Siddhartha Mukherjee, Pulitzer ödüllü bir yazar. Ama asıl profesyonel işi kanser konusunda uzmanlaşmış bir tıp doktoru olması. Harvard mezunu ve halen Colombia Üniversitesi Tıp Merkezi'nde akademisyen bir onkolog.
Yazdığı ilk kitabın ismini bugünkü makaleme başlık olarak seçtim. Kitap, Kanserin tıp tarihindeki yolculuğunu geniş bir şekilde ele alırken, bu hastalığın yarattığı çaresizlik duygusu ile tıbbın tam olarak farkına varılmamış dönüştürücü potansiyelini tüm ayrıntısı ile anlatıyor. Özellikle, ABD’de kansere karşı bir sosyal aktivist olarak belgesel kıvamında sözettiği Mary Lasker karakteri bağlamında, karşı algının toplumsal formasyonu, zaman içinde nasıl şekilleniyor, tüm detayları ile izliyoruz. Lasker, konu hastalık olsa da, kanserle ilgili eldeki bilgileri, bir reklam ürünü gibi, öz ve temele indirgenmiş şekilde hedef kitleye anlatıyor. Süreci, Amerika tarihi parelelinde okuyoruz.
Dr. Mukherjee, Thomas Hodgkin gibi, sıradışı bir gözlem yeteneği ile 1845’li yıllarda, daha sonra kendi ismi ile anılacak Malign Melanom hastalığını tanımlamasından, 1950’li yıllarda  kanserdeki tedavilerin belirli evre ve türdeki olanlarla eşleştirilmesi metodolojisini geliştiren Dr.Hanry Kaplan’a kadar, kanser tanı ve tedavisinin günümüze kadar ana virajları oluşturan tüm araştırmacı ve klinisyenlerin isimlerini tek tek anarak onurlandırıyor.
Bugünlerde insanlığın ana gündemini oluşturan Pandeminin etkeni Corona virüsüne odaklanılması gibi, 1960’larda da, NewYork Rockefeller Enstitüsü'nün araştırmacılarından tavuk viroloğu Peyton Raus, bazı kanser türleri ile virüs arasındaki bağlantıyı ortaya çıkaran bir  çalışması ile 1966 yılında Nobel Fizyoloji ve Tıp ödülünü kazanmıştı ve o dönem,virüs ile kanser arasındaki bağlantı nedeni ile,kanserin AİDS, SARS ve Corona’da olduğuna benzer şekilde  yayılım ve bulaşıcılığı olduğuna yönelik yoğun bir  küresel bir endişe yaratmıştı. Sular durulduğunda, kanserin bir virüs gibi hızla yayılan bir özellikte değil çok daha farklı karakteri olan bir hastalık olduğu ortaya kondu. Kanser biyologları, kanserin genlerdeki moleküler değişiklikler temelinde oluştuğunu, bir etkenin yarattığı enflamasyonun hücrelerin birinde bulunan bir genin  raslantısal mutasyonuna neden olarak ardından etkinleşen varyasyonlar neticesi yıllar içinde ikincil, üçüncül değişikliklerle kanser hücresi oluştuğunu ortaya koyduklarında, bu sefer de, virüs gibi dış etkenlerin değil iç faktörlerin üzerinde durulmasının gerektiği paradigmal değişikliklere yol açmıştı. 1970’lerde Felsefeci Renata Salecl’in, o zamanlar toplumu tehdit eden unsurlar gibi hastalıkların da dış kaynaklı olduğu (koministler, uzaylılar, mikroplar vs) ön kabulünden bahsederek, kanserin de dış nedenlerden ziyade vücudumuzda varolan hücre genlerinin mutasyonu sonucu oluştuğu 'içimizdeki düşman' gerçekliğinin, toplum tarafından ne kadar zor kabul edildiği üzerindeki çözümlemesini kitaptan takip ediyoruz.
Kitap, dramatik tedavi dönemlerinden de bahsediyor: 1891 ila 1981 yılları arasında yaklaşık yüzyıllık dönemde, beş yüz bin kadının, meme kanseri nedeniyle,b ugün artık çok nadiren gerekli görülen, radikal mastektomi operasyonuna zorlanarak bedenlerinde kalıcı biçim  bozukluklarına maruz kaldığını anlatıyor. Halsted geleneğini takip eden cerrahların 100 yıllık hükümranlığı sona erdiğinde, meme kanserinde radikal cerrahi ile birlikte ona dair tıp kültürü ve birikimi de uçurumun dibine yollanmıştı.
Hipokrat’ın Arts longa, vito brevis sözünde de olduğu gibi, konu kanser olduğunda tıp sanatı uzun, yaşam kısa kalıyor. Mukherjee de, düş kırıklıkları ve dayanma gücünün çaresizliğe dönüştüğü anlarda, Abraham Verrghase’nin sözünü hatırlatıyor: Tedavide sonuç istendiği gibi gitmezse ya hasta fazlası ile zayıf ve yaşlı ya da geç başvurmuştur. Neden asla tıp biliminin yetersizliği değildir!
Kitap bittiğinde, kanserin, gen mevzusunun ayrılmaz bir parçası olarak onkojenler üzerinden hücrenin çoğalmasını düzenleyen temel genlerdeki mutasyonlardan ortaya çıktığını, mutasyonların da DNA’daki kanserojen etkisine bağlı olarak raslantısal hasarların biriktiği genlerin içinde olduğunu öğreneceksiniz. Yaşınızın bir kesitinde kendinizde ya da yakınlarınızda görebileceğiniz kanserden, yaşlanma, yenilenme, onarım ve üreme gibi fizyolojik süreçlerden ne kadar korunabilirseniz o ölçüde korunabiliriz! Yani kanser, kendi vücudumuzun derinliklerinde saklı ve 4000 yıldır insanlık tarihine yoldaşlık ediyor.
Son noktada, kanser tedavisinde, birkaç on yıl için, en iyi yolun, tamamen önlenemese de yaşam süresini uzatmaya odaklı olacağını öngörebiliriz.