Röportaj/ SİNAN KESKİN

Ortak bir dil ve ortak bir tavır takınabilmemiz, alınan önlemlerin büyüklerimizi ve kronik hastalığı olanları bu virüsten korumak için alındığını ve bu dönemin geçici olduğunu hep birlikte vurgulayabilmemiz gerekiyor.

Korona virüsünün en fazla 65 yaş ve üzeri için risk oluşturduğunun anlaşılması ile birlikte alınan önemlerin ilki bu yaş grubunun sokağa çıkmalarının kısıtlanması oldu. Yazılı, görsel, işitsel ve sosyal medyada 65 yaş ve üzerinin sokağa çıkmaması gerekti ile ilgili uyarılar sıklıkla yapıldı ve yapılmaya da devam ediyor. Bu uyarıları dikkate almayan veya zorunlu sebeplerden dolayı sokağa çıkan ileri yaştaki vatandaşlarımıza kendini bilmez bir takım kişiler tarafından aşağılayıcı şekilde davranışlar sergilendiğini de üzülerek izledik. Oysa doğru bir iletişim stratejisi izlenseydi ne 65 yaş ve üzeri vatandaşlarımız uyarıları göz ardı ederdi ne de zorunlu olarak dışarıda olanlar aşağılayıcı davranışlarla karşılaşırlardı.

İleri yaş ile iletişim kurarken belki de en çok önem vermemiz gereken konu karşımızdaki kişiyi sadece yaşıyla değerlendirmemek. Yaş, karşımızdaki kişinin yüzlerce özelliğinden sadece biri. Bu hataya düşüyoruz, zihnimizde bazı kodlar var. Çoğunlukla bu kodlar fiziksel görünümle ilgili oluyor. Birini gördüğümüzde onun yaşlı veya genç olduğuna fiziksel görünümüyle karar veriyoruz.

Konu yaşlı ile iletişim olduğunda, literatürde yer alan ifadeler sıklıkla karşımızdaki kişinin birtakım kayıpları olduğunu varsayarak hazırlanmıştır. Örneğin; işitme ve görme problemi okduğu varsayılarak iletişim kurulmaya çalışılıyor. Ancak bu tür kayıplar göz önünde bulundurulması ne kadar önemli olsa da burada dikkat etmemiz gereken bu kayıpları genellememek ve kişiye özel bir iletişim biçimi geliştirmektir. Çünkü bu kayıplar veya gerilemeler sadece yaşla ortaya çıkmaz, kişinin sağlık durumuyla da ilişkilidir.

İletişim Bilimleri Uzmanı Buğçe Kamer Baybaş ile korona virüs salgının ardından ileri yaş ile doğru iletişim kurup kuramadığımızı ve bu işin doğrusunun nasıl olması gerektiğini konuştuk.

Buğçe hanım öncelikle ileri yaş sizin için ne ifade ediyor?

İleri yaş diye adlandırdığımız dönem aslında yaşın kronolojik olarak ilerlemesine bağlı, insan hayatının kaçınılmaz bir dönemi olan yaşlılık dönemini ifade eder. Kronolojik, biyolojik, fizyolojik ve psikolojik yaşlanma türleri olmasına karşın, Dünya Sağlık Örgütü ve bilim insanları 65 yaşı sınır olarak kabul ediyor. Elbette bu yaş takvimsel yaş olmakla birlikte, beraberinde getirdiği değişiklikler açısından tüm bireylerde aynı seyretmez. Çünkü yaşlı dediğimiz kişiler tek tipte ve homojen bir grubu ifade etmez. Yaşam biçimi, sağlık durumu, çevresi, geçmişi, bilgi birikimi, sosyo-ekonomik durumu, ilişkileri, değerleri ve birçok unsur kişinin yaşlılık dönemini etkiler.

Korona virüs salgını nedeniyle ilk alınan önlemlerden ilki 65 yaş ve üstüne sokağa çıkma yasağını getirilmesiydi. Bu dönemde iletişim süreci sizce nasıl yürütüldü?

