RÖPORTAJ: Lütfü Dağtaş

Ülkemizde, öncelikle siyaset gündemi o denli hızlı değişiyor ki açık söylemek gerekirse ipin ucunun kaçması olağanlaştı. Bu doğal mı? Bence, istikrarsızlık göstergesi olduğu için, değil. Bedelini ödeyen ise toplum. Toplum acı çekiyor, mutsuz, yarını için endişeli. Üstüne üstlük küresel salgının neden olduğu onulmaz yaralar acıyı, mutsuzluğu ve endişeyi katlıyor.

Evet, siyaset dediğimizde gözler hemen siyasi parti merkezleriyle TBMM’ye çevriliyor, ki bu bu doğru bir olay. Peki bugün orada ne görüyoruz? “Kuru ekmek yiyorsa vatandaş o zaman aç değil demek” diyebilme düzeyine inmiş siyasetçiyi görüyoruz. Yoksulluğu bölümlere ayırarak gözümüzün içine baka baka konuşan bakanı görüyoruz. Kendisini gördüğüne sevinen bir yurttaşa, “Yok ya. Nerden bileyim sevindiğini? Hadi bir takla at ya da oyna bir göreyim” diyen bir başka bakanı görüyoruz. Depremzedelerle kaldıkları çadırların önünde konuşan bakanın, “kocaman sarayda oturuyorsunuz” ifadesini kullandığını kulaklarımızla duyduğumuz için biliyoruz. Kişinin çalışma bakanıyken yurttaşa, “800 lira asgari ücret iyi para. Geçinilmez diye bir şey yok. Geçinirsiniz” dediğini de hafızamıza yazdığımız için biliyoruz. Alçak, namussuz vb sokak ağzı ifadelerin hız kesmeden sürdüğünü hemen hepimiz görüyoruz. Bu arada gazeteciden siyasetçiye eşkiyanın saldırmayı gelenek kıldığını ancak buna mevcut iktidardan ses çıkartılmadığını da görüyoruz.

Dün de böyle miydi, sorusuna yanıt aramaya çıktığımızda ülkenin yine siyasi istikrarsızlığının doruğa çıktığı 1970’li yıllara gitmek istiyorum. Söz konusu 1970’li yıllar Cumhur İttifakı benzeri bir başka ittifakın 1. ve 2. Milliyetçi Cephe adlarıyla var olduğu yıllar. Röportaj konuğum; 40 yıldır ağabey dediğim Ahmet Kadıbeşegil, siyasetin merkezi Ankara’da gazeteci olarak yılların tanığı.

Önce kısa bir anımsatma ya da o yılları bilmeyen gençler için bilgilendirme yapmalıyım.

1. Milliyetçi Cephe Hükümeti, Cumhuriyet tarihmizin 39. Hükümetidir. 4. Demirel Hükümeti olarak da adlandırılan 1. Milliyetçi Cephe Hükümeti, Süleyman Demirel’in başbakanlığında 31 Mart 1975 tarihinde kuruldu, 21 Haziran 1977 tarihine değin görev yaptı. Koalisyon, Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Cumhuriyetçi Güven Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi’nden oluşmaktaydı.

2. Milliyetçi Cephe Hükümeti de yine Süleyman Demirel’in başbakanlığında kurulmuş olup, 21 Temmuz 1977-5 Ocak 1978 tarihleri arasında görev yapmıştır. Koalisyonu bu kez Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi oluşturmuşlardır.

Türkiye’de gelişen sol dünya görüşünü tırpanlamaya dönük olarak TBMM çatısı altında mevcut sağ eğilimli partiler tarafından kurulmuş olan Milliyetçi Cephe hükümetlerinin o günlerden bugünlere bıraktığı miras; toplumu kamplara bölme, toplum içi çatışmaları sıradanlaştırmasıdır.

