Hazırlayan/ Pınar Sözer (Tarihçi / Yazar)

Her ne kadar zeybekler ve onların liderliğini yapan efeler Aydın’la özdeşleşmiş ve “Aydın Efesi” ya da “Aydın Zeybeği” gibi ifadeler dilimize yerleşmişse de aslında zeybekliğin en kuvvetli icra edildiği yerleşimlerin başında İzmir gelmektedir. İzmir’in zeybekler konusunda bu denli az tanınmasının nedeni ise Osmanlı idari teşkilatlanması olmuştur. İzmir’in içinde bulunduğu bölge, Aydın Vilayeti bünyesindedir. Dolayısıyla İzmir’e bağlı pek çok yerleşimdeki olaylar, arşiv belgelerinde “Aydın Vilayeti” üst başlığıyla yer almış bu da “Aydın Zeybeği” ifadesinin yaygınlaşmasına sebep olmuştur. Oysa zeybek kültürünü müzikal bağlamda, ustalıkla inceleyen Onur Akdoğu’nun uzun yıllar süren araştırmaları, Aydın’da 49 zeybek ezgisi tespit ederken Ege ‘de en çok zeybek ezgisinin üretildiği yer olarak 93 zeybek ezgisi ile İzmir ve ilçelerini göstermektedir.

Zeybekliğin İzmir’le kadim bağlantısına değinecek olursak; Ege Bölgesi’nde Hüdavendigar ve Aydın Vilayetlerinde korsan reisleriyle birlikte faaliyette bulunan yiğit ve güçlü denizciler, karada da “çift bozan”, yurdunu terk edip serseriyane dolaşan, bu yüzden geçimini beden gücü ve gözünün pekliği yoluyla sağlayan kimseler öncelikle levent ve sekban sonrasında da zeybek olarak nitelendirilmişlerdi. Batı Anadolu’daki pek çok genç, Kuzey Afrika’nın fethedildiği XVI. yüzyıl ortalarından itibaren sistematik olarak Batı Anadolu şehirlerinden alıp devlet himayesinde korsanlık yapmak üzere Cezayir’e gönderilmişlerdi. Burada görev yaptıkları yer ise XVI. yy’da, Osmanlı Devleti’nin, Kuzey Afrika topraklarında, “Garp Ocakları” adıyla Akdeniz sınırlarını muhafaza için kurmuş olduğu teşkilatlanmaydı. Cezayir, Tunus ve Trablusgarp eyaletlerinden oluşan Garp Ocakları, diğer Osmanlı eyaletlerinden farklı olarak imparatorluğun savunmasında ileri birer karakol olarak görülüyordu. Ocaklar için gerekli kadrolar iki üç yıllık aralarla Anadolu’dan devşiriliyordu. Ege köylerindeki fakir bir rençper ya da ırgat çocuğunun servete ve şöhrete ulaşmasının, hatta idari amir olabilmesinin en kolay yollarından birisi de Garp Ocakları'na katılmaktı. Ayrıca düzenli geliri olmayan binlerce köylünün eşkıyalık potansiyelinin etkisiz hale getirilip bölgeden ihraç edilmeleriyle Batı Anadolu'nun güvenliği de sağlanmış oluyordu.

Garp Ocakları ihtiyaç oldukça İzmir, Bodrum, Denizli, Antalya, Karaman gibi bölgelerden levent topluyordu. Cezayir leventlerinin başı olan dayılar, hangi bölgeden asker istediklerini belirtebiliyorlar askerler nereden gelirse gelsin İzmir Kemeraltı'ndaki Cezayir Hanı’nda defterlere kaydolup yola çıkıyorlardı. Başka bir değişle erken dönem zeybekleri, dağa çıkmadan çok önce Kemeraltı'ndan denize iniyorlardı. Yüzyıllarca işleyen bu sürecin sona erdiği dönem ise XIX. yüzyılın ikinci çeyreğiydi.

XIX. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı’nın Akdeniz’deki gücü iyice zayıflamış, 1830’da Fransa’nın Cezayir’i ele geçirmesiyle de Garp Ocakları’nın işlevi bitmişti. 14 bin 500 Ocaklı gemilere doldurulup Anadolu’ya geri gönderilmişti. Binlerce gencin umutlarına şahit olan İzmir’deki Cezayir Hanı’nın alt katı şahıslara kiralanırken, üst katı hapishane yapılmış, Cezayir Hanı’nın kapatılmasıyla işsiz kalan ve yaşamak için kendilerine gereken kaynakları bulmakta zorlanan köylü gençleri, “Efe” adı verilen liderlerin emri altında dağları doldurmuş zeybek olmuşlardı. O yıllarda başıboş silahlı gençlerin yaşam alanı Aydın Dağlarıydı. Onlar, denizci olmayı tercih etmeyen savaş zamanı yerel toprak ağalarının korumalığını yapan, ihtiyaç olmadığı zamanlarda da yol güzergâhlarında kahve işleten köylü silahşorlardı. Yolculardan usulsüz para topladıkları gerekçesiyle 1828’de yayınlanan bir fermanla kahveleri kapatılınca dağların yolunu önce onlar tutmuşlardı. Limandan eli boş dönen korsan adayları da dağları mesken tutunca Bozdağ ve Aydın Dağları binlerce silahlı zeybeğin türkülere konu olan hikâyelerine sahne olmuştu.

