Sedefnaz Yaşar, “Hayat aslında çay ve kek eşliğinde sevdiğinle zaman geçirmekken, biz nice to have değil must olan işlerimizi ve getirdiği stresi hayat sanıyoruz” diyor.

Röportaj/ Sinan KESKİN

Uzun yıllar kurumsal şirketlerde çalışıp sonra hayallerinin peşinden koşmaya karar veren Sedefnaz, işinden istifa etti, İstanbul’dan İzmir ‘e taşındı ve hayalindeki kitabı yazdı. Sedefnaz, “zor olsa ben yapmam!” mottosuyla girdiği mutfağında 88 gün sonra çıkacağı 5 günlük tatilin ümidiyle yaşama tutunan yorgun bedenlerin de börek yapabileceği bir dünya hayal etti ve tarifleriyle bunu başardı. Çünkü üst yönetimle bütçe görüşmeleri, büyük büyük patronlarla yıl sonu toplantıları derken excele bakmaktan pörtlemiş gözlerini ve çekilmiş ruhunu daha da yormaya niyeti yoktu!

Sedefnaz Yaşar’ın kaleminden “Plaza İnsanı Mutfakta” ile birbirinden havalı, pratik ve leziz tarifleri hemen hazırlayabilir, yerken de kitabın plaza dedikoduları bölümünü okuyup çokça kahkaha atabilirsiniz.

Gününün 12 saatini 88 katlı bir plazada çalışarak geçirirken hayallerinin peşinden koşan ve içinde birbirinden lezzetli ve pratik yemek tariflerinin de bulunduğu “Plaza İnsanı Mutfakta” kitabını yazan Sedefnaz Yaşar ile, plaza insanı olmayı, kitabını ve hayallerini konuştuk.

Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Ben Sedefnaz Yaşar, sosyal medyadaki adımla @plaza.insani.mutfakta. 1985 yılında İstanbul’da doğdum. 2008’de kimya mühendisliği bölümünden mezun olur olmaz plaza insanı oldum, ilaç sektöründe pazarlama alanında çalışmaya başladım. 9 yıllık yoğun tempoda ve bol seyahatli geçen bir plaza hayatından sonra hamileyken İzmir’e taşınıp çalışmaya ara verdim. Oldukça yoğun bir tempoda çalışırken bile beni stresimden arındıran, sıkıcılıktan kurtaran ve eğlendiren yer mutfaktı. Birçok plaza insanında olduğu gibi evde kendime ayırabildiğim zamanımın çok az olması sebebiyle keyifli ama pratik yemeklere bayılıyorum. Ya da keyifli yemekleri pratik hale getiriyorum da diyebiliriz. Kısa sürede evdeki malzemelerle yapılabilen, pratik ve keyifli tarifleri sayfamda paylaşıyorum. Bir yandan da tariflerin beraberinde anlattığım biraz tatlı biraz muzip plaza dedikodularım var! Kısacası mutfağımı ve ortak plaza acılarımızı paylaşmayı çok seviyorum ve bu yıl itibariyle onları bir kitap haline getirdim. Ekim ayında "Plaza İnsanı Mutfakta" adlı ilk kitabım yayımlandı.

Kimya okumayı siz mi tercih ettiniz, yoksa mahalle baskısı oldu mu?

Olmaz mı! Aslında hayalim endüstri ürünleri tasarımı okumaktı, puan olarak da bu bölümü kazanmıştım ama mühendisliğin ailedeki yüksek popülaritesi sebebiyle ("kızımız mühendis oldu" cümlesi bizim ailede her zaman havalıdır) risk alamayıp mühendis olmayı tercih ettim. En çok ilgimi çeken mühendislik bölümlerinden biri endüstri biri de kimya mühendisliği idi, endüstri mühendisliğine puanım yetmedi ve bir anda kendimi kimya mühendisliği bölümünde buldum.

Yemek ile ilginiz nasıl ve ne zaman başladı? Çocukluğunuzda bu tutkunuzla ilgili paylaşabileceğiniz bir anınız var mı?