Elbette bu karar henüz virüsün bulaşmadığı, bulaşmasından korktuğumuz, değer verdiğimiz büyüklerimizi sakındığımız için alındı. Onları ve toplum sağlığını koruyabilmemiz için alındı. Aslında bu yasak kronik hastalığı olanları da kapsıyor. Buraya yeterli vurgu yapılmadığından belki de farklı bir algı oluştu. Sanki yaşlılarımız bu hastalığı daha fazla taşıyormuş veya genç birine göre daha çok bulaştırıyormuş gibi yanlış ve istenmeyen düşünceler doğdu ne yazık ki. Üstelik bu süreçte en önemlisi zorunda olmadıkça yaşı kaç olursa olsun kimsenin dışarıda olmaması gerektiğiydi. Böyle bir krizi yönetmek doğru bir iletişim sürecini de gerektiriyor. Doğru, hızlı ve güvenilir bilgiye en çok ihtiyaç duyduğumuz bu kriz anlarında iletişim yönetiminin de önemini anlıyoruz. Kriz yönetimindeki iletişim stratejilerinde hedef kitleyi doğru belirlemek ve iletişimi bu kitleye yönelik tasarlayabilmek oldukça önemli. Etkili bir iletişim için mesajın açık ve net olması gerekiyor. Muğlaklık, belirsizlik, net olmayan cevaplar, yanlış bilgilendirme, bilgiyi paylaşmama, cevaplamama veya açıklamama gibi durumlar içeren bir iletişim biçimi kriz ortamında çatışmaları körükleyebilir. Burada hepimize düşen sorumluluklar var. Ortak bir dil ve ortak bir tavır takınabilmemiz, bu önlemlerin büyüklerimizi ve kronik hastalığı olanları bu virüsten korumak için alındığını ve bu dönemin geçici bir dönem olduğunu hep birlikte vurgulayabilmemiz çok önemli.

Yaş ayrımcılığı yapıldığını düşünüyor musunuz?

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaşlılara yönelik yaş ayrımcılığı sıklıkla karşılaştığımız bir durum. Yaş ayrımcılığı, özellikle bu kriz sürecinde biraz daha su yüzüne çıkmış durumda. Ya da diğer bir deyişle, sosyal medya ile daha görünür hale geldiğini söyleyebiliriz. Son günlerde dışarıda olan yaşlı kişilerin videolarının çekildiğini, alaycı ifadelere maruz kaldıklarını, zor durumlara düşürüldüklerini görüyoruz. Oysa sokakta yasal sınırlamalara rağmen yaşlı birini görüyorsak, aklımıza bu kişinin elinden olmayan sebeplerle çıkmış olabileceğini getirebiliriz. Türkiye’de 1 milyon 373 bin 521 sadece yalnız yaşayan yaşlımız var. Bir de çalışmak durumunda olan, evinde hiçbir medya aracı olmayan, doğru haber alabileceği hiçbir yakını olmayan yaşlılarımızı, demans gibi özellikle hafızayı ve düşünme becerilerini etkileyen semptomları olan yaşlılarımızı düşünelim. Tüm bunları göz önünde bulundurarak öncelikle dışarıda gördüğümüz yaşlı kişiye yardımcı olup olamayacağımızı soralım, ardından kendisini neden dışarıda olmaması gerektiğiyle ilgili doğru ve açık bir şekilde bilgilendirelim. Anladığından emin olalım. Yalnız yaşıyorsa yardım isteyebileceği iletişim numaralarını kendisiyle paylaşalım, okuryazarlık durumunu soralım ve gerekirse kendisine yardımcı olalım.

Bu süreçte ileri yaş ile doğru iletişime geçildi mi? Nasıl olmalıydı?

Kısıtlamaları belli bir yaş grubuna yönelik getirince bu önlemin nedenlerini de iyi vurgulamak gerekiyor. Medyada sık sık “Yaşlılar evden çıkmasın” benzerinde haberler gördük. Bu söylemler bu yaş grubundaki insanları savunmasız, bağımlı veya toplum için bir risk gibi göstermeye sebep olabilir.

Bir diğer konu, iletişimin tasarımı açısından hedef kitleye yönelik verilmek istenen mesajların daha net ve açık olması gerekiyor. Mesaj vermek istediğiniz kitleyi tanımak ve kitlenin anlayacağı bir dil kullanmak, terminolojiden kaçınmak oldukça önemli. Özellikle son zamanlarda sıklıkla kullanılan “sosyal mesafe” veya “gönüllü karantina” söylemleri herkes için aynı derecede anlaşılır değil. Hepimizde farklı bir etki yaratıyor. Daha net, açık, anlaşılır bir dile ihtiyacımız var. Bu süreçte ne kadar temiz bir dil kullanır, vermek istediğimiz mesajları ne kadar net verebilirsek, etkisi de bir o kadar güçlü olacaktır.