Bu kısa bilginin ardından şimdi Gazeteci Ahmet Kadıbeşegil’e sorularımı yöneltebilirim:

Sevgili Ahmet Ağabey, röportajımıza şu soruyla başlamak istiyorum: Son zamanlarda ardı ardına değerli gazetecilerimizi yitirdik. 1970’li yılların Türk basını ele alındığında Erbil Tuşalp önemli gazetecilerimizdendi. Sonraki yıllarda Bekir Coşkun halkın gönlünde taht kuran gazeteci oldu. İkisini de erken yaşlarında sonsuzluğa uğurladık. Bu arada hemen aynı günler içerisinde gazeteci yazar, AK Parti MKYK Üyesi ve İstanbul Milletvekili Markar Esayan’ın da yaşama gözlerini yumduğu haberi geldi. Tuşalp ile Coşkun’un vefatlarına iktidar cephesinden tık çıkmazken, Esayan’ın cenaze törenine Cumhurbaşkanı düzleminde katılım oldu. Bu sence normal mi?

Bunun en somutu şudur: Tayyip Erdoğan’ın kendisini Atatürk zannetmesidir. Nasıl Atatürk zannetmesi? Yani bu ülkenin esas kurtarıcısı ben olacağım! Türkeş’in Özal ile ilgili bir sözü vardı: “Kendimiz değil ama fikrimiz iktidardadır” demişti Özal seçildiğinde. Tayyip Erdoğan da bundan yakınıyor. Bir kurtarıcı olarak kendini lanse ediyor. Ama Atatürk birleştiriciydi. TC’lerin kaldırılmasının, ulusal bayramların kutlanılamaz hale getirilmesinin temelinde zaten olan bu. Kendini destekleyen ve kurtarıcı olarak görülmesi bugünkü ortamı yaratan en önemli unsurlardan bir tanesidir.

Siyaset bir kalibre olayıdır. Yani tabancanın kalibresi onun ateş gücünü, kullandığı mermiyi işlevsel hale getirir veya getirmez. Tayyip Erddoğan’ın kalibresi, bırak Atatürk olmayı filan, bu ülkeyi yönetecek çapta değil. Onun için biz yalnızız içte ve dışta. Bunu en güzel biçimde 11 yaşında bir çocuk söyledi, “babamın hakkını verin!” dedi. Basın özgürlüğüyle adaletin olmadığı yerde demokrasiden söz edilemez.

1970’li yıllar Türkiye siyasetinde Ankara’nın rüzgarı başkaydı ve sen o dönem başkentte gazetecilik yapıyordun. Kiracı olarak Küçükesat’da oturduğum apartman üç katlıydı. Ben zemin katta kiracıydım. Sen üst katımızda oturuyordun. En üst katta da rahmetli annen, hep sevgi ve özlemle andığım ev sahibemiz, ünlü Oluşum Dergisi’nin yayıncısı Fahrünissa Kadıbeşegil. Bazı günler bize haber gönderir, “TBMM’de birbirinin üstüne yürüyen AP ve CHP’den iki milletvekili bu akşam bizim evde konuk olacaklar. Pencerini aç, muhabbeti dinle” derdin. Bugün böyle bir şeyin yaşanması olası mı? 1970’li yılların siyaset dünyasını bize özetler misin? O dönem mevcut siyasi partilerin adlarını vererek başlayalım istersen.

Evet; Adalet Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Milli Selamet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Cumhuriyetçi Güven Partisi o yıllar TBMM çatısı altındaki partilerdi.

İki anekdot anlatacağım: Birincisi, Bülent Ecevit, yanında Mustafa Üstündağ, koruması Mümtaz Karaduman, arkadaki araçta da ben, Konyalı bir gazeteci ve gazeteci Necdet Onur; Konya Ereğlisi’nden Adana’ya gidiyoruz. Anlattığım 12 Mart 1971’de gerçekleşen bir olay. Aksaray sapağına çıktık. Öğle haberleri başladı. Ecevit’in, önümüzdeki arabası durdu. Biz de durduk bir benzin istasyonunun girişinde. Ecevit ve Üstündağ araçtan indiler. Aralarında bir şey konuşuyorlar. Öğle haber bülteninde muhtıra okunmuş. Ecevit, “Mustafa bey, derhal Ankara’ya dönüyoruz” dedi. Ardından da, “bana karşı yapılmıştır” diyerek genel sekreterlikten istifa etti. Nihat Erim’in hükümeti kurmakla görevlendirilmesi üzerine istifa etti. 1972 yılında yapılan kurultayda Ecevit; genel başkan seçildi. Ecevit İnönü’ yü yenmedi çünkü İnönü aday değildi. Seçildikten sonra her zamanki nezaketi içinde İnönü Ecevit’in elini sıktı.

