Hazırlayan / Neşe BAYRAÇ

Lütfen bu müzik eşliğinde okuyunuz.

Çok farklı iki ülkede, iki ayrı dünyada insan aynı duyguları hissedebilir mi?

İkisi de herkesin gayet iyi bildiği yerler. Dünya’nın her yerinden sürekli ziyaretçileri var. Görünüşte hiç de sakin ve huzurlu bir ortam değiller aslında, tam tersine KAOTİK. Hatta zaman zaman saygısız ziyaretçilerden rahatsız da oluyorsunuz. Fakat bu kadar kaotik ortamlarının içinde, onlara bakarken insan kendini nasıl bu kadar huzurlu hissedebilir? Bu iki noktaya baktığımda bu kaosun içinde gördüğüm masumiyet, huzur, bilgelik ve aşkın beni şimdiye değin hiç hissetmediğim yüce bir seviyeye taşıması ne muhteşem bir duygu. Sanki, içimdeki bütün kötülükler gitti ve bundan sonra da kötü düşünce bile kuramaz hale geldim. Yeni doğmuş bir bebek masumiyetine büründüm.

Bu duyguyu hiç bırakasım gelmiyor.

Meğer masumiyetin pamuk gibi dünyasının sarmalamasına ne çok ihtiyacımız varmış. Meğer hayat bizi ne yormuş.

Hayal edebiliyor musunuz neredeyim?

Biri Arabistan yarımadasında diğeri Hindistan desem?

Fotoğraf: Coşkun Güleryüz

İkisi de aşkın sembolü. Yaradana aşkın, sevdiğine aşkın. Masum, bilge bir aşk bu. Görür görmez sizi sarıveren. Sizin de içinden çıkmak istemeyeceğiniz. Saatlerce karşısında oturup, gözlerinizi üzerlerinden alamadığınız, almak istemediğiniz…

Oysaki etrafı

Sadece insan değil inşaat kaosu da.

Kabe ziyaret felsefesine aykırı 7 yıldızlı otellerle çevrili. Kuş sütü eksik olmayan bu otellerde oturup bu kutsal yere elde içecekle tepeden bakılabiliyor. İnanılmaz! İnananların ihrama girmesi ‘’bana tüm sıfatlarından arınmış gel’’ ifadesi değil midir? Yine aynı felsefeye saygı gereği bir hırka bir yufka deyip basit, az yemek ve yatacak yer olması gerekmez mi?

Düşünüyorum, insanların birbirini ezecek kadar saygısızca ve bencilce ibadet ve ziyaret ettikleri, satıcı ve dilencilerin durmak bilmez ısrarlarına maruz kaldığınız bu yerlerde nasıl bu huzur hissedilebilir?

Tac Mahal, sonsuz aşkın temsili, bulunduğu Hindistan’ın Tac Mahal’den başka hiçbir özeliği olmayan Agra kentini tüm dünyaya tanıtırken, çılgın ziyaretçileri ve satıcıları ile yaşadığı tezat.

Tac Mahal, tam bir aşk hikayesi. Babür İmparatorluğu'nun 6. Hükümdarı Şah Cihan’ın 17 Haziran 1631 tarihinde 14. çocuğunu doğururken genç yaşta ölen eşi Ercümend Banu Begüm için o zamanki imparatorluğun başkenti olan Agra'da, Yamuna Nehri’nin kıyısında 1631-1654 yıllarında inşa ettirdiği anıt mezar. Bembeyaz rengi ile Şah Cihan’ın karısına duyduğu büyük ve masum, tertemiz aşkın sembolü.

İslâm türbe mimarisinin en önemli eserlerinden birisi olarak kabul ediliyor. Yapı, Şah Cihan'ın hâkimiyeti süresinde en parlak dönemini yaşayan Bâbürlüler'in güç ve kudretini temsil ediyor. Hanedanın güç ve kudreti kadar aynı zamanda Şah Cihan ile, Şah Cihan'ın tahta çıkması üzerine Mümtaz Mahal adını almış eşi Ercümend Banu arasındaki büyük aşkın da sembolü.

İçerisinde Mümtaz Mahal'in ve 1666'da ölen imparator Şah Cihan'ın mezarlarını barındırıyor. Tac Mahal, etrafı bomboş olması nedeniyle çok uzaklardan bile seçilebilen bembeyaz görkemli yapısına tezat binanın ortasında küçücük yanyana iki mezar. Küçücük ve yanyana. Sanki tüm ihtişamdam sıyrılıp, birbirlerine sokuluvermişler gibi ama aynı anda aşklarını simgeleyen görkemin ortasında. Sahip oldukları tek şey o masum aşkları. Etraflarında onları sarıvermiş ihtişam ise aşklarının değerini temsil eder gibi. Hükümdar’ın eşine duyduğu aşk ve özlemi yüksek bir sanatla ifade etmek istemesi. Duvarlar çok özel yüz binlerce akik, sedef ve firuze gömülü olup ayrıca 42 zümrüt, 142 yakut, 625 pırlanta ve 50 adet çok iri inci ile bezenmiş.