Zeybekler her ne kadar Akdeniz’in hırçın sularından ayrılıp Aydın dağlarının yolunu tutmuş olsalar da, yüzyıllarca süren vazifelerinden kendilerine kalan en kıymetli miraslardan birisi kıyafetleri olmuştu. Ünlü seyyah Evliya Çelebi, seyahatnamesinde, Batı Anadolu kıyılarında ve adalarda gördüğü silahlı erkeklerin kıyafetlerinin, Cezayir kıyafetleriyle aynı olduğunu belirtmişti. Evliya Çelebi’nin XVI. ve XVII. yy’da “Cezayir işi”, “Cezayir Kesimi” ve “Cezayir Esvabı” diye tarif ettiği kıyafet hakkındaki şu betimlemeleri de bize doğrudan zeybek kıyafetini çağrıştırmaktadır:

“Akhisar’da; “Taze civan yiğitleri serapa Cezair levendatı eshabı şeklinde baldırı çıplak ve daracık bağır yelekleri ve bellerinde pala çata bıçakları ve ellerinde balta ve nacaklı ve başlarında kırmızı fesler giyerler. Serapa boyanmış mavi zemin dizlik giyerler. Şeci, şehbaz ve iyi yiğitleri vardır ve cümle garip dost adamlardır... Turgutlu’da da “taze yiğitleri baldırı çıplak levendane Cezayirli tarzı sıkma yelek ve pala bıçak ve başlarında fes giyüp reftar iderler.”

Bugün İzmir’in ilçelerinden özellikle Ödemiş’ten derlenen zeybek türkülerinin sözlerine dikkat edecek olursak birçok türküde Cezayir kelimesinin ve kıyafet tasvirlerinin geçtiğini görebiliriz. Kıyafetlerin dışında, Cezayir’de yüzyıllarca kılıç sallayan İzmirli genç zeybeklerden miras kalan bir diğer kültürel olgu da Cezayir türküsü olmuştur. Ancak ne yazık ki Ege köylerindeki hemen her düğünde bugün dahi söylenen ve “Cezayir’in gemileri yağlanır / Yağlanır da tersaneye bağlanır / Cezayir’de koç yiğitler eğlenir / Deli düşman aptal aptal dillenir…” cümleleriyle, yaşanılan zorlu mücadeleyi ortaya koyan Cezayir türküsü, geçmişte yapılan savaşları, dökülen kanları, kazanılan zaferleri, verilen baskınları bilen ve bilmeyen pek çok insan için sadece kafiyeden ibaret kalmıştı.

Yüzyıllar boyunca, gerek Akdeniz sahillerinde yaşanılan savaşlar sırasında gerekse Osmanlı kara ordusuna dâhil olmaları nedeniyle Avrupalıların ilgisine mazhar olan zeybekler, her daim ilgi çekici bir obje olarak gerek gazetelerde, gerek kitaplarda, gerek seyyah notlarında gerekse tablolarda kendisine yer bulabilmişlerdir. Bu ilgiye güzel bir örnek; 1893 yılında Michigan Gölü kıyısında kurulan Chicago Fuarı’dır. Geniş bir heyetle fuara katılan Osmanlı Devleti, örnek bir köy ile el sanatları, halı, kumaş, mobilya ve çini ürünleriyle temsil edilmişti. Pierre Antonia & Co Şirketi Padişaha jest yapmak amacıyla fuar için özel olarak bir Türk tiyatrosu kurmuş, tiyatronun oyun ve müzikallerini oluşturmak için Osmanlı’ya sırf bu amaçla gözlemci göndermiş, Osmanlının çeşitli bölgelerinden topladığı 62 oyuncu ile bir gösteri oluşturmuştu. Tiyatroda Hacı Simon adlı tipleme zeybek olarak lanse edilmişti. Hacı Simon isimli kişi İzmir stüdyolarında zeybek kıyafetiyle resim çektirip “Smyrna Hatırası” “Smyrna’da Zeybekler” “Smyrna başıbozuklar” gibi isimlerle İzmir’in reklamını yapan kartpostal kahramanıydı. Yine gerek demiryolu gerekse Efes kazıları nedeniyle Avrupa da “İzmir” isminin daha çok duyulduğu zamanlarda, Osmanlı topraklarındaki ilk kartpostal editörü olan Max Fruchtermann başta İstanbul olmak üzere birçok şehrin kartpostallarını basarak 1898'den itibaren yeni bir sektör yaratmıştı. Kentin daha çabuk tanınmasına yönelik olarak da sosyal ve ekonomik hayattan görsel kesitler kartpostallarda yer almıştı. Kentleri tanıtan kartpostal furyası İzmir’i de etkilemiş ve İzmir kartpostallarında kenti simgeleyen bir saygınlık ögesi olan kordon, liman ve etnik yapıdan bir kesit denilerek zeybeklere yer verilmişti. Stüdyolarda zeybek kıyafeti giydirilerek fotoğrafı çekilen ve İzmir hatırası olarak dünyanın birçok yerine postalanan kartpostallar oluşturulmuştu. Böylelikle, İspanya, Fransa ve İtalya kıyılarına çok uzun zaman boyunca korku salan Batı Anadolu gençleri, oryantalist bir bakış açısıyla da olsa İzmir’in tanıtım yüzü olmuşlardı.

Kaynaklar

Ali Özçelik, Garp Ocakları Merkezli Akdeniz Korsanlığı’nın Batı Anadolu’ya Sosyo-Ekonomik Etkileri.

Atilla Çetin, “Garp Ocakları”

Melih Duygulu, Folklorumuzda Cezayir.

Mustafa Cezar, Osmanlı Tarihinde Levendler.

Onur Akdoğu, Bir Başkaldırı Öyküsü Zeybek.

Seyfullah Aslan, Akdeniz’de Cezayir Korsanlığı (1770-1830)

Uğur Göktaş, Evvel Zaman İçinde İzmir