Dilimizde de tutumlarımızda da şu hataya düşmeyelim; yaşlılık hastalık demek değildir, yaşlılık sağlıksız olmak değildir. Yaş almayı ve sağlığı birbirinden ayırmak gerekir. Bir insan çok erken yaşlarda sağlığını kaybedebileceği gibi ileri yaşta olmasına rağmen toplumdaki birçok gence göre daha sağlıklı olabilir. Önce dilimizi değiştirmekle başlayalım, dilimiz değişince gerisi çok daha kolay olacaktır.

Sosyal medyaya yansıyan görüntüler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sosyal mecralarda gördüklerimin birçoğunu bu gruba yönelik yaş ayrımcılığı olarak yorumluyorum. Bu tutumların bir kısmı aslında istenmeden veya farkında olunmadan gerçekleşirken bir kısmı da açıkça hedef gösterme niyetiyle gerçekleşiyor. Bazen biri bize bu yaptığının adı “X” diyene kadar yapmakta olduğumuzun ne olduğunu, etkisini düşünemeyebiliyoruz. Bu, çok insani bir şey aslında çünkü hata yapmak insan olmanın da bir parçası. Öğreniyoruz ve gelişiyoruz. Farkındalığımız artıyor.

Buraya kadar işin masum tarafı var elbette, bir de bu ayrımcı davranışları, hedef göstermeleri bilerek ve isteyerek gerçekleştirenler var. Bu kişiler için hedef sık sık değişiyor. Bir gün cinsiyete dayalıyken başka bir gün etnik kökene, dini inanca, siyasi görüşe veya kişinin dış görünüşüne dayalı olabiliyor.

Türkiye’de 56 milyondan fazla sosyal medya kullanıcısı olduğu biliniyor. Sosyal medya insanlar üzerinde “gerçek olanın ötesinde” gibi bir algı yaratsa da aslında bu mecralarda kullanıcılar tarafından yapılan her paylaşım hukuka tâbi ve cezalandırmalara bir o kadar açıktır. Ülkemizde kişilik haklarının ihlali, fikri hakların ihlali, şiddeti yüceltme, ırkçılık, ayrımcılık ve nefret söylemleri suç olarak tanımlanmıştır. Bu suçların sosyal medyada veya başka bir platformda olması suçun niteliğini değiştirmiyor. Sosyal medyada işlenen suçların büyük bir kısmı gençler ve çocuklar tarafından işleniyor ne yazık ki. Üstelik gerçekleştirilen eylemin suç olduğunu bilmemek mazeret olarak kabul edilmiyor. Bu nedenle bu konuda da bilinç oluşturmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Son olarak, bu hassas dönemde ileri yaştaki biraylerle nasıl doğru iletişim kurabiliriz?

Merkeze yaşından önce insanı alan bir yaklaşımın önemini tekrar hatırlatmak istiyorum. Diyalog kuracağımız kişi zaten bildiğimiz, tanıdığımız bir aile büyüğümüz, annemiz, babamız, büyükannemiz veya dedemiz ise bu kişilerle iletişim kurarken nelere dikkat etmemiz gerektiğini biliriz. Hassasiyetlerini, değerlerini, eşiklerini biliriz. Bu nedenle bu dönemde sevdiğimiz ve kıymet verdiğimiz büyüklerimize bu önlemlerin önemini anlatırken, onlardan bir şeyi yapmalarını veya yapmamalarını isterken nedenleriyle birlikte anlatmaya özen gösterelim. Bu önlemlerin yaşlarından dolayı değil, başkaları için risk oluşturduklarından hiç değil, onları korumak için olduğunun altını çizelim. Onlara değer verdiğimizi sık sık vurgulayalım. Bu önlemlerin hepimizin için geçerli olduğunu hatırlatalım. En önemlisi de bu dönemin geçici bir dönem olduğunun, tekrar eski günlerimize döneceğimizin altını çizmek diye düşünüyorum. Bunu hem kendimize hem de sevdiklerimize sık sık hatırlatalım.

Son olarak, bir salgına karşı mücadele verdiğimiz bu süreçte tüm insanlığın hatalarından ders çıkarması, tüketim çılgınlığının yerini az ve öz olana bırakması, doğaya karşı değil doğaya dost yaşayabilmesi, değer üretebilmesi, kendini dünyanın merkezinden çıkarıp başka canlılara da saygı duyabilmesi, eylemlerinin sorumluluğunu alabilmesi ve farkındalığımızın artması en büyük temennim. Bu günleri birbirimizden ayrışarak değil birbirimizi destekleyerek hep birlikte atlatacağız.