Ama çok uzaklardan mücevherler görülmeden hissedilen ve gördüğünüz ilk andan itibaren gözlerinizi üzerinden alamadığınız görkemli masumiyet.

Gerçekte Mümtaz Mahal ve Şah Cihan’ın sandukaları üst katta, kubbenin altında. Sandukaların bulunduğu yerdeki kubbede insan ağzından çıkan her ses 7 kez yankılanacak şekilde bir akustiğe sahip. Şah'ın ve eşinin asıl lahitleri ise, en alt katta bulunuyor.

1983'ten bu yana UNESCO’nun Dünya Miras Listesi'nde yer almakta. Yılda tahmini 3 milyon kişi tarafından ziyaret ediliyormuş.

Siz siz olun ziyaretiniz sırasında hiçbir satıcıya takılıp olayın büyüsünü bozmalarına izin vermeyin. Biz yaptık. Girişte etrafınızı sarıveren fotografçıları görünce Rehberimiz, “fotoğrafçı ile gezmek istermisiniz?” teklifine, ilginç olabilir diyerek kaptırdık kendimizi. Çok orijinal temalı ve kaliteli çekimdir herhalde diye önyargı ile düşündük. Oysaki, fotografçı bize sadece “fotoğraf çekeyim mi?” diye sormuştu. Sonrası içeride aynı klasik pozisyonlarda fotoğraf çeken onlarca fotoğrafçı ve o nokta için kuyruğa girme, çekilen milyonlarca fotodan bunalarak YETEEEEEERRR! diyecek hale gelme ve en sonun da ele tutuşturuverilen kalitesi çok ama çok düşük, hiçbir orjinalliği olmayan bir albüm.

Tac Mahal'de Çılgın Fotografçılar

Rehberler ile bu satıcıların komisyon alma olayını hiç aklımızdan çıkarmamayı atlamıştık sanırım.

Tüm bu rahatsız edici boyutlar bile Tac Mahal’in büyüsünü hissetmemizi engelleyemedi.

Kabe’nin tarihi ise Adem ile Havva’ya kadar uzanıyor. İnanışa göre, Adem ile Havva, Şeytan’ın kışkırtması ile yasak meyveyi yiyince Cennet'ten kovuluyor ve dünyaya gönderiliyorlar. Adem Hindistan’ın Serendip (şimdiki Sri Lanka) Havva da şimdiki Cidde’ye gönderilerek birbirlerinden ayrılıyorlar. Bu ayrılık cezası onlara çok ağır geliyor ve ayrılık boyunca hep Allah’a birleşmek için yakarıyorlar. Tam 40 yıl sonra, Allah bu yakarışlara dayanamıyor ve onları affediyor. Cebrail de Allah'ın izniyle onları Arafat’da buluşturuyor. Kavuştukları yere Müzdelife denir. Burası Arafat içerisinde küçücük bir tepe.

Arafat’ta buluştuktan sonra Adem ve Havva, batıya doğru yürüyerek, günümüzde Kabe’nin olduğu yere geliyorlar. Adem, Havva’sına kavuştuğu için Allah’a şükretmek ister. Allah da ondan zürriyetinin (inananlarının) şefaat (af ve mahfiret) dileyeceği bir bina yapmasını ister. İşte Kabe’nin ilk temelleri böyle atılıyor. Yine bir Aşk ve Aşkına kavuşmanın şükrü hikayesi.

Melekler Hz. Adem’e temel atarken yardım ederler. Adem, Cebrail’den de Hac yapmasını öğrenir. Böylece Kabe yeryüzünde kurulan ilk mescit olur.

Ancak o devirde Kabe sadece temelleri olan üstü açık bir binadır.

Nuh Peygamber zamanındaki tufandan sonra dünyanın bütün çehresi değişmiş, her yer çamur ve balçıkla kaplanmış. Dolayısıyla Kâbe de tahrip olmuş. Mekke ve civarı kumsal bir yapıya sahip olduğu için İbrahim Peygamber'in tekrar inşa etmesine kadar da Kâbe’nin üzeri kumlarla kaplı kalmış.

