Küresel sermaye piyasalarında, geleceğin endüstrilerini ve güç dengelerini yeniden şekillendirecek sessiz ama derin bir deprem yaşanıyor. Finans dünyasının en parlak beyinleri ve en büyük fonları, rotalarını geleneksel sektörlerden, dijital çağın yeni süperstarı olan yapay zekaya çevirmiş durumda. Bu tektonik kaymanın en somut ve en çarpıcı kanıtı, dünyanın enerji politikalarına yön veren Uluslararası Enerji Ajansı'nın (IEA) bu yıl 10'uncusunu yayımladığı Dünya Enerji Yatırımları raporuyla geldi. Rapor, 2024 yılında yapay zeka alanına yapılan yatırımların, enerji sektöründeki girişim sermayesi yatırımlarını adeta ezerek geçtiğini ortaya koydu. Yapay zekaya odaklı projelere akan sermaye 84 milyar doları bulurken, bu rakamın enerji girişimlerine yapılan yatırımın yaklaşık üç katına denk gelmesi, yatırımcı iştahındaki yön değişiminin ne kadar keskin olduğunu gözler önüne serdi.
Yatırımcıların yeni gözdesi: Sermaye neden yapay zekaya akıyor?
Peki, küresel iklim kriziyle mücadelenin ve temiz enerji dönüşümünün her zamankinden daha kritik olduğu bir dönemde, sermaye neden rotasını enerji gibi temel bir sektörden, yapay zeka gibi daha yeni bir alana çeviriyor? IEA'nın raporu, bu sorunun yanıtını çeşitli faktörlere bağlıyor. Enerji sektöründe son yıllarda artan maliyetler, hammadde fiyatlarındaki dalgalanmalar ve hükümetlerin sık sık değişen politika ve teşvikleri, yatırımcılar için bir belirsizlik ortamı yaratıyor. Uzun vadeli ve devasa altyapı gerektiren enerji projeleri, bu belirsizlik ortamında yatırımcılar için daha riskli hale geliyor.
Buna karşılık yapay zeka, sunduğu yüksek getiri potansiyeli, hızlı ölçeklenebilirlik ve inovasyona açık yapısıyla sermaye için çok daha cazip bir oyun alanı sunuyor. Yüksek faiz oranlarının hakim olduğu mevcut küresel ekonomik konjonktürde, yatırımcılar daha kısa sürede daha yüksek getiri vadeden, öz sermaye yatırımının daha çekici olduğu teknoloji odaklı projelere yöneliyor. Yapay zeka, bu tanıma birebir uyan bir alan olarak öne çıkıyor. Ancak bu durum, bir ikilemi de beraberinde getiriyor. Her ne kadar yapay zeka, enerji sistemlerinin optimizasyonu ve verimliliğin artırılması gibi konularda enerji sektörüne dolaylı faydalar sunma potansiyeli taşısa da, doğrudan enerji inovasyonuna gitmesi gereken sermayenin bu alana kayması, uzun vadede gezegenin geleceği için kritik olan yeşil devrimin yavaşlaması riskini de barındırıyor.
Enerji inovasyonunda alarm zilleri: Ar-ge harcamaları frene bastı
Yatırımcıların rotasını yapay zekaya çevirmesinin en endişe verici yansımalarından biri, enerji teknolojilerine yönelik Ar-Ge harcamalarında yaşanan belirgin yavaşlama oldu. IEA raporuna göre, şirketlerin enerji Ar-Ge harcamaları 2024 yılında sadece yüzde 1 oranında artarak, Kovid-19 salgınının etkili olduğu 2020 hariç tutulduğunda, son 10 yılın en zayıf performansını sergiledi. Bu durum, özel sektörün enerji alanında yeni teknolojiler geliştirmeye yönelik iştahının ciddi şekilde düştüğünü gösteriyor.
