Röportaj / Gökçe ADAR

Toplum içerisinde lezbiyen, gay, biseksüel, trans ve interseks bireyler olarak tanımlanan LGBTİ+’lar ayrımcılığa uğruyor. Fiziksel şiddete uğramak, bir işe kabul edilmemek, sağlık hizmeti alamamak gibi eşitsiz muamelelerin çok farklı türlerine maruz kalıyor. LGBTİ+, sokaklarda taciz ediliyor, darp ediliyor ve kimi zaman nefret cinayetleri sonucu hayatını kaybediyor. Dünyanın dört bir yanında ki interseks bireyler rızaları alınmadan tehlikeli ameliyatlar olmaya zorlanıyor ve bu ameliyatlar hayat boyu süren fiziksel ve psikolojik yan etkiler yaratabiliyor. Yaşanılan bu ayrımcılığa dikkat çekmek için LGBTİ+’ların haklarını ve hukuki açıdan yaşadıkları sorunları İzmir Barosu LGBTİ+ Hakları Komisyonu Üyesi Avukat Deniz Yenikaya ile konuştuk.

LGBTİ+’ları önyargılı gören ve ayrıştıran bir kesim var. Bu önyargı ve ayrımcılık adalet sisteminde de mevcut mu?

Yasalar olarak baktığımızda, LGBTİ+’lara yönelik, neredeyse hiçbir düzenleme bulunmuyor. Koskoca, mevzuatımızda geçmişten gelen bir muhafazakarlık hakim. Örneğin; Askerlik mevzuatında ve devlet memurluğu mevzuatında gibi. Devlet memurluğu mevzuatında, LGBTİ+’ları memurlara uygun olmayan hal ve tavırlara sahip olduğu görülüyor. Askerlik mevzuatında ise LGBTİ+’lar, bir hastalık olarak görülüyor. Ancak, yargı önünde ve devlet daireleri sürekli esas bakış üzerinden ilerlediği için bu kanunlar varmış gibi yaratılıyor. Fakat bu bireylere yönelik kanunlar ne yazık ki yok.

Hukuk önünde, LGBTİ+ bireyler ile kadın ve erkek bireyler arasında ne gibi ayrıcalıklar mevcut?

LGBTİ+, hakları olarak yaklaştığımızda, LGBTİ+’larda diğer bireylerin karşılaştığı olaylar ile karşılaşıyor. Bu bireyler, tanımadıkları kimseler tarafından kurbanlaştırılabiliyor. Suça maruz bırakılabiliyor. Aile üyeleri tarafından şiddete maruz kalabiliyor. Ancak konu, LGBTİ+ hakları olduğu zaman hukuk önünde yaşanılan durum bir kenara bırakılıyor. Baktığımız zaman, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin nefret suçları olarak tanımladığı suçlar, ayrı bir suç olarak değil, ağırlaştırıcı bir suç olarak görülüyor. Eğer bu bireylere karşı bir nefret söylemi varsa, bu ağırlaştırıcı bir eylemdir ve bu doğrultuda cezalar verilir. Türk yargısında bu pek mümkün değil.

Türk Ceza Kanunu’nda konu ile ilgili bir değişiklik olmadı mı peki?

Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen nefret suçu şeklinde bir suç türü var. Bu suç, 2014 yılında bir değişikliğe uğradı. Bu değişiklikte, bir takım unsurlar sıralı. Cinsiyete dayalı, etnik kimliğe dayalı vs. Metnin taslağında, cinsiyet kimliği ibareleri de yer almaktaydı. Yani metnin taslağındaki gibi, yasalaşsaydı biz amacımıza ulaşacaktık. Fakat, sonrasında cinsiyet yönelim, cinsiyet kimliği ibareleri taslaktan çıkarıldı ve yasalaştı. Bu da yasa koyucuların, LGBTİ+ haklarına olan bakış açılarını gösteriyor.

LGBTİ+’ların hukuk önünde yaşadığı sorunları nasıl aşacağınızı düşünüyorsunuz?

Bilinçlendirmeyi, normalleşmeyi sağlamalıyız. Bunu nasıl sağlarız? Sürekli görünür olarak. Zaman zaman tartışma ortamı yaratarak, kitlesel olarak hareket ederek. Olabildiğince görünür olarak, kurumları zorlayarak. Hastaneleri, özel iş verenleri, iş yerlerini zorlayarak. Bunu da bireysel olarak yapmak çok zor. İfade özgürlüğümüzü kullanarak, sosyal medyada çeşitli kampanyalar düzenleyerek bunu yapmamız gerekiyor. Aksi takdirde sürekli bir öcü karakter olarak LGBTİ+ hareketi görünecek.

