Röportaj/ Sinan KESKİN

Yaklaşık 30 yıldır tiyatroya emek veren Hamit Demir, Yüksel Aksu'nun Entel Köy Efe Köye Karşı filmi ve son dönemde Muhteşem Yüzyıl, Diriliş Ertuğrul gibi reyting rekorteni diziler sayesinde geniş kitleler tarafından tanındı. Bizim hukukumuz ise 2000'lerin başına dayanıyor. Hamit abiyle tanıştığımda bir taraftan tiyatro yapıyor bir taraftan da Güzeltepe Spor Kulübü'nü çalıştırıyordu. Tiyatro ve futbol... Bu ikisinin nasıl yan yana geldiğinin cevabını röportajda bulabilirsiniz.

Sanat Meclisi tarafından Berkin Elvan'ın katilinin bulunması için yapılan çağrıda yer aldıktan sonra Diriliş Ertuğrul dizisinden kovulan ve isminin üzeri kalın bir kalemle çizilen Hamit Demir, onun için bir yaşam biçimi olan, hiç bir zaman 'meslek' olarak görmediği tiyatroya ağırlık verdi. Dostlukları çok uzun yıllara dayanan Prof. Dr. Semih Çelenk ile birlikte önce Çirkin'i sahneleyen Demir, bu sezon ise Marx İstanbul'da oyunu ile dikkat çekiyor. Prömiyeri Karl Marx'ın doğum günü olan 5 Mayıs'ta gerçekleştirilen oyun bugüne kadar 8 defa sahnelenirken yeni sezona da hızlı başlayacak.

Hamit Demir ile Marx İstanbul'da oyununu, Diriliş Ertuğrul'dan neden kovulduğunu, tiyatroyu, sinemayı, televizyonu ve Güzeltepe Spor Kulübü'nü konuştum.

Marx İstanbul'da oyununun sahneye taşınma öyküsü nedir?

Semih Hocayla (Semih Çelenk) son olarak birlikte Çirkin'i yaptıktan sonra hem bugünün sosyo kültürel ve politik durumuna hem de elimizdeki koşullara uygun olarak ne yapacağımızı konuşurken Marx ile ilgili epeydir bir şey yapılmadığını fark ettik. Marx ile ilgili söylenmemişleri söylemek, hiç dokunulmamışlara dokunmak, hatta gün yüzü görmemiş metinlere ön açmak gibi bir düşüncemiz vardı. Genco Hocanın (Genco Erkal) 2009'da sahnelemiş olduğu metni bulup bir bakalım dedik. Döneme ait cesur ve söyleyecek bir şeyi olan, insanlarla buluştuğunda da söyleyeceği şeylere insanların katkı sağlayabileceği bir metin olarak gördük.

Henüz oyunu izlemeyenler için oyun hakkında kısa bir özet alabilir miyiz?

Marx öteki tarafta, 'beni yanlış anladılar, önüne gelen saçma sapan yorumlar yapıyor' diye arıza çıkarıyor ve SOHO'ya gitmek için izin istiyor. Onun istediği SOHO Londra'da en son yaşadığı mahalle aslında. Ama yukarıda bir yanlış anlaşılma oluyor ve ABD Los Angeles'taki Soho'ya gönderiyorlar. Oyunun orjinali bu. Dolayısıyla oradaki bütün örnekler ve çözümlemeler de Amerika ve Amerika'da yaşanan kapitalizm üzerine. Bunu Türkiye'ye uyarlamamız gerekiyordu. Ben Beyoğlu'nda yaşadım uzun süre. Semih hocaya Beyoğlu'nda Soho adlı bir eğlence mekanı olduğunu söyledim. Hoca hemen kurgu yapmaya başladı. Yukarıdaki yanlış anlaşılma biraz daha karışsa, görevli 'Marx her halde eğlenmek istiyor' deyip Soho eğlence mekanına gönderse ne olur dedik. Tabi önce Zincirlikuyu'ya geliyor. Sonra bir şekilde metrobüs ve metroyla Beyoğlu'na geliyor. Beyoğlu'nda İstiklal caddesinde toplayabildiği kadar insana Türkiye üzerinden örnekler vererek derdini anlatmaya başlıyor. Oyunun izleği hiç değişmedi ama kurgusu ve örnekleri kendimize uyarladık. Metni Boğaziçi Üniversitesi'nden Prof. İzzettin Önder ve İzmir'den Hüsamettin Çetinkaya'nın desteğiyle oluşturduk.

Oyuna gelenlerin tepkisi nasıl oluyor?

