde neden bütün bunlar başımıza gelmeye devam ediyor? Bunlar siyasi iradenin uygulamaları ile başımıza geliyor. Siyasi irade ve sermaye bütün bunlara sebep olan kararları birlikte alıyorlar” diye konuştu

Bakanlığın çıkardığı çevre görevlisi kavramı ile denetimlerin üzerindeki kamu gücünü ortadan kaldırdığını savunan Kahraman şunları söyledi: “Bu insanlar bir takım belgeler alıp çevre görevlisi oluyorlar. İşletmeleri, kirletici kaynakları denetliyorlar (dosya topluyorlar) ve Bakanlığa iletiyorlar. Ve bu insanlar bu hizmetlerin karşılığını denetledikleri kişiden alıyorlar. Böyle bir denetleme mekanizması olmaz. Bu kamu gücünün siyasi irade tarafından erozyona uğratılmasıdır. Sermaye yani kapitalizm her zaman çevre ile uyumsuz bir tavırda olmuştur. Sermayenin güdümünden çıkamayan bir siyasi iradede onların doğrultusunda bakan bir sistem oluşturuyor.”

“Müsilaj, doğanın kirliliği iki gözümüze de sokması”

Marmara başta olmak üzere denizlerde görülen müsilaj konusundaki görüşlerini dile getiren Kahraman, bu olayla bir denetim furyasının başladığını ve devletin bunun önüne kamu denetimi ile geçilebileceğini gördüğünü söyleyerek, “Devlet bunu daha öncesinde de biliyordu. Bu gezegende insanlardan önce var olmuş olan fitoplanktonların denizdeki kirlilikten beslenmesi sonucu ortaya saldıkları bir şeydir müsilaj. Bunun yanı sıra iklim krizi ile de 1-2 derece artan sıcaklıklardan ötürü de bu canlıların nüfusunda ve salgılarında bir artış oluyor. Ama siyasi irade yalnızca su yüzeyindeki görüntüyü algıya oturtmuştur. Kirlilik ve kirlilik uyarıları öncesinde de vardı. Müsilaj, doğanın kirliliği iki gözümüze de sokmasıdır” dedi.

'Siyasetçilerin çözümleri bizim sorunlarımız olacak'

Hem global hem de ulusal anlamda asıl sorunu bir şekilde ifade edip, problemin tanımını yapmak gerektiğini belirten Kahraman, ancak bunun da yetmeyeceğini, çözümünü üretecek olanların yine siyasi iradeler olduklarının altını çizerek şunları söyledi: “Kendilerince çözüm adı altında uygulamalar sunacaklardır. Örneğin Paris İklim Anlaşması’ndaki çözüm, yenilenebilir enerji kaynakları. Peki bunlar algılarımızdaki gibi temiz ve sorunsuz enerji kaynakları mıdır? Hayır, değildir. Kapitalizm, bu dönüşümden sonra yeni yağma ve yıkımlara yol açacaktır. Tanımadığımız ve henüz yüzleşmediğimiz yeni yıkımlar olacaktır. HES’lere bakın. Öyle plansız ki artık bir yağma şekline dönmüş durumda. İşte bu noktalara yenilenebilir enerji kaynakları ile de gelindiğinde orada da yeni problemler ortaya çıkacaktır. Son olarak, bu sistem kendi içinden bir çözüm çıkartırsa o kendilerince bir çözümdür. O çözümler özünde bizim potansiyel sorunlarımızdır diyebilirim. Siyasi iradelerin çözümleri bizim sorunlarımız olacaktır.”