Bir LGBTİ birey haksız yere yargılandığı zaman sonucu ne oluyor?

Bu bireyler için çok zor bir sürecin sonunda adalet yerini buluyor. Elbette ki kazanımlarımız oluyor ama bu kazanımlar çok yavaş ilerliyor ve pek çok kimseyi tekrar tekrar mağdur eden bir çok vakamız oluyor. Birde cezasızlık ile karşı karşıya kaldığımız zaman, elbette adaletin sağlanması zor. Hakimlerde, bu toplumda yaşadığı için ve bu toplumda yetişmiş hakimlerin ortalama bir düşünceye sahip olduğunu düşünürsek, LGBTİ+’ları öcü gibi gören bir düşünce söz konusu. O yüzden bu bakış açısı değiştirilip, hakimlerin vicdanı kanaatlerini yumuşatıp,bu bireyleri yasalar önünde de normalleştirmesi gerekiyor.

Sözünü ettiğiniz bu durumu bir örnek ile açıklar mısınız?

Örneğin; bir gay birey, yolda yürürken heteronormatif bir erkek birey tarafından sözel şiddete mağruz kaldığı zaman, hakim eşcinsel bireyi haksız bularak, yaptığı haraketlerin sözel şiddeti hakkettiğine dair bir tutum sergiliyor. Fakat özneler yer değiştirdiği zaman ve bir erkek birey, gaylar tarafından sözel şiddete mağruz kaldığı zaman, suç işlemiş olan gaylar oluyor. Burada ise önemli olanın, olaydaki eylemlerden ziyade kişiler olduğunu görüyoruz.

Geçtiğimiz aylarda, İzmir Adliyesi’nde görülen polis tarafından öldürülen trans birey Hande Buse Şeker’in, davası dosyadaki örnek yetersizliğinden dolayı ertelendi. Bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz peki?

Daha çok başında bir durum. Gidişat ile ilgili iyi veya kötü bir yorum yapmaktan ziyade, elimizde bulunan iyi veya kötü doneleri değerlendirmek gerekiyor. O da, mahkeme görüntüleri ile alakalı. Dosyanın en önemli detayları, olay görüntüleri bizim elimize çok geç ulaştı. Duruşmadan bir gün önce, öğleden önce elimize ulaştı. Mahkeme heyeti henüz resmi olarak görüntülere bakmış değil. Dosyanın kapalı olarak görülmesine karar verildi.

Görüntüleri izlediniz mi?

Görüntüleri izledik ve dehşete kapıldık. Çünkü kötü görüntüler mevcuttu. Kişinin özelinin açıkça ortaya çıktığı görüntülerdi. Mahkemede biz yalnızca görüntülerin kapalı olarak izlenmesi ve savunmaların açık olarak yapılmasını talep etmiştik. Ancak kabul edilmedi.

Mahkemenin açık olması demek; tüm dava içeriğinin hem basının hem de mahkemedeki seyircilerin en ince ayrıntısına kadar öğrenmesi demek sanıyorum. Peki siz neden açık bir yargılamanın olmasını istediniz?

Bu tip mahkemelerin karar sürecinde sivil toplum örgütlerinin etkisi oluyor. Elbette mahkemelerin herhangi bir topluluğun etkisinden korkup farklı kararlar vermesi hukuk adaleti olarak istenen bir sonuç değildir. Fakat böyle kötü giden bir sürecin kitlesel baskı ile sonucu değişebiliyor.

İzmir Valiliği tarafından bu yıl Onur Haftası yürüyüşü yasaklandı ve bir çok LGBTİ birey göz altına alındı. Bu konu hakkında neler söyleyeceksiniz?

Yürüyüş, Onur Haftası Komitesi tarafından düzenlenen bir etkinlikti. İzmir Genç LGBTİ+ Derneği de etkinliğe dahil oldu. Fakat İzmir Valiliği, daha önce gerçekleşen yürüyüşlere karışmamışken bu yıl ki yürüyüşü yasakladı. Topluluk, alanda basın açıklaması yapmak istedi. Fakat basın açıklamasının yapılması da istenmedi. En sonunda polis basın açıklaması yapılmasını kabul etti. Ancak açıklama ardından topluluk dağılırken, polisin müdