Röportaj / Kardelen BUĞDAY

Ümmiye Koçak; çiftçi, yazar, oyuncu ve yönetmen. Mersin’in Toroslar ilçesinde bulunan ve bir yörük köyü olan Arslanköy’de yaşıyor. Onu hepimiz 2013 yılında New York Avrasya Film Festivali’nde kazandığı ‘Sinemada En İyi Avrasyalı Kadın Sanatçı’ ödülüyle tanıdık. 2001 yılında kurduğu Arslanköy Kadınlar Tiyatro Topluluğu ile yıllardır Türkiye’nin dört bir yanında oyunlar sergiliyor. Koçak, “Kadınların sesini duyurabilmek için yola çıktım. Tiyatro; insanı insana anlatmanın en güzel ve en kolay yolu” diyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen ‘Köy Tiyatroları Şenliği’ için İzmir’e gelen Ümmiye Koçak ile bir araya geldik. Koçak ile yıllar önce kurduğu Arslanköy Kadınlar Köy Tiyatro Topluluğu’nu, 2013 yılında kazandığı ödülü, hayata bakışını ve köy tiyatrolarını konuştuk. Görüşmemizde Arslanköy Kadınlar Köy Tiyatro Topluluğu oyuncuları da yer aldı. Konakladıkları otelin lobisinde buluştuk. Lobiye indikleri asansörün kapısı açılınca önce tiyatro topluluğunun oyuncuları belirdi. Renk renk yelekleri, basma şalvarları, oyalı yazma tülbentleriyle Toroslar’da renk cümbüşü ortaya çıkaran çiçekler gibiydi hepsi. İçlerinde en dikkat çeken ise tabii ki Ümmiye Koçak’tı. Toroslar’ın tüm renklerini barındıran, insanın içini açan kıyafetlerinin yanı sıra ışıltısı metrelerce öteden fark edilen keskin bakışlı yeşil gözlerinin de etkisi vardı. Keskin bakışlarına tezat sıcak bir tonla “Hoş geldin güzel yavrum” diyerek selamladı. Bu samimiyeti tüm konuşması boyunca devam etti. İlk olarak Arslanköy Kadınlar Köy Tiyatro Topluluğu’nun hikayesini sordum. Daha önce söylediği “Zor olacağını biliyordum, kendimi tanıyordum ve ne istediğimi biliyordum” sözü dikkatimi çekmişti. 2001 yılında çıktığı yolda nelerle karşılaştığını, bu yola çıkış amacını anlatmaya başladı:

'ZOR OLACAĞINI BİLİYORDUM'

“Çıktığım yolun çok zor olduğunu biliyordum. Dediğim gibi kendimi tanıyordum ve ne istediğimi biliyordum. Ağır ağır adımlarla sevginin açamayacağı hiçbir kapının olamayacağını farkındaydım. Onun için ben de onu yaptım. Şanslıydım, çünkü Arslanköy’de okuma seviyesi yüksekti.”

1979’da Adana’dan Mersin’e gelin gitmiş Ümmiye Koçak. Evlendikten sonra geldiği Arslanköy'ü de anlattı: “Okuyan okumuştu. Gitmiş başka yerlere yerleşmiş. Geride kalanlarsa yaşlı kesimdi. Arslanköy’de yaşayan esnaf, hayvancılıkla uğraşan insanlar… Arslanköy, yörük köyü…”

Tiyatro topluluğunu neden kurduğunu şöyle özetledi: “Kadınların sesini duyurabilmek için yola çıktım güzel yavrum. Çünkü Arslanköy’de kadınlar gerçekten çok çalışıyordu. Kadınlar çalışıyordu, çocukları da heybelere katıp işe götürüyordu. Erkekler genelde kahvelerde, daha basit işlerde… Şimdi kadınlar çalışmıyor mu dersen evet şimdi de çalışıyor ama 20 yıldan beri benim gözlemlediğim, artık erkekler kadınlarla beraber gidiyorlar. Yani güzel değişimler oldu. Tabii ki kolay değildi, tabii ki zordu. Bile bile zorlukların üstüne gittim. Zorlukları seviyorum yavrum.”

Hiç ‘bu işlere karışma’ diyen olmadı mı diye sordum Ümmiye Koçak’a, yaşadığı zorlukları anlatırken daha önce Arslanköy’de sadece erkeklerden oluşan bir köy tiyatrosu olduğunu orada yaşayan yaşlılardan öğrendiğini anlattı.

