Röportaj/ SİNAN KESKİN

Sağlık emekçileri korona virüs salgını sürecinde olağanüstü bir özveri ile hizmet üretiyor. Ancak tüm bu çabalarına rağmen şiddete maruz kalmaktan kurtulamıyorlar. Bu şiddet bir yandan hasta yakınları tarafıdan olurken bir yandan da psikolojik olarak yöneticiler tarafından devam ediyor. Söz verilen haklarını ödemektense sürekli 'cek, cak'lı açıklamalarla geçiştiriliyorlar. Tüm bunlara karşın bir de yoğun bir mobingle karşı karşıyalar. Bundan dolayı tükenme noktasına geldiler. Sağlık çalışanları arasında yoğun bir şekilde tükenmişlik sendromu yaşanmaya başladı. Bu nedenle de istifalar artmış durumda.

Sağlık çalışanlarının hak arama mücadelesinde en ön saflarda yer alan Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası'nın (SES) İzmir Şubesi Avukatı Hasan Hüseyin Evin ile sağlık emekçilerinin bu süreçte yaşadıklarını konuştu.

Korona virüs salgının başlaması ile birlikte sağlık emekçilerinin virüsle olağanüstü bir mücadelesine şahit olduk. Ancak bu süreçte sağlık emekçilerinin mücadele ettiği tek şey virüs olmadı. Öncelikle kısaca sağlık emekçilerinin bu süreçte yaşadıklarını anlatır mısınız?

Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ve Sağlık Bakanlığı genelgeleriyle farklı bir çalışma düzenine geçildi. Buna esnek çalışma deniliyor ama esnek çalışma çok daha farklı bir şey. Esnek çalışma çok boyutlu ve çok tehlikeli bir uygulama. Uygulanan durumu esnek çalışmanın kısmı bir şekilde uygunlanması olarak değerlendirebiliriz. Bununla birlikte personelin yemek hizmetlerinden tutun farklı pek çok ihtiyaçları ortaya çıktı. Yemek sözleşmeleri ile hizmet alımı yapılırken artık kumanyalara dönüldü, hastanelerde sıcak yemek verilmedi. Buna karşı doğal olarak sağlık personelinin tepkileri gündeme geldi. Köpük tabaklarda sıcak yemek gibi bir takım düzenlemeler yapılmaya çalışıldı. Kısmen bu sorun çözüldü.

Sonra koruyucu ekipman sorunu gündeme geldi. İlk etapta 'maske takın yeterli' gibi garip önerilerle karşılaşıldı. Bu konuda yerel yönetimin bakanlığa oranla daha iyi bir refleks gösterdiğini söyleyebiliriz. Süreç içerisinde tam olarak diyemesek de önemli ölçüde koruyucu ekipman sorunu da çözüldü.

2020/4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nde dönüşümlü çalışan sağlık personelinin mali, özlük ve sosyal haklarında herhangi bir şekilde kayıp olmayacaktır şeklinde bir düzenleme vardı. Bunun üzerine, toplumun sağlık personeline ilgisini ve ona gösterdiği sevgiyi bir anlamda karşılamak üzere ek ödemelerin tavandan ödenmesi gündeme geldi. Bu uygulama kağıt üzerinde kalan bir şeydi. Halkımız, bütün sağlık personelinin ek ödemeleri tavandan aldığı gibi bir izlenime kapıldı ve 'parasını da alıyorlar nasılsa' gibi bir anlayış gelişmeye başladı. Ama tabi yaşanan bu değildi.

Biz basın mensupları konuyu yakından takip ediyoruz fakat bilmeyenler için açıklar mısınız? Sağlık personeline yapılacağı söylenen ek ödemeler yapılmadı mı?

Pek çok kurum ve kuruluşta tavandan ek ödeme yapılmadı. Hatta 9 Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi örneğinde gördüğümüz gibi pandemi öncesinde aldıkları ek ödemelerinde yüzde 20 kesintiye gidildi.

Sağlıkçıları polis karşıladı

Bu süreçte en fazla gündeme gelen kurum DEÜ Tıp Fakültesi Hastanesi oldu. Hastane bahçesinde yapılan eylemler oldu. Neler oldu orada?