Zaten insanlar Marx'ı bilerek ya da merak ederek geliyor. Marx, dünyanın en önemli figürlerinden biri. Dünyann neresine giderseniz gidin biliyorlar. Dolayısıyla biz Marx'ı tanıtmak için uğraşmıyoruz, anlatmak için uğraşıyoruz. Ama insanların bilmediği bir Marx'ı anlatıyoruz. Daha doğrusu insanlar zaten Marx'ı bilmiyorlar. Herkesin kafasında komünist, dinsiz imansız diye bir kalıp var. Ya da en iyi bilen komünizmin kurucusu, ideoloji üreteni, politik/ideolojik çözümlemesini yapanı diye biliyor. Ama hayatıyla ilgili detayları birçok insan hiçbir şekilde bilmiyor. Bu adamın nasıl çalıştığını, nasıl ürettiğini, nasıl ilişkiler içerisinde olduğunu, nasıl bir yaşam koşullarından geçtiğini, yoksulluğunu, çocuklarının yoksulluktan öldüğünü bilmiyorlar. Bilmedikleri için de ön yargı gelişiyor. Olumlu ya da olumsuz. Adam 150 yıl olmuş bunları yazalı. Ama hala tartışılıyor, konuşuluyor. Onun üzerine neredeyse yeni bir ekonomik politik bir çözümleme çıkmadı. Onun üzerinden yeni şeyler söyleniyor ama alternatifi yok. Kapitalizmin ipliği hala pazarda. Bunun formülünü yazan Marx olduğu için bu kadar hedef oluyor. Ne diktatörlük yapmış, ne bir orduya kumandanlık etmiş, ne bir ateş emri vermiş. O bir filozof. Ama bu cenahta olup biten bütün günahların müsebbibi kabul edilmiş, düşman ilan edilmiş. Orduları kumanda eden kişilere söylenmeyen şeyler ona söylenmiş. Dolayısıyla biz vicdanen de dünyaya bakışımız gereği de, önerdiğimiz bir dünya biçimi olarak da Marx'ı 'bizim Marx' olarak kabul ettik. Almanların ya da yaşadığı yer olarak İngilizlerin Marx'ı değil, bütün dünya halklarınn Marx'ı. Biz herkesin bunu bu pencereden görmesini sağlamaya çalışıyoruz.

Marx'ı bu sezon nerelerde izleyeceğiz?

14 Ekim'de Caddebostan Kültür Merkezi'nde gala yapacağız. 19 Ekim'de Ankara Çankaya Belediyesi Yılmaz Güney Sahnesi'nde olacağız. 24 Ekim de ise Bostanlı Suat Taşer Açıkhava Tiyatrosu'ndayız. Sonrasında İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir, Bursa, Mersin, Hatay, Artvin Hopa ve Ege Bögesi'nde bazı yerlerde oynayacağız. Ocakta Avrupa turnesi yapacağız. Marx bu yıl epey gezecek. Keşke Yozgat'ta, Nevşehir'de, Kırşehir'de, Diyarbakır'da ve Hakkari'de de oynayabilsek. Yozgat'ta oynarsak oyun sonunda insanlarla kucaklaşacağımıza eminim. Çünkü biz onların hikayesini anlatıyoruz.

Biraz da televizyon ve sinemadan konuşalım istiyorum. Son olarak Diriliş Ertuğrul'da oynuyordun ama kadrodan çıkarıldın. Diziden neden kovuldun?