“Daha kötüsünü bile dediler. Benim meşhur bir lafım vardır; ‘Ben elalemi evime hiç sokmadım’. Onlar bana her hayır dediklerinde ben iki adım ilerledim. Ben yedi kadını 21 yıl önce bulmak için kırk tane kapıya gittim. Köyde tiyatro yapılmış dağılmış. Erkekler yapmışlar, kadın kılığına girmişler. Mersinli olmadığım için yaşlılardan duymuştum, dağılmış… Ben sadece kadınlardan yapmak istiyordum. Çünkü dağılsın istemiyordum, benim çizgim farklıydı. Kadınların sesini duyurmak için… Kadınlar her alanda olmalı, kendini savunabilmeli, bir şeyler yapabilmeli. Neden illa erkeklerin arkasına düşmeli? Bunlar benim iç dünyamdaydı, kafamdaydı. Hiç kimseyle paylaşamadığım kendi duygularımdı. Bunları hayata geçirmeye çalıştım. İlk gün de aynı düşüncedeydim. Şimdi de aynı düşüncedeyim. Kadınların sesini bir yerlere duyurabilmek için en güzel araç; tiyatro, sanat… İnsanı insanla anlatmanın en güzel ve en kolay yolu.”

'ÖDÜLDEN HABERİM YOKTU'

2013 yılında “Sinemada En İyi Kadın Sanatçı” ödülünü aldığında neler hissettiğini sordum kendisine, “Haberi aldığımda tabii ki hıçkıra hıçkıra ağladım” dedi. “Peki diğer işler, Cristiano Ronaldo ile çektiğiniz reklam filmi nasıldı” diye sordum.

“Onlar farklı yavrum. Onlar benim önüme pişip geldi, ben tuzunu attım. Yalnız ‘Yün Bebek’te aldığım ödül ise tamamen benim hayallerimdi. Çünkü ben bunun 5 yıl altyapısını yaptım. Film nasıl çekilir, senaryo nasıl yazılır… Buna çok emek verdim, benim hayalimdi. İnsanın hayalinin gerçekleşmesi bambaşka bir şey… Birçok insanın Ronaldo ile bir araya gelmek hayalidir. Bana derseniz ki hayaliniz mi, hayır, rüyamda görsem belki hayra yormazdım. Ama ‘Yün Bebek’ filmiyle ödül almak bambaşka bir olay. Çünkü o benim bebeğim gibiydi, sanki bir evlat doğurmuşum gibi. O artık herkes tarafından bilinmişti.”

Yün Bebek filminin festivale seçilen filmler arasında yer almasının bile kendisini çok mutlu ettiğini anlattı. “O kadar filmin içinden Türkiye’yi temsilen onun seçilmesine bile ödül almış gibi sevindim” dedi. Ümmiye Koçak’a festivalde ödül kazandığını yapımcılar başta söylememişler, o yüzden New York’taki festivalde bulunamamış. 2020 yılının Aralık ayında Fatih Portakal’ın Youtube kanalında yaptığı ‘İşte Hayatım’ programında da konuşmuşlardı bu ödülü, Portakal’ın ‘Orada nasıl karşılandınız?’ sorusuna, ‘Gidip alamadık, o konu hakkında da konuşmak istemiyorum’ diye moralsiz bir cevap vermişti. Aslında yayında anlatmak istediği başka bir şeyler var gibiydi. Bu kez açık açık anlattı. ‘Filmi festivale gönderenler size bilerek mi söylememişler?’ soruma “Bilerek söylememişler” dedi. ‘Nedeni açıkladılar mı sonra’ diye sorduğumda şöyle devam etti: “Neden bunu bana söylemediniz dedim. O da dedi ki ‘Ümmiye Hanım boşver orasını. Bir köylü kadını oraya giderse kimsenin ilgisini çekmez ama gidemediği ilgisini çeker, filmin reklamı olur’ dedi. Tabii ki benim canım sıkıldı.”

‘Ajitasyon için mi yapmışlar’ diye sordum. “Aynen öyle, kullanılmışım yani” dedi.

“Benim canım sıkıldı. Sonra bir baktım ki gazetelerde manşet basıldı. Dedim ki, ‘Şimdi bir basın bildirimi yayınlıyorum. Asla bunu kabul etmiyorum, benim haberim olmadı. Neden doğruları söylemediniz, neden gidemedi dediniz’ dedim. ‘Mersin’de bütün kurumlar, belediyeler beni destekledi. Hiç kimse desteklemese bile ben kredi çekerdim, eşimin maaşıyla giderdim, yevmiyeye gider yine de oraya gidecek parayı bulurdum’ dedim. ‘Ümmiye Hanım boşver sen, senin gittiğin kimsenin ilgisini çekmezdi. Şimdi daha iyi’ dedi. Ben de dedim ki, ‘Dinlemiyorum, reklamdan meklamdan anlamam. Benim içim dışım bir’ dedim. ‘Sözleşmeyi bir oku, herhalde okumadın’ dedi. Sözleşmeyi bir okudum ki filmin hakkında ileri geri konuşursan filmin bütün hakları onlara geçiyor. Ben de tabii ki sustum” dedi iç çekerek. ‘Bunu bir yerde belirttiniz mi’ diye sordum. Sözleşmenin süresinin bittiğini, mahkemeye gittiğini anlattı.

“Süresi bittikten sonra tabii ki belirtiyorum. Hiç korkmadan belirtiyorum. Şimdi sana anlatıyorum, çünkü bitti süresi artık, özgürüm... Mahkemeye verdim, sürüyor. Ben öyle şeyleri hiç sevmem benim işim doğrulukla.”