Yemeğe ilgim çocukken başladı, anneme mutfakta yardım etmekten özellikle de kek yapmaktan çok keyif alırdım. Sonra evde kakaolu pudingler, muhallebiler pişerken dibini sıyırmanın verdiği mutlulukla mutfağa olan ilgim arttı diyebiliriz. Evlenince ilgim farklı bir boyut kazandı çünkü artık zamanım çok dardı ve akşam yemeğinde sürekli dışarıdan yemek siparişi vermek de olmazdı, biraz evde de yapmak lazımdı. Ben de sevdiğimiz yemekleri hızlı yapmanın yollarını araştırdım ve mutfaktan daha çok zevk alır oldum.

Çocukluğuma dair hatırladığım bir anım var, o zamanlar "çikolatalı mus (mousse)" yapmak çok modaydı, biz de kuzenimle büyük bir heyecanla yapmaya giriştik. Tarifte çiğ yumurta kullanılıyordu ama mikserle uzun süre çırpılması ve köpük şeklinde olması gerekiyordu. Biz ise yazlıkta mikser bulamadığımızdan bilek gücü ile çırpar, hallederiz diye düşündük. Sonra da ailemize yaptığımız muhteşem çikolatalı musu takdim edecektik. Tabii biz yumurtaları pek iyi çırpamadığımız için, mustan bir kaşık almak istendiğinde yumurta beyazları uzuyordu, mus değil garip bir karışım olmuştu ve buram buram yumurta kokuyordu. Belki tüm ailenin midesini bozmuş olabiliriz ama hata yapmadan öğrenilmez değil mi?

Yapmaktan ve yemekten en keyif aldığınız yemek türü nedir?

Kek ve kurabiye. Çünkü çok güzel kokuyorlar ve evi ısıttıklarını düşünüyorum. Yaparken de yerken de rehabilite oluyorum.

Size özel tarifleriniz var mı? Yemek yaparken neye dikkat ediyorsunuz?

Var tabii. Ben bir restoranda ya da gittiğim bir davette bir yemeği çok beğendiğim zaman hemen üzerinde düşünmeye başlıyorum; "Acaba içinde neler var? Hangi baharatlar kullanılmış? Evde de yapabilir miyim? Garsondan tüyo alabilir miyim?" gibi düşünceler uçuşuyor kafamda. Beğendiğim tarifleri biraz araştırıp biraz da zevkime göre uyarlayıp deniyorum. Örneğin bir noodle içerisinde kaju yediğimden beri evde de noodle ya da makarna yaparken çoğu zaman kaju kullanıyorum, ya da bir meze beğendiysem örneğin içindeki sebzeleri zevkime göre değiştiriyorum, içerisine ceviz yakışır deyip ekliyorum. Bir kurabiye tarifini yiyip içimden "keşke daha yumuşak olsa" diye düşünüyorsam içerisine labne peyniri ekleyip deniyorum örneğin, biraz şekerini artırıyorum ve birkaç denemede istediğim tada ve kıvama ulaşabiliyorum. Kitapta da yer alan, kendim deneyerek oluşturduğum tariflerden "Girit Mezesi" ve "Labneli Lor Kurabiyesi" örneklerini verebilirim.

Tariflerinizi verirken plaza dilini kullanıyor musunuz?

Evet kullananlara ne kadar kızsam da ben de kullanıyorum bazen. Galiba bir yandan da seviyorum bu dili, çünkü biz böyle anlaşıyoruz aramızda ne yapalım. Örneğin "kek kalıbını yağlayıp üzerinde un gezdirmek kekin kalıba yapışmaması için must!" gibi yazdığım zaman daha iyi anlaşılıyor ve daha eğlenceli oluyor bence.

Son yıllarda plazalardan kaçıp Ege'ye yerleşen ve hayallerinin peşinden giden çok sayıda insan var. Plaza hayatı cazibesini kaybediyor mu sizce?