Televizyon geçmişim eskidir. 1988 yılında TRT 'de birkaç dizide ve birkaç sinema filminde oynamıştım. O dönem televizyonu pek sevmedim. Tiyatro benim için daha hoş bir dil diye düşündüğümden tiyatroya döndüm. Ve İzmir'e geldim. Uzun yıllar İzmir'de yaşadım. 2011'in başında, öğrencilik yıllarında aynı evi paylaştığımız Yüksel Aksu, Entel Köy Efe Köye Karşı filmini çekeceği zaman, 'seni de oynatmak istiyorum' dedi. Ben de kalktım İstanbul'a gittim. Ekranda görünür olunca televizyondan da talepler gelmeye başladı. Sonra her sezon bir dizide oynadım. En son Diriliş Ertuğrul'da oynuyordum. Gayet güzel çalışıyorduk. Sette herhangi bir sorun yaşamadık. Ta ki 11. bölüme kadar. O dönem Berkin Elvan'ın öldürülüşünün 1. yıl dönümü yaklaşıyordu. Sanat meclisi Berkin’in katli ile ilgili bir çağrı yapalım kararı aldı. Herkes 'Ben Berkin Elvan, katilim nerede?' sorusunu sordu. Şimdi bir takım cemaat bağlantıları nedeniyle ortalıkta olmayan olan muhterem insan İ.Melih Gökçek ve gazetesi bunu manüpüle etti. Dizinin yapımcısına, 'Hem bizden ekmek yiyor hem bize karşı duruyor' gibi bir alayışla yukarıdan bir baskı oldu. Yapımcı biraz bekleyelim demişti sağolsun ama bekleyince bir şey değişmeyecekti. Benim geri adım atacağım bir durum söz konusu değildi. Ben gayet onur duyarak bir çocuğun katillerinin bulunmasını istedim. Bu hem vicdani görevim hem de bir sanatçı olarak üstüme giydiğim gömleğin getirdiği bir görev. Birileri bu çağrıdan rahatsız olabilir. Bu o birilerinin sorunu. Ben hak üzerinden konuşuyorum. Hak bilirim çünkü. Bir çocuğun yaşam hakkını bir şekilde gaspetmiş olanların bir an evvel bulunması ve adaletin yerine getirilmesini istemenin özür gerektiren bir tarafı olamaz. Dolayısıyla bir süre sonra diziden kovuldum.

Hiçbir oyuncu bu tür bir sorun olduğunda bunu basınla payaşmıyor. Sen bunu basınla paylaştı. Ama senin bu çıkışına sahip çıkan bir meslek örgütü olmadı sanırım.

Televizyon ve sinema oyuncuları işçidir ve ağır koşullarda çalışırlar, setteki herkes gibi. Oyunculara dayatılan sözleşmeler uluslararası çalışma hukukuna, insan haklarına aykırı. Bu aykırı sözleşmelerin dayatılmaması için konunun gündeme gelmesini istedim. Oyuncular sendikasından arkadaşlarımızla toplantı yaptık. Konuşmanın sonunda, 'bu süreç sizin için hem ekonomik hem de politik olarak da yıpratıcı olacak' dediler. Sendikal örgütlemenin değerli olduğunu düşünüyorum, sınıf bilinci olan insanlarız. Tam da bu noktada örgütlü olmanın işe yarayacağını düşünüyordum. Ben bunu zaten göze aldım ama siz bu davayı sahiplenmiyor musunuz dedim. Ben ekonomik olarak bu süreci götüremem. Bu davanın, sektördeki uygulamaların uluslararası işçi haklarına ya da çalışma haklarına aykırı olması sebebiyle sahiplenileceğini düşündüm. Ama maalesef olmadı.

Şu an televizyon ya da sinema teklifleri alıyor musun?

O günden beri bırak iş teklifini selam bile veren yok. Yasaklı olarak adım çizilmiş. En son bir sinema filmi için teklif almıştım. Dağıtımcı benim adım var diye yapımcıya, 'film dağıtıma girmez' demiş. İş buralara kadar uzamış. Dağıtımcı tekeli de bu işin içinde. Onların da siyasal iktidardan yedikleri baskılar var. Çok önemli ya da çok popüler biri değilim. Ama en popüler olan birçok kimseden daha yasaklıyım. Çünkü bunu söyleyip dile getiren yok. Bu tür çıkışları yapan bazı arkadaşlarım başka başka kaynaklardan kendilerini güçlü hissedecekleri şekilde besleniyorlar. Bu doğal da zaten. Benim öyle bir şeyim de yok. Ben çırılçıplak ortadayım.

Senin bir de sporcu kimliğin var. Hatta bir dönem Güzeltepe Spor Kulübü'nde antrönörlük yaptın. Bundan biraz söz eder misin? Bu macera nasıl başladı? Güzeltepe'de neler yaptın?

