Röportaj / Mazlum VESEK

Enver Gökçe, 1940 kuşağının ve toplumcu Türk şiirinin en önemli isimlerinden. Halk dilini çağdaş şiirle buluşturan başlıca isimlerden. 1981’de öldüğünden bugüne kadar mezarını ziyaret eden bile olmadı. Araştırmacı-Yazar Ali Ekber Ataş ve dostları hem mezarını buldular hem mezar taşında yazılı olan, yıllar içinde silinen “Köylülerime” şiirini bir daha yazdı. Geçtiğimiz yıl, “Doğumunun 100’üncü yılında Enver Gökçe’ye Armağan” kitabını hazırlayan Ataş, bu yıl da ölümünün 40’ıncı yılı nedeniyle kolları sıvadı. 1940’lı yılların karanlığında şiirle Anadolu’yu anlatan ve ağır baskılar altında bir hayat geçiren Enver Gökçe’yi yazan Ataş’a neler yapacaklarını sorduk. Ataş’a kulak veriyoruz

Ali Bey, öncelikle sizin Gökçe ile bağınızı konuşmak isterim. Kendisiyle hiç tanışmadınız; ama ikiniz de Erzincanlısınız. Yöresel yakınlık, kültürel benzerlik Enver Gökçe söz konusu olduğunda sizin için ne kadar belirleyici? Gökçe ile hemşehri olmak sizin için ne ifade ediyor?

Evet, ne yazık ki kendisiyle tanışma şansım olmadı. Zira 1970’li yıllarda ben Yatağan’daydım. Enver Gökçe, amansız hastalığıyla boğuşmaktaydı o yıllar Ankara’da. Aziz Nesin’in büyük bir özveriyle yaptığı girişimler sonuç vermiş ve Enver Gökçe tedavisi için 1977 yılının ekim ayında Bulgaristan’a gitmişti. Yani buluşma şansımız imkânsızdı. Onu ilkin abimin kitaplığındaki iki kitabı; “Dost Dost İlle Kavga ve Rubailer” ile “Panzerler Üstümüze Kalkar” kitaplarıyla tanıdım. Sonra şiirlerinin ve adının peşine düştüm.

Yöresel ve kültürel olgular söz konusu olduğunda, benim hem şairliğim hem de düşünsel dünyamın kilit taşıdır Enver Gökçe diyebilirim. Yöresel olarak çok yakınız. Bir kere türküler diyarı bir il, Erzincanlı oluşumuz, okuduklarımdan öğrendiklerim kadarıyla da her ikimiz de türkü tutkunu, türküleri söyleyen bir kişilik benzerliğimiz var. Elbette ben izleyici kuşaktan biriyim ona göre.

Enver Gökçe’nin hemşehrisi olmak, benim için 44 yıllık bir hayali kafasına koyup gerçekleştirmek demektir… “Kolektif hayat” için 61 yıllık ömrünün 52 yılını davasına adamış ve devletin Milli Emniyet Teşkilatı'nca “müseccel bir komünist” olarak damgalanmış birinin hemşehrisi olmak onur verici.

Gökçe’nin 100’üncü yaşının bazı kurumsal çalışmaları ileri taşıdığını söylüyorsunuz. 2020 pandemi koşullarında geçen bir yıl oldu. Açıkçası yaptığınız çalışmaların duyurusunun yeterli düzeyde gerçekleştiğini düşünmüyorum. Pandemisiz bir ortamda Enver Gökçe’ye dair en çok yapmayı tasarladığınız çalışma nedir?

Pandemisiz bir ortamda Enver Gökçe’ye dair yapacaklarımız konusu mühim. Kişisel olarak, sorduğunuz soruya da ayrıntılarıyla verdiğim yanıtımda “Türk Şiirinin ‘Müseccel Bir Komünist’ Şairi Enver Gökçe” adlı incelememi bitirmek ve okuyucuyla buluşturmak.

19 Kasım 2021 tarihinde Enver Gökçe’nin, aramızdan ayrılışının 40’ıncı yılındaki anmayı, Enver Gökçe Dostları Grubu olarak, hazırlayacağım bir program çerçevesinde ve özellikle kitapta yazıları olan yazarlarımızın da içinde olduğu bir dizi etkinlikler gerçekleştirmeyi düşünüyoruz. Bu yıl içinde, hukukçu arkadaşlarımızın önderliğinde Enver Gökçe Dostları Grubu olarak başladığımız çalışmalarımızı, daha etkili kılabilmek adına, bu grubu “Enver Gökçe Dostları Derneği” adıyla bir kurumsal yapıya dönüştürme çalışmaları başlatıldı. Umarım 19 Kasım 2021 tarihine denk gelen aramızdan ayrılışının 40. yılının kurumsal bir kimlikle hazırlama şansını yaratmış oluruz. Bundan sonra yapılacakları da bu dernek çatısı altında yürütmek.

2020 yılında, Gazi Üniversitesi Heykel ve Seramik Bölümü Öğretim Görevlisi heykeltıraş Azimet Karaman’a yaptırdığımız Enver Gökçe büstü ile 22 yıldır (10 Ağustos 1999) bende olan Enver Gökçe’nin ayakkabılarını köyünde, adına açılan “Enver Gökçe Müze ve Kültürevi”ne bırakmak olacak. Bunu da mayıs sonu haziran başı, koşullar ne olursa olsun mutlak, ama mutlak gerçekleştireceğiz. Gönlümüz pandemi koşulları daha olağan bir duruma dönüşürse, geniş bir katılımla Erzincan’a, Gökçe’nin Çit köyüne gitmek. Orada belli etkinlikleri, Kemaliye Vakfı gibi sivil toplum kuruluşları ve yerel yönetimlerle de görüşmeler yaparak Çit köyünde bir Enver Gökçe etkinliği yapmak. Belki de Erzincan Üniversitesi ile görüşüp “Doğumunun 100. Yılında Enver Gökçe” konulu bir sempozyum gerçekleştirmek. Müzik dinletileri, şiir dinletileri vb. etkinlikler olabilir.

Kişisel olarak benim hayalim, peşine düştüğüm Enver Gökçe’nin, “kaybolan” değil, bilinçle “kaybedilen” “Yusuf İle Balaban Destanı”nı bulmak…

Bunu bulmak ve öyle ölmek isterim…

İleride Gökçe ile ilgili bir fotoğraf albümünün hazırlanması söz konusu olabilir mi? Bu konuda elinizdeki belgeler hakkında bize bilgi verir misiniz?

Hazırlamakta olduğum Enver Gökçe inceleme kitabının arkasına Enver Gökçe fotoğraflarından oluşan bir albüm neden olmasın. Güzel bir fikir. Topluca bir görsel kaynak olur. Hem bazı fotoğrafların kimler tarafından çekildiği bilinmiyordu. Fotoğrafta olanların adları bilinmiyordu. En azından elimde olanlarda adları bilinmeyenleri ve fotoğrafı çekenleri tespit ettim. Elimdeki belgeler konusunda fazla bilgi vermeyeyim şu an. Ama en azından birinden söz edebilirim. Yakın dostum, “Şiirimizin Işıklı Irmağı Enver Gökçe” adlı derleme kitabı hazırlayan Mehmet Özer’le de paylaştım. Enver Gökçe’nin bir yazısı var. Elimdeki yazıda anlattıklarının büyük bir bölümü zaten  “Kendi Diliyle Özyaşam Öyküsü”nde yer alanlar. Ş.A. diye altına not düşülmüş. El yazısıyla not edilmiş. Daha doğrusu birinden aktarılmış biçimde yazılmış. Emin değilim. Bir sahaftan aldığım “Enver Gökçe Yaşamı Bütün Şiirleri” AYKO Yayınları’ndan çıkan kitabının arasında geldi. Emin olana kadar da bu yazıyı herhangi bir yerde yayımlamayacağım.