Daha sonra İbrahim Peygamber, meleklerin de yardımıyla Adem tarafından yapılan toprak altında kalmış Kabe’nin temellerine ulaşıyor. Ona yardım eden meleğin ismi Sekine. (Sekine, Sakine diye tanıdığınız varsa sorun bakalım adının anlamı neymiş)

Bundan sonra meleklerin de yardımıyla Kabe inşa edilmeye başlanıyor. Kabe’nin inşasında kullanılan taşların, Sina, Lübnan, Hira, Zeytinlik ve Cudi dağlarından getirildiği söyleniyor.

Kabe, İbrahim Peygamber ve oğlu İsmail tarafından tamamlanınca, sonra Allah, Hz. İbrahim’e kullarını buraya davet etmesini emrediyor: “İnsanları hacca davet et. Yaya olarak ve arık develere binerek, uzak yoldan sana gelsinler.” (Hac, 26)

İbrahim Peygamber ise, 'bu kuş uçmaz kervan geçmez yerde ben kime sesimi duyurayım da Hac'ca davet edeyim' der. Allah ona, ‘’sen davet et onlar gelecekler’’ der. Hz. İbrahim, bu emre uyarak Ebu Kubeys dağına çıkarak, halkı Hak'ka davet ediyor. Bu sesi, ruhlar alemindekilerin bile işittiği söyleniyor.

Ruhsal enerji merkezi olarak Kabe diye araştırdığımda değişik bilgiler ile karşılaştım. Ley Hatları kavramından söz ediliyor. Bu kavram dünyamızı saran enerji damarları için kullanılıyor. Bu enerji hatları üzerinden yoğun bir enerji akışı gerçekleştiği ve dünyanın manyetik hatlarının bu noktalar olduğu söylenmekte. Ve Ley Hatları'nın kesişme yerlerindeki bölgeler, dünya üzerinde belirlenen dünyaya ait büyük enerjilerin ortaya çıktığı yerler. Bir bakımdan yeryüzünün enerji cennetleri ve dünyadaki enerjinin kaynak noktalarıdır deniyor. Eski insanlar enerjinin odaklandığı noktaları bir şekilde biliyorlardı ve bu odak noktalarına ibadethaneler kurmuşlar. Tarihin çeşitli dönemlerinde insanların buralarda dinsel törenler düzenledikleri biliniyormuş.

Dünya’da Kabe dışında esrarengiz yeraltı ülkesi Agarta, Paskalya Adası’ndaki dev heykeller, İngiltere’deki Stonehenge megalitleri ve Piramitler diğer psişik enerji santralleri olarak bilinirmiş ve Kabe'nin bunların en güçlüsü olduğu söylenmekte. Açıkçası Piramitler ve Stonehenge dışında diğerlerini ilk kez duyuyordum. Piramitleri gezenlerden de değişik duygular yaşadıklarını duymuştum. Hatta Piramitlerdeki mucizeleri okumuşsunuzdur. Anladığım kadarıyla bu başlı başına bir konu.

Bu bakış açısı ile yukarıdakileri yorumladığımda; yaşam enerji ile mümkün. Ve bu enerji merkezlerinin hem çalışması hem de birbirleri ile senkronizasyonu (uyumu) olursa huzur, mutluluk ve sağlık oluyor. Doğu tıbbının binlerce yıldır insan vücudundaki yedi çakra, yani enerji merkezleri var dediğini ve sağlığımız ve huzurumuzun ancak bu çakraların birbirleri ile uyumlu (senkronize) çalışması ile olabildiğini biliyoruz.

Yapılan Tavaf’ın bu senkronizasyonu arttırıcı etkisi olabilir diye düşünüyorum. Ayrıca, insanlar Kabe’ye tüm inanmışlıkları ve tam bir teslimiyet halinde geliyorlar. Ruhsal olarak tam trans durumunda olduklarından senkronizasyonlarının daha kolay olduğu düşünülebilir.

Beni asıl etkileyen en önemli şey, Adem ve Havva döneminden beri, (sadece Nuh Tufan’ından İbrahim Peygamber’in tekrar inşa etmesine kadar olan boşluk hariç), burada insanların yüzyıllardır tüm inanmışlık ve tam bir teslimiyet halinde giderek artan sayıda Tavaf ediyor olması. Bu süreçte ne devletler doğdu ve yüzyıllarca yaşayıp battı, dünyada büyük savaşlar oldu, bilim ilerledi. Ama Kabe’yi gidip ziyaret etmek, Tavaf etmek hiç değişmedi. Dünya tamamı ile değişirken yapılan ibadet hep artan şekilde devam etti. Düşününce bu bile başlı başına bir enerjidir diye düşünüyorum.

Kabe konusunda daha ayrıntılı yazılarımı neşeyle gezerken / İnanca Yolculuk adresinde bulabilirsiniz.