KAFANIN İÇİNDEKİLER ÖNEMLİ

Bu konunun ardından, Koçak ile yaşam ve sanat üzerine konuşmaya devam ettik. İlk okuduğu kitap olan Maksim Gorki’den ‘Ana’yı, hayatına olan etkisini sordum. “O kitabı alıp açtığımda ilgimi çeken yerler şuraları oldu; tahta divanı, alkol alan insanlar, fabrika işçileri, soba, küçük bir belde… Sanki bizim köyü anlatıyor gibiydi.”

‘Kitap sizde nasıl bir iz bıraktı sorumu şöyle yanıtladı: “Hayal kurmanın beleş olduğunu öğrendim. Düşünün küçücük bir kasabada hayal kuruyor ve hayallerinin peşinden gidiyor bir fabrika işçisi, onu öyle bir özdeşleştirdim ki sanki bizim köyden birisiymiş gibi. Kendi kendime dedim ki o çocuk zekamla, ‘Ben okuyamayacağım zaten, tesadüfen ilkokulu okudum. Okumam yazmam var, ben de dedim hayallerimin peşinden giderim. Diplomam olmazsa olmasın, düşüncelerimi yazarım. Ben de başarırım. Bak ne güzel, hayallerinin peşinden gitmiş her şeyi yazmış’ dedim. Yani o kahramanı, karakteri sanki gerçek hayat hikayesiymiş gibi algıladım.”

Türk edebiyatından kimlerin etkilediğini sorduğumda Turgut Özakman’ın ‘Şu Çılgın Türkler’ kitabını çok sevdiğini anlattı. Üstün Dökmen’in kitaplarını da severek okuduğunu belirtti. Cevaba devam ederken toplumdaki empati kurma eksikliğine de değindi: “Şimdi gençlere hep tavsiye ediyorum yavrum, empati kurmayı tamamen unuttuk. Psikolojimiz altüst oldu. Ben ben diyoruz artık. Empati kurmamız lazım.”

Konu empatiden açılınca ön yargı kavramını da konuştuk. İnsanların giyimi üzerinden yargılanmaması gerektiğini üstüne basa basa belirtti. “Ben Anadolu kadınıyım, böyle rahat ediyorum. Benim görünüşüm hiçbir şey değil ki, kafamın içi önemli. Ben kendimi geliştiriyorum, ifade edebiliyorum. Önemli olan bu ama insanların sadece görünüşüyle ‘aaa bunlar köylü’ demek… şu köylü cahil lafını bir kere çıkarmamız lazım psikolojik olarak. Şehirdeki büyük adamları, o cahil dedikleri küçümsedikleri insanlar yetiştiriyor yavrum. Ama biz toplum olarak daha bu seviyeye gelmedik bir kesimde… İnsanları olduğu gibi kabul eden birileri var ama daha çok olmalıyız.”

GELİŞİM KIRSALDAN BAŞLAR

“Bunun toplumda gerçekleşeceğine dair umutlu musunuz” diye sordum Ümmiye Koçak’a, “Umutluyum yavrum. Ben hiç olumsuz bakmam. Bunun için mücadele ediyorum elimden geleni yapıyorum kendimce…” dedi. Daha fazla ürettiğini, ‘canını acıtan konuları gündeme getirdiğini’ söyledi. Belediyelerin, kurumların köy tiyatrolarını desteklemesinden mutlu olduğunu dile getirdi. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği Köy Tiyatroları Şenliği için Başkan Tunç Soyer’e gıyabında teşekkür etti. Yıllar önce de Seferihisar’da bir araya gelmişler. “Ben diyorum ki güzel yavrum, bu şenlikler artık Türkiye’nin her yerindeki belediyelerde çoğalması lazım. Yani birimleri olması lazım, bir şemsiye altında toplanılması lazım. Eğer ki bir toplum gelişecekse kırsaldan başlaması lazım.”

“Tiyatro ile söylenemeyen her şey söylenir, konuşulmayan konuşulur” diye devam etti. Üzerinde çalıştığı projeleri sordum. Son oyunlarında da küresel ısınmayı işlemişler.

“Bu sorun sadece bizim değil dünyanın sorunu, bilinçlenmeyiz yavrum. Daha küresel ısınmayı bilenler yok, daha herkes yanlış yanlış şeylere varıyor. Kimse kimsenin farkında bile değil.”

Gençlere ve kadınlara...

Ümmiye Koçak, kadınlara ve gençlere şu tavsiyelerde bulundu: “Sakın ola ki önlerine hayır cevabı aldıklarında hayata küsmesinler daha güçlü bir şekilde kalksınlar ve kendilerine şu sözü versinler ‘Ben bunu sana inat yapacağım’. Daha güçlü kalksınlar tekrar tekrar denesinler. Sonunda öyle bir güçlü olurlar ki hiç kimse yıkamaz onları. Kadınlarımıza da diyorum ki kafanızda, hayalinizde, gençliğinizde ne varsa yapamadıklarınız okumanın öğrenmenin bilmenin yaşı yok.”