Az önce bahsettiğim kararı alan başhekimle bir görüşme yapılmak istendi. Sözlü görüşme talebinde bulunuldu. Bu talebin karşılık bulmaması üzerine bu kez iki sendikanın yazılı başvurusu ile görüşme talep edildi. Ardından bir başka sendikanın daha başvurusu oldu. Nihayetinde 10 kuruma ulaşan dernek, sendika, meslek odası vb. kuruluşların görüşme çabaları sonrasında başhekim nihayet 'hiçbir şekilde görüşme yapmayacağını' sözlü olarak ifade edince personelin tepkileri yoğunlaştı. Basın açıklamaları başladı. Hergün öğle arası basın açıklamaları gündeme geldi. Eylemler tamamen barışçıldı, hiçbir şeye zarar verilmiyor, hizmet aksatılmıyordu. Kendi dinlenme saatlerinde tepkilerini gösteriyorlardı. Başhekime yapılan bütün çağrıların karşılıksız kalmasınn ardından peronel, 17 Haziran günü hastane bahçesindeki eylemlerinin ardından başhekimle görüşmek üzere başhekimlik katına gitti. Başhekimlik katında karşılarına Balçova İlçe Emniyet Müdürlüğü'nde görevli polis memurları çıktı. Çalışanlar herhangi bir taşkınlık olmaksızın taleplerini dile getirip görev yerlerine döndü. Bunun üzerine, birkaç dakika gecikmeyle, hastane içinde olmalarına rağmen görevlerinin başında olmadıkları iddiasıyla soruşturma başlatıldı. Soruşturmada yasaların öngördüğü asgari 7 günlük savunma süresi tanınmaksızın derhal savunmalarını vermeleri istendi. Usulsüzlüklerin başlangıcı burasıdır.

Nasıl bir usulsüzlükten söz ediyoruz?

İnceleme yapılması gerekiyordu normalde. İnceleme yerine soruşturma bile başlatılmadan doğrudan savunma istenmesi gibi bir uygulama gündeme geldi. 100'den fazla çalışandan sözlü savunma vermesi istendi. Sözlü savunma vermek diye bir şey söz konusu değil. Siz bir duruşma yapmıyorsunuzki, siz mahkeme değilsiniz, ifade alacaksanız bunu belirtirsiniz. Ama böyle bir şey de yok. Bunun usulsüzlüğü açık. Personel savunmasını yazılı olarak verdi. Yaptıkları eylemin ulusal ve uluslararası hukuka uygun olduğunu ancak yönetimin kendi görevini yerine getirmemek konusunda ısrarlı olduğu, bütün yaşanan sorunların kaynağında da yönetimin duyarsız ve diyaloga kapalı tavrının bulunduğunu ifade ettiler.

Soruşturma sonuçlandı mı?

Soruşturma atıl bırakılarak top rektörlüğe atıldı. Buradaki asıl sorun şuydu; sağlık emekçilerinin yaşadığı bu kadar soruna karşı duyarsız kalamayan Balçova Belediye Başkanı Fatma Çalkaya ve bir kısım milletvekilinin bir gün türkülü eğlenceli bir protesto eylemine katılmış olmaları karşısında başhekim bu işin siyasi boyuta taşıındığı iddiasıyla tepki gösterdi. Ancak ertesi gün kendisi yanına AKP ve MHP ilçe başkanlarını da alarak Balçova Belediyesi önünde bir basın açıklaması yaptı. Doğrudan belediye başkanını hedef alarak 'bizim iç işlerimize karışmayın, siz belediyeyi nasıl yöneteceğinize bakın' gibi bir tepki ortaya koymak süretiyle asıl meseleyi siyasi platforma taşıyan kendisi olmuşken bu konuda rektörlüğe bir yazı yazıp soruşturma açılması sağladı. Rektörlük 17 Haziran'da yapılmış olan eylemi sanki 15 Haziran'da gibi belirterek savcılığa suç duyurusunda bulundu

Yanlış tarih vermiş olmalarının anlamı nedir?

Meseleye o kadar özensiz yaklaşılıyordu ki hangi eylemin hangi tarihte yapıldığını dahi araştırma gereği duymadan bu şekile çalakelem, personeli yıldırmaya, haklarını aramaktan caydırmaya dönük işlemler yapmak istemelerinin sonucu olduğunu düşünüyoruz.

Suç duyurusunun gerekçesi nedir?

Bulaşıcı hastalıklara karşı alınan önlemlere aykırı davrandıkları iddiasıyla suç duyurusunda bulunuldu.

Türk Ceza Kanunu'nun 195. Maddesi uyarınca soruşturma sürdürülüyor şu anda, madde şöyle der; bulaşıcı hastalıktan ölmüş ya da tedavi görmekte olan kişilerin bulunduğu yerin karantina altına alınmasına ilişkin yetkili makamlarca alınmış olan karara aykırı davranmak. Oysa ne İzmir için ne Balçova için ne de DEÜ Hastanesi için alınmış bir karantina kararı yok. Dolayısıyla böyle bir suçlamanın kendisi absürt bir suçlama. Fakat burada temel amaç, haklarını aramakta ısrar eden ve mevcut mali haklarının ihlal edilmesine tepki gösteren sağlık emekçilerini yıldırmak mücadeleden caydırmak ve onları adeta köle gibi çalışmaya zorlamak.