İsim zikretmek istemiyorum; ama Türkiye’de özellikle yasaklı TKP’nin yayın, bildiri, biyografi gibi konularına eğilen kurumlar var. Bu kurumların Enver Gökçe ve 1940 kuşağı sanatçılarıyla ilgili bir çalışması var mı? Bu vakıf ve derneklerden destek gördünüz mü?

Bu vakıflardan biriyle yazışmalarım oldu. Ama, özel anlamda Enver Gökçe ile ilgili herhangi bir yayınlarının olduğunu sanmıyorum. Kendileri de söylediler zaten. Yalnızca TKP ve TKP ile ilintili yayınlardan söz ettiler. Onlarda da Enver Gökçe ile ilgili herhangi özel bir bölüm bulunmadığını söylediler.

Oysa, 951 Tevkifatı’nda, en ağır cezayı alanlardan biridir Enver Gökçe. Yedi yıl ağır hapis, iki yıl dört ay Çorum’un Sungurlu ilçesinde sürgünle cezalandırılır. 11 Ağustos 1948 tarihinde Türkiye Gençler Derneği davasından üç ay tutuklu kalır. Üç ay sonra suçsuz olduğu anlaşılır. Ama ne yazık ki o dönem, Milli Emniyet Teşkilatı’nca adının önüne “müseccel bir komünist” damgası vurularak, öğretmenlik hakkı elinden alınır. Üç yıl sonra, 951 Tevkifatı’nda (20 Kasım 1951) yeniden tutuklanır. TKP, Enver Gökçe’ye, o dönemde sahip çıkmadı, şimdi de sahip çıkmıyor. Sağda solda Enver Gökçe uzmanı olarak dolaşanlara sorarsan, biz “Enver Gökçe severlermişiz”, öyle yazıp çiziyorlar sanal edebiyatsız ortamlarda.

Gençlerin Gökçe’ye ilgisi ya da Gökçe’nin gençler arasında tanınırlığı adına neler söylemek istersiniz ve üniversitelere bu konuda ne gibi görevler düşüyor?

Ben şuna inanıyorum: Şiir yazmasa bile, şiiri seven aklı başında, düşünen, sorgulayan, araştıran gençler başta toplumcu gerçekçi şiirimizin kurucusu Nâzım Hikmet’i, 40 kuşağı şairlerini ve özellikle Enver Gökçe ve Ahmed Arif’i biliyorlar, seviyorlar, çok da ilgililer. Bu kitabın yayımlanması ve dağıtıma verilmesinden sonra en çok gençlerle yazışmalar yapıyorum. Bu anlamda umutluyum.

Üniversitelere elbette ki iş düşüyor. En çok da Erzincan Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'ne iş düşüyor. Biri Enver Gökçe’nin memleketi. Ve en çok da memleketindeki üniversitenin görevi bu. Türk edebiyatı, şiiri, sanatı, kültürü ve Erzincan türkülerine emeği geçmiş bir şair adına neden bir bölüm açılmasın? Asıl görev bunlara düşüyor. Mesela “Erzincan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Enver Gökçe Türk Dili ve Lehçeleri Bölümü” kurulabilir. Hatta fakültesi de… Dil Tarih’te Türkoloji Bölümü’nde okudu. Neden Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Enver Gökçe Türkoloji Bölümü” olarak adının verilmesin ve adına bir araştırma enstitüsü açılmasın?

Enver Gökçe’nin mezar taşında yazan “Köylülerime” şiirinin yeniden yazılması için dostlarınızla mezarda bir çalışma yaptığınızı öğreniyorum. Bize bundan söz eder misiniz? Gökçe’nin mezarı nerededir? Ziyaret ediliyor mu? İlgilenen ailesi, akrabaları var mı?

