Geçen yılın en çok konuşulan yapımlarından biri, dijital platform dizisi Kulüp’tü, biliyorsunuz. İzleyenler sosyal medyada ve yüz yüze sohbetlerde Matilda’yı, Raşel’i, Çelebi’yi, Selim Songür’ü, Orhan’ı, Fıstık İsmet’i; kulüpte dönen oyunları, kulüp üzerine oynanan oyunları konuştu. Sekiz bölümlüğüne konuşuldu ve bitti. Oysa bir kulüp üzerine oynanan o oyunun gerçekliği, yıkıcılığı, yok ediciliği hiç bitmedi.

Mevzu bahis, 6-7 Eylül Olayları, anladınız. Şimdi dijital platformlarda başka diziler, dramalar konuşuluyor çünkü televizyonun doğasında tüketmek var. Neil Postman, “Televizyon: Öldüren Eğlence” kitabında “Ve şimdide de…” kalıbıyla çok güzel açıklar bunu. Frankfurt Okulu’nun tabiriyle “üretim-tüketim-yeniden üretim” döngüsünü. Hep yeniden üretmek üzere tüketir, tükettirir televizyon. Fakat iyi tarafından bakalım; bir süreliğine bile olsa bu konuyu konuşturmuş olması güzel. Azınlıklara karşı bir pogrom olan 6-7 Eylül Olayları'nın ilk defa bir televizyon dizisine konu olması, televizyon gibi popüler bir kitle iletişim aracı üzerinden bu vahşeti konuşmuş olmamız bile iyi bir şey.

***

Televizyon tüketir ama edebiyat biriktirir. Hayatı kalıcı hale getirir. Hem de bunu popülerlikten uzakta yapar. Yazar Handan Gökçek’in 2014 yılında Yakın Kitabevi Yayınları tarafından yayımlanan romanı Elenika, tam da bunu yapmıştı. Nasıl Kulüp’te; yok edilmeye çalışılan azınlıklar bir gece kulübünün çatısı altında toplanmış ve hikaye şarkılarla, müzikle örülmüşse; Handan Gökçek’in sekiz yıl önce basılan Elenika’sında da ana mekan, bir gece kulübüydü. Rum kantocu Eleni’nin, müzisyen sevgilisi Niko’yu, “Babam” dediği patronu Toma’yı, terzisi Hayganuş Hanım’ı ve diğerlerini İstanbul’da 6-7 Eylül 1955 cehenneminde yitirmesini; Cunda adasında inzivaya çekilmesini ve bir türlü ölememesini anlatan roman, incelikli tasvirleriyle, şiir gibi diliyle, tastamam dramatik yapısıyla edebiyatta bir boşluğu doldurmuştu.

Edebiyatta birikenler, kardeş sanat dalı tiyatroya aktı; Handan Gökçek, Elenika’yı oyunlaştırdı. Son Kantocu Eleni, Öteki Beriki Tiyatro Topluluğu ile Şişli Tiyatrosu ortaklığında, Tomris Çetinel ve Yasemin Şimşek Tüzün görünümünde sahneye çıktı. Yılmaz Tüzün’ün yönetmenliğinde dünya prömiyeri geçen ay İstanbul’da Şişli Tiyatrosu’nda yapılan oyun, 26 Ekim’de İzmir’de sahnelenmeye başlandı. İlk gösterimin biletleri bir ay önceden tükenmişti, Alsancak’taki Han Tiyatrosu’nun salonu hıncahınç doluydu. 9 Kasım biletleri de satılmış, sırada 30 Kasım ve Mayıs 2023 dâhil diğer gösterimler var.

Yazar, tiyatro metnine romanın ana aksını; Eleni’nin kantoculuğunu, Niko ile aşkını, kemancı kiracısı Birgen ile diyaloglarını, bir türlü ölememesini ve 6-7 Eylül vahşetini almış. “Ben Eleni, son kantocu” diyerek sahneye giren Tomris Çetinel, kahramanın bir türlü ölememekten yakınan yaşlılık dönemini canlandırıyor. Oyun, yaşlı Eleni’nin izleyicilere hikayesini anlatmasıyla ilerliyor. Gençliğinden, kantodan, sahneden söz açtığı yerlerde Eleni’nin gençliğini canlandıran Yasemin Şimşek Tüzün çıkıp şarkılarını söylüyor, kanto yapıyor. Bu arada oyunun şarkılarının da orijinal olduğunu ve sözlerini yine Handan Gökçek’in yazdığını belirtelim. Kostümler ise terzi yamağı Barbaros Şansal’ın elinden, dönemin tüm şaşaasını yansıtarak çıkmış. Anlatıcısı Ali Poyrazoğlu, koreografı İhsan Bengier, bestecisi Kerem Memişoğlu olan oyun, bir yıldızlar geçidi gibi aynı zamanda. Gökçek’in tiyatro oyuncusu oğlu Berkay Gökçek de dış ses olarak yer almış. Çetinel’in Eleni’yi, Rum aksanlı Türkçeyle konuşturması, Tüzün’ün şarkılarda ve finaldeki konuşmada aynı aksanı kullanması çok başarılı. Şive danışmanlığını Devlet Tiyatroları'nın usta oyuncularından İbrahim Raci Öksüz’ün yapmış olması önemli. Hele finale doğru genç ve yaşlı Elenilerin birbirinin aynasında yansıması, duygusal etkiyi artırıyor. Genç Eleni, aşkı Niko’yu kaybedişini anlatırken, izleyenler de o kayıktaki dalgalarla sarsılıyor.

Romanın, 6-7 Eylül Olayları gibi siyasi ve toplumsal bir vahşet ile ölüm gibi evrensel ve tarihsiz bir kavramı kol kola geçiren yapısı, oyunda da korunmuş. Yaşlı Eleni’nin ölümcül hastalığa tutulmuş genç kiracısı Birgen’de Niko’yu görmesi, onunla diyalogları, “Beni öldürsene!” diye yalvarması, izleyenleri tarihin en eski kavramlarından ölüme ve yaşlılığa götürüyor.

***

Romanda devinen olaylar, oyunda sahnelenerek değil, oyuncuların anlatımlarıyla akıyor. Romanı okumuş olmak, hikayeye daha çok hakim olmayı sağlıyor. Olan biteni, 6-7 Eylül’den sonra kendini kapattığı Cunda’daki evinde başından geçenleri anlatan Eleni’nin konuşmalarından öğreniyoruz. Işık-gölge oyunları, oyunun dekorunun bir parçası. Duvara yansıtılan pencere ile Birgen, Niko ve Toma’nın perdenin arkasından yansıyan gölgeleri, hikayeye destek oluyor. Bu nedenlerle Elenika, metni çok dikkatle dinlemeyi gerektiren bir oyun. Salonun akustiğinin, ses izolasyonunun tamam olması bu açıdan önem taşıyor. Fakat ne yazık ki salonun arka yarısı, oyuncuların repliklerinin tamamını duyamadı. Son sözü, “Han Tiyatrosu’nda ses izolasyonuna lütfen dikkat!” diyerek ve biletler tükenmeden hemen edinmenizi önererek bitirelim.