Başarılı oldular mı?

Başarılı olmadı, olamayacak da.

Uzaklaştırma hukuksuz

Bir usulsüzlük de SES İşyeri Temsilcisi Günseli Uğur hemşirenin görev yerinin değiştirilmesinde yaşandı.

Bütün bu eylem ve etkinliklerde oldukça aktif bir biçimde yer alan SES İşyeri Temsilcisi Günseli hemşireyi geçici görevlendirmeyle Buca'nın Gediz mahallesinde bir Aile Sağlığı Merkezi'ne (ASM) sürgüne gönderdiler. Buna karşı dava açtık. Savunma süresi sonrasında inanıyoruzki yürütmenin durdurulması kararı çıkacak.

4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu'nun 18. Maddesi uyarınca işyeri temsilcilerinin görev yerleri sebebi açıkça belirtilmedikçe değiştirilemez. Bu görevlendirmeyi ne ye dayanarak yaptılar?

Günseli hamşirenin kendi talebi yok, belirtilen bir sebep yok, ki meşru sebep olması gerekir. Geçici görevlendirme her defasında 3 ayı geçmemek şartı ile 1 yıl içinde 6 ayı aşamaz şeklinde bir hüküm olmasına rağmen, Günseli hemşeriye 6 ay süreyle hastaneden uzaklaştırdılar. Günsel hemşire üzerinden diğer sağlık emekçilerine gözdağı vermeye çalışıyorlar ama bu boşuna bir çaba. Bütün bu yaptıkları şey bumerang gibi kendilerini vuracak. DEÜ'nün yapabileceği en güzel şeyin çalışanlarıyla, onların örgütleriyle bir diyalog ve iş birliği içine girerek, personelin haklarını en üst düzeyden tanıyarak hizmetin daha sağlıklı işleyişini sağlamak olduğunu düşünüyoruz.

Bunun gerçekleşeceğini düşünüyor musunuz?

Böyle bir niyetleri olduğunu düşünmüyoruz. Ama er ya da geç o çizgiye gelmek zorundalar. Daha önce bunun örnekleri yaşandı. Pek çok yönetici gördük bu şeklide, sonuçta bu çiziye gelmek zorunda kalacaklar. Çünkü hayatın gerekliliği budur. Çalışanın, üretinin yok sayıldığı bir yönetim anlayışı asla kalıcı olarak varlığnı sürdüremez.

Diğer sağlık kuruluşlarında da bir takım sorunlar yaşandı.

Soruşturma süreci dışında sözünü ettiğimiz sıkıntılar bütün sağlık kuruluşlarında yaşandı. DEÜ, bu kadar yoğun soruşturma ve eylemlilik süreci olduğu için gündemde kaldı. Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde nöbet ücretlerinin ödenmemesi söz konusu oldu mesela. 3 günlük bir eylem sonrası idare ile yapılan görüşmeler sonucu ödemeler gerçekleştirildi.

Nöbet ücretleri

Bir diğer önemli sorun da nöbet ücretlerinde yaşanıyor. Bunu biraz açar mısınız?

Sağlık Bakanlığı Yönetim Hizmetleri Genel Müdürlüğü Strateji Geliştirme Başkanlığı aracılığı ile Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü'nden nöbet ücretleri ile ilgili bir görüş aldı. Şöyle garip bir görüş ortaya konuldu: Cumhurbaşkanlığı genelgesine atıfla idari izinli sayılan personelin özlük ve mali haklarında herhangi bir şekilde kayba sebep olunmayacak, bu nedenle idari izinli sayılan personelin nöbet ücretleri ve ek ödemeleri eksiksiz olarak ödenecektir ancak fiilen çalışmakta olan personelin nöbet hizmetleri, mesailerini tamamlamak suretiyle mahsup edilecektir, kalan kısım varsa nöbet ücreti ödenecektir, yoksa nöbet ücreti ödenmeyecektir. Bakanlık da bu görüşü esas alarak bu şekilde uygulama yapılması yönünde genelge yayınladı.

Artık neyi tartışacağımızı bilemez durumdayız. Çünkü idari izinli sayıldığı için fiilen çalışmayan personele ödenen ücret, her türlü riskle karşı karşıya kalarak çalışan personele ödenmez diyorsunuz. Bunun akılla, mantıkla, adaletle, hakkaniyetle açıklanması mümkün değildir. Biz sendika olarak bu uygulamaya yönelik dava açtık. Dava Ankara İdare Mahkemesi'nde devam ediyor.