Enver Gökçe’nin mezarı Ankara’da Karşıyaka Mezarlığı “M. 41, P. 292’de bulunuyor. Ben ilk kez 9 Ekim’de mezarına gittim. Tüm yazılar silinmişti. Bakımsız, üzerindeki çiçekler ve otlar susuzluktan kurumuş, rüzgâr, yağmur tozla birlikte harflerin içi taşlaşmış tozla doluydu. İbram Erdem, Zeynal Gül ve ben gittik. Kırtasiyeden fırça ve  boya aldık. Her şeyi temizleyip yazıları yazıp bitirdim. Anlamlı bir iş yaptık. 39 yıl uğranılmayan mezarına gidip, yazısını yazan bir hemşehrisi olarak ve bu sevincime ortaklık, tanıklık eden İbram Erdem ile Zeynal Gül Ağabeylerimle de ne kadar onur duysam azdır.

Dışarıdan bakan birisi için olayın kahramanları biz görünüyoruz. Bir yere kadar bu doğru. Ama asıl gerçek bambaşka ve 100 yılda bir gelen rastlantıyla hem de. Ben buradan kalkıp ta Erzincan’a Çit köyüne gidip ayakkabılarını aldığım Enver Gökçe’nin mezarına gitmeyi hiç, ama hiç akıl edemedim. Ne garip bir durum bu benim için. 22 yıl önce köyüne gitmiştim. Köyü ile Dutluca beldesi yürüyerek bir, bir buçuk saat gibi bir mesafede. Araba yok, yürüyerek geldim. Hava karardı. Terör bölgesi. Sarp dağların olduğu bir bölge. Gelen arabalar durmuyor. Ocak köyünün altında, Arapgir Eğin karayolu üzerinde Karayollarının binasında insanları gördüm. İçeri girip selam verdim. Yemek yiyorlardı. Beni de davet ettiler. Yemek yerken arada bir sorular soruyorum Eğin’e nasıl gideceğime dair. Nereli olduğumu sordu içlerinden biri. Erzincanlı olduğumu ve Keleriç köyünde doğduğumu söyledim. Buraya niye geldiğimi de anlattım. Soruyu soran, “Ben de Keleriçliyim” demez mi! “Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş” sözü, bu durumlar için söylenmiş sanırım. Beni o gün, yoldan geçen özel bir arabayı durdurup bindirerek Eğin’e gönderdiler.

9 Ekim Ekim 2020’de gidip silinen yazılarını yeniden yazıp, çevresini ve üstünü tertemiz ettiğimiz Enver Gökçe’nin 39 yıl gidilmeyen mezarını aslında bizden önce, Çankırı Üniversitesi'nden bir bilgisayar işletmeni Erzincanlı bir genç, Gökçe’nin mezarının da, babasının da bulunduğu Karşıyaka’da olduğunu öğrenince peşine düşüyor. Aralık 2019’da aramaya başladığını ve sonunda 2020’in 26 Ocak’ında Enver Gökçe’nin mezarının yerini öğrenip fotoğraflarını çekiyor, hem de karla kaplı bir halde iken. Manisalı şair dostum Şerif Temurtaş’ı tanıdığından fotoğrafları ona gönderiyor. Şerif Temurtaş da, Enver Gökçe Dostlar Grubu’ndan Yalçın Duman’ı bilgilendiriyor. Yalçın Duman da İbram Erdem ile Zeynal Gül’ü. Ben de Ankara’ya vardığımda öğreniyorum mezar yerini. Ama, Şerif Temurtaş’a anlatılan bu öyküyü ben daha yeni, on, on beş gün önce öğreniyorum. Hazır olun ikinci sürprize, benim için:

22 yıl önce Dutluca’da karşılaşıp, Karayolları binasında tanıştığım kişi doğduğum köyden hemşehrimdi. Bu tanışmadan 22 yıl sonra, 26 Ocak 2021’de, Enver Gökçe’nin mezarının yerini bulup belgeleyen kişi, Niyazi Mete Gürgan da, doğduğum köy Keleriç’ten hemşehrim çıktı. Çifte kavrulmuş sevinç yaşamak buna dense gerek…