İkinci olay, 73 seçimlerinden sonra CHP - MSP hükümetinin kurulmasıdır. Bu hükümetin mimarları Deniz Baykal ve Oğuzhan Asiltürk’tür. 3.5 ay sürdü görüşmeleri ve hükümet ocak ayında kuruldu. Buradaki en önemli olay, zıt kutupların ötekileştirerek değil, birleştirerek güç kazandırmasıdır.

Adalet Partisi’nin tek başına iktidar olmasını engellemek için Ekrem Acuner, Sıtkı Ulay İsviçre’ye kaçan MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ı Türkiye’ye getirdiler. MSP öyle kuruldu. Ve sonuçta Adalet Partisi tek başına iktidar olamadı, 1973 seçimlerinde MSP-CHP hükümeti kuruldu. Burada işin özü şu: Recep Tayyip Erdoğan’ın siyaseti ötekileştirmedir!

Ahmet Ağabey, senin bir görüşün var, Erdoğan Erbakan’ın siyasi görüşlerini onaylamazdı, diye...

1999-2000 li yıllarda Erdoğan ve arkadaşlarının MSP’den ayrılmalarının temelinde bu olay yatar. Erbakan’ın siyasi görüşlerini onaylamaması yatar. 60’lı yıllarda Turhan Feyzioğlu’nun bir sözü var, “liderlerin ihtirasları akıllarının ötesine giderse lider olamazlar” der. Bunun somut bir örneği de Abdullah Gül ile AKP’yi kurduktan sonra Rrecep Tayyip Erdoğan’ın izlediği politikalarda görülebilir. Şu an Erdoğan’ın yanında partiyi beraber kurduğu arkadaşlarının olmaması bunun en somut kanıtıdır.

Bir başka örnek, Süleyman Demirel’in, “tespih çekenle silah çekeni bir araya koymam” şeklindeki yaklaşımı 80 öncesi çatışmalarını körüklemiştir.

1977 martında Süleyman Demirel’in Eskişehir'de yaptığı miting sırasında zamanın devlet bakanı Seyfi Öztürk’tü. Eskişehir valisin odasında 2. MC’nin geleceğinin ne olacağı şeklindeki soruma verdiği, “hükümet bitli bir yorgandır” diyerek uzun bir gelecek görmediğini söylemesidir. Nitekim bu haber Günaydın gazetesinde çıktıktan sonra, nisan başında, TBMM, erken seçim kararı aldı.

Yazılı ve görsel basında haberleri izleyen yurttaşlar, özellikle TBMM çatısı altında ipin ucu kaçmış biçimde savrulan hakaret cümleleri karşısında büyük üzüntü duyuyorlar. Ne diyorsun?

Türkiye de, her seçim döneminde TBMM’nin kalitesi bir basamak düşmüştür. Örneğin Hasan Esat Işık büyükelçi, Marsilya’da Ermeni anıtı yapılıyor. Hemen çıkıp ülkesine dönüyor. Bir Turan Güneş yok örneğin, bir İhsan Sabri Çağlayangil, Recai Kutan yok. Mahmut Mürkmenoğlu yok. 1965 li yıllarda Kemal Satır, Turhan Feyzioğlu, yine çap olarak Mesut Erez yok. Kamoyuna milli petrol olayını lanse eden İhsan Topaloğlu yok. Haluk Ülman, Erol Çevikçe yok. Mevlüt Çavuşoğlu ile Turan Güneş’i aynı kefeye koyamazsınız.

Basının da son derece saygın adları vardı, değil mi? Yandaş basın, yandaş gazeteci sözcükleri kamuoyunun gündeminde bugünkü gibi ağırlıkta değildi.