Rapor, özellikle batarya teknolojileri, kömür, nükleer enerji, yenilenebilir enerji kaynakları ve termik santral ekipmanları gibi kilit alanlarda faaliyet gösteren dev firmaların Ar-Ge bütçelerini kıstığına dikkat çekiyor. Yüksek sermaye maliyetleri ve piyasalardaki belirsizlik, uzun vadeli ve riskli görülen bu projelere ayrılan kaynakların azalmasına neden oluyor. Bu tablo, küresel temiz enerji hedeflerine ulaşılmasının her zamankinden daha acil olduğu bir dönemde, özel sektörün inovasyon motivasyonunda ciddi bir kırılma yaşandığına işaret ediyor. Bu durum, enerji dönüşümünün geleceğinin artık sadece doğal kaynaklara değil, aynı zamanda inovasyona yönelen sermayenin akış yönüne de ne kadar bağlı olduğunu acı bir şekilde ortaya koyuyor.
Doğu'nun yükselişi: Çin, enerji ar-ge'sinde avrupa'yı nasıl geride bıraktı?
Raporda altı çizilen bir diğer tektonik kayma ise küresel enerji Ar-Ge harcamalarındaki coğrafi dağılımda yaşandı. Uzun yıllardır bu alanda liderliği elinde bulunduran Avrupa ve ABD merkezli şirketler, tahtlarını Çinli rakiplerine kaptırmış durumda. 2015 yılında küresel kurumsal enerji Ar-Ge harcamalarında sadece yüzde 16'lık bir paya sahip olan Çinli firmaların oranı, 2025 yılına gelindiğinde yüzde 38'e fırlayarak rekor bir seviyeye ulaştı. Bu oranla Çin, yüzde 27'lik paya sahip olan Avrupalı firmaları açık ara geride bırakarak bu stratejik alanda dünya liderliğine oturdu.
Peki, Çin bu baş döndürücü yükselişi nasıl başardı? Rapora göre, bu başarının arkasında Çin'in kendine özgü ekonomik modeli yatıyor. Çin'de kamu ve özel sektör arasındaki sınırların daha belirsiz olması, enerjiyle ilgili inovasyonlarda devletin stratejik hedefleriyle özel sektörün Ar-Ge harcamalarının tam bir uyum içinde yürütülmesine olanak sağlıyor. Devletin devasa teşvikleri ve stratejik yönlendirmesiyle hareket eden Çinli şirketler, özellikle temiz enerji üretim zincirlerinde (güneş panelleri, rüzgar türbinleri, batarya teknolojileri vb.) rakiplerinin önüne geçerek büyük bir rekabet avantajı elde etti. Bu durum, geleceğin enerji teknolojileri savaşında Çin'in ne kadar avantajlı bir konumda olduğunu gösteriyor.
Devlerin değişen listesi: Petrol devleri yerini teknoloji ve batarya üreticilerine bırakıyor
Enerji sektöründeki bu köklü dönüşümün en somut kanıtı, enerji alanında en çok Ar-Ge harcaması yapan 20 şirketin listesindeki değişimde kendini gösteriyor. 2015 yılında bu liste, ezici bir çoğunlukla ABD ve Avrupa merkezli petrol ve gaz devleri ile geleneksel otomotiv şirketlerinden oluşuyordu. O dönemde listedeki istisnalar sadece Çinli State Grid ve PetroChina idi.
Ancak 2024 yılına gelindiğinde, listenin yapısı tamamen değişmiş durumda. Listede artık, Çinli dev batarya üreticisi CATL, elektrikli araç devriminin öncüleri olan BYD ve Tesla gibi yeni nesil teknoloji şirketleri yer alıyor. Ayrıca, elektrifikasyon için ekipman tedarik etmeye odaklanan Japon Denso, Fransız Schneider Electric ve Alman Robert Bosch gibi firmalar da listedeki yerini aldı. Eskinin devleri olan petrol ve gaz şirketlerinden ise listede sadece Petrochina, Sinopec ve Saudi Aramco gibi birkaç isim kalabildi. Bu tablo, fosil yakıtlardan elektrifikasyona ve temiz enerjiye doğru yaşanan kaçınılmaz geçişi ve bu geçişin küresel endüstriyel hiyerarşiyi nasıl yeniden şekillendirdiğini net bir şekilde ortaya koyuyor. Artık enerji dünyasının devleri, sadece topraktan petrol çıkaranlar değil, geleceğin bataryalarını, elektrikli araçlarını ve akıllı şebekelerini üreten teknoloji şirketleri.