Bir mecliste Güzeltepe Spor Kulübü Başkanı Osman Oflatçı ile tanışmıştım. Bir gün gelip, 'Güzeltepe'de çocuklara tiyatro anlatır mısın' dedi. Baraka bir kulübe, yıkık dökük bir çatı, toprak bir saha. Çocukların üstünde forma bile yoktu. Kiminin de ayağında ayakkabısı yok. Oynamak için top yok. Gittim çocuklara oyun oynamayı anlattım. Sonra Osman abi gelip 'çocukları çalıştırsana' dedi. Benim de herhalde gençlik yıllarımdaki hevesim canlandı. Olur deyip başladım. Antrenör değildim ama spor bilgime de güvenerek orada ne yaparsam artıdır diye düşündüm. Güzeltepe 12 Eylül öncesi devrimci insanların yoğun olduğu bir bölgeymiş. Benim gittiğim dönemde uyuşturucu, gasp gibi her türlü pisliğin çöreklendiği bir yer olmuş. Dışarıdan gelen bir yapı bunu oluşturmuş. İşe başladığımda, bu böyle olmaz, öncelikle takımdan bunları temizleyelim dedik. Önce takımdan o 'abileri' uzaklaştırdım. 10-13 yaşlarla çalışmaya başladık. Şimdi kulübün baş antrenörü olan, kardeşim, dostum Şahverdi Aydemir de bu işe gönül verdi. Çocuklara yalnızca futbolu değil oyun oynamayı, unutulmuş kadim değer yargılarını öğretmeyi hedefledik. Satranç zorunlu dersti. Okulda başarılı olmak takıma girmenin koşullarından biriydi. Kişisel çabalarımzla malzeme toplamaya başladık. Çocuklara hayal kurmayı, birbirlerinin gözüne bakmayı öğrettik. Ortalık yıkıldı, deprem oldu, benlikleri parçalandı. Ve yeni bir ‘ben’ oluşturmaya başladırlar. O zamana kadar kimse onların gözüne bakmamış. Genç olmaları, çocuk olmaları işimizi kolaylaştırdı. 24 saatim orada geçiyordu. Kitap okuduk, söyleşilere, tiyatro oyunlarına gittik. Şiirler okuduk. Sahada rakiplerimize kitap hediye etmeye başladık. Biz Nazım Hikmet, Shakespeare okuyarak çıkardık sahaya. Oyun ahlakımız vardı. Bizim için önemli olan gol atmak değildi.

Sabah maç akşam Shakespeare oynadık

İzmir'de amatör kulüplerin sahalarının suni çim olması da sizin sayenizde olmuş. Bunun hikayesi nedir?

Estafurullah. Ben yalnızca sebep oldum. O sıralarda bizim Güzeltepe'de yaptıklarımız İzmir Büyükşehir Belediyesi'nde genel sekreter yardımcısı olan Tufan Eker'in dikkatini çekmiş. Tufan Eker aynı zamanda İzbeton Genel Müdürü'ydü. Beni çağırdı, 'biz sizin için ne yapabiliriz' dedi. Sahamızı suni çim yapsanız ne güzel olur dedim. 'Hemen' dedi. Önce inanmadım. Yapmak için çalışmalar başlayınca, dedim ki, 'Tufan abi sen bunu sadece bize mi yapıyorsun'. Evet dedi. İstemiyoruz dedim. İzmir’in diğer çocukları bizim değil mi? Madem böyle bir yetkiniz var onlara da yap dedim. Sen hasta mısın dedi. Güldü. O çocuklar da bizim çocuklarımız. O çocuklar da düşünce canları yanıyor. Başkanla konuşacağım dedi. Konuşmuşlar. O dönem İzmir'deki bütün futbol sahaları suni çim yapıldı. Bunlar Aziz beyin Ahmet Piriştina'dan sonra göreve geldiği dönemde oldu. Aziz beyin seçimle göreve geldiği ikinci dönemde Tufan abi görevden alındı. Projeleri iptal ettiler. Öyle olunca bütün yapılanlar boşa çıkmış oldu.

Hep ötekiyim

Derdi olan insanların yanında olduk. Bütün bunları yaparken de hiçbir yere ait olmadığımızı, hiçbir şeye biat etmediğimizi her defasında söyledik. Ama yaşadığımız toplumda illa bir biat kültürü, illa bir yere bir cemaate ait olma gerekliliği var. Bu sağ ya da sol fark etmiyor. Ben hiçbir yere ait olmadığım için herkes tarafından her zaman ötekileştiriliyorum. Hep ötekiyim. Herkese eşit mesafedeyim ama hep ötekiyim. Ben hiç bir yere bağlı olamam. Ben sana bağlı hale geldiğimde seni eleştirme hakkım elimden alınmış olur. Bu senin için de öyle. Oysa sanat özgürlük ister.

Arka bahçe hala kanlı

Sizin bulunduğunuz yerde her şeyin yolunda gidiyor gibi görünmesi kapitalizmin değiştiği anlamına gelmiyor. Arka bahçe hala kanlı ve alabildiğine sömürü düzeni var. Bu kör karanlıktan, birbirimizi düşman belleyerek, birbirimize bıçak saplayarak kurtulamayacağız. Bu bize yine düşmanlıktan başka bir şey getirmeyecek.