Yine o dönemin ağır topları gazetecileri de sıralayayım Örsan Öymen, Altan Öymen, Tasvir gazetesinin genel yayın yönetmeni Tahir Zengingönül, Rauf Tamer, Can Pulak, Necdet Onur, Akın Simav, Attilâ İlhan, Atilla Bartınlıoğlu, Yavuz Donat, Uğur Mumcu, Ali Sirmen, İlhan Selçuk, Turhan Selçuk.

Günaydın’ın patronu Haldun Simavi Ankara’ya gelmeyi hiç sevmezdi. Ama haberin arkasında duran bir patrondu. Zamanında Süleyman Demirel’in eşi Nazmiye Demirel’le ilgili bir haber yazan Necdet Onur’un haberinin arkasında durdu, mahkeme masrafları için çek yazdı, Necdet Onur’a ayrıca araba aldı. Keza Can Pulak, Günaydın Gazetesi Ankara temsilcisiydi. Benim ne yazıma, ne haberime karıştı.

Fiili gazeteciliği noktaladıktan sonra uzun yıllardır Karşıyaka’da yaşıyorsun. 1970’li yılların önemli Ankara gazetecisi olarak bol anın vardır, diye düşünüyorum. Ne yapıyorsun emeklilikte?

Şu sıra CHP’den CHP’ye diye bir kitap yazıyorum. Bugün CHP’lilerin AKP’den şikayet etmeye hakları yoktur. AKP, CHP’nin 1991'den sonra 2. açılışının yarattığı bir olaydır. CHP-SHP ayrışımı, MSP’nin, 94 yerel seçimlerinde Ankara, İstanbul gibi illerde oylarını ayrıştırarak kazanmasına neden olmuş, 96’da Erbakan’ı başbakan yapmıştır. 99 seçimlerinde parlamento dışı kalmış, 2002’de parlamentoya girince ilk iş olarak yasaklı konumundaki Tayyip Erdoğan’ın hedeflediği politikayı Siirt seçimlerinin yenilenmesine yönelik anayasa değişikliğine destek vererek Erdoğan’ın başbakan seçilmesine yol açmıştır. Aynı şekilde Baykal’ın desteğiyle Erdoğan, yetkili kadrosu olmadığı için 2009 a kadar Kemal Derviş’in, 99’da uygulamaya koyduğu ekonomi politikayı izlemiş, Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı seçtirerek moral güç kazanmıştır. Bunun sonucu olarak askeri vesayeti kaldıracağım, diye sonradan Fetö’cü oldukları ortaya çıkan kişilerle birlikte Ergenekon, Balyoz operasyonlarını gündeme getirmiş, orduda büyük tasfiyeye yol açmış, ordunun diri unsurlarını ortadan kaldırmıştır. Deniz Baykal’ın skandalla genel başkanlıktan ayrılmasından sonra iş başına gelen Kemal Kılıçdaroğlu’nun vizyonsuzluğu, yaratıcılığı olmadığı için liderlik bir tarafa genel başkanlık yapmaktan da uzak kalmıştır. Bu durum, kendi yandaşlarını da tasfiye eden Tayyip Erdoğan’ın iktidarda kalmasının en önemli unsurudur. Onun için CHP’lilerin, kendi yarattıkları bugünkü durumdan şikayet etmeye hakları yoktur.

Ahmet Kadıbeşegil’in, CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit ile seçim sonrası yaptığı röportaj,”CHP tek başına neden iktidar olamadı?” başlığıyla Günaydın Gazetesi’nde 10 gün boyunca yayımlanmış, büyük ilgi görmüştü.

Deneyimli Gazeteci Ahmet Kadıbeşegil, 1970’li yıllarda gazeteciliğin saygınlığı bulunduğunu, TBMM çatısı altında bu saygınlığın daima kabul gördüğünü aktarıyor. Gazete kupürü, 3 Haziran 1976 günü Parlamenterler ile Parlamento Muhabirleri arasında oynanan futbol maçı sonrası TBMM Başkanı Memduh Ekşi’nin, maçı kazanan Ahmet Kadıbeşegil’in basın mensupları takımına kupasını verdiği haberle ilgili.