Bence kaybediyor, yavaş yavaş hayatın iş hayatından ibaret olmadığı gerçeğini anlıyoruz sanırım. Hayatta mutlu olunabilecek, başarılı hissettirecek, gurur duyulacak tek şey kariyer değil. "Hayallerimizin peşinden koşarsak para kazanamayız" gibi bir düşünce ile büyütüldük çoğumuz, o nedenle kolay değil, gerçekten cesaret gerektiriyor ama en azından denemek gerekiyor bence. Aslında özgürlüğümüzün sınırlarını koruyabilirsek plaza hayatı da gayet keyifli olabilir diye düşünüyorum, önemli olan kendini çok kaptırmamak. İş hayatının insana kattığı sosyal çevre ve ekonomik özgürlük harika bir şey, herkes üretmeli, çalışmalı ama kendi özgürlüğünün de sınırlarını aşmadan çalışmalı insan.

Yazdığınız kitap sıradan yemek tarifi kitabı değil, kitap yazma fikri nasıl gelişti, kitapta ne anlatıyorsunuz?

Instagram hesabımla birlikte yoğun tempoda çalışan bir plaza insanı olarak hayallerim vardı: Başkalarına önerdiğim yemek tariflerinin onlar tarafından da denenmesi... Yormadan keyifli bir yemek ortaya çıkarmaya yardım etmesi...Ortak plaza acılarımızda birlikte duygulanmak...Ortak plaza geyiklerimize birlikte gülmek... İşten ayrılıp İzmir’e taşındıktan sonra, kendimi bir anda o çok özlediğim, yoğun iş temposundan koltuklarında pek oturamadığım güzel evimde buldum. Evimi çok özlemiştim ama yoğun bir hayattan sonra birdenbire boşluğa düşmüştüm. Ben de ne yapabilirim diye düşündüm ve çok heyecanlı bir işe giriştim: Kitap yazmaya başladım. Her bölümü eklerken, her başlığı atarken heyecanım katlandı. Sonra Kalem Ajans kurucusu Nermin Mollaoğlu ile tanıştım, ardından da Küsürat Yayınları ile. Hayat yollarımızı kesiştirdiği için çok mutluyum. Pazarlamacılıktan alışkanlık olarak da kitabımın farklı ve sürprizli olmasını çok istiyordum. Küsürat Yayınları’nın vizyonu ile de bambaşka bir boyut kazandı kitap.

Kitapla neyi amaçladınız?

Hikayesi plazada geçen, keyifle okuyup kendinizden de eminim birçok şey bulabileceğiniz bu kitapta hem küçük ve tatlı plaza fısıltılarımı, hem de hikaye içerisinde biz plaza insanlarının hayatını kurtaracak oldukça pratik yemek tariflerini paylaşmak istedim. Bu arada küçük ve tatlı dediğime bakmayın, evet belki mizahi yoldan anlatmayı seçiyorum ama o havalı plazalarda bazen hepimizin bildiği gibi ciddi haksızlıklar, üzüntüler, eşitsizlikler gibi birçok kötü olay da yaşanabiliyor maalesef. Amacım aslında sadece eğlenmek ve eğlendirmek değil, ufak da olsa birkaç taşı yerinden oynatabilmek ve bazı mesajların plazaların en üst katlarında bulunan o manzaralı odalardaki rahat koltuklarda oturan kişilere ulaşabilmesini sağlamak. Biz plaza insanları aslında çok yorgunuz, stresliyiz, oksijensiziz, radyasyon yüklüyüz ve her gün o çelik konstrüksiyon binanın içinde daha da stres yükleniyoruz! Başta stres olmak üzere tüm bu saydıklarım insanları hasta ediyor! Evimize geldiğimizde ise o plaza griliğinden sıyrılmak, pofidik yastıklı evimizde sıcak bir çorba içmek, çayın yanında mis kokulu bir kekle evi ısıtmak bizi hayata bağlıyor. Hayat aslında çay ve kek eşliğinde sevdiğinle zaman geçirmekken, biz nice to have değil must olan işlerimizi ve getirdiği stresi hayat sanıyoruz. İşte bu yüzden hem plaza geyiklerine (ve acılarına) hem de biz yorgun plaza insanlarının hayatını kolaylaştıracak, kolayca yapılabilecek tarifler içeren bir kitap olsun ve evleri birlikte ısıtalım istedim. Hem plaza hayatı kısmı ile bir roman gibi her yerde okunabilecek bir çanta kitabı olmasını hem de bittikten sonra mutfakta pratik şekilde kullanabilecek bir yemek kitabı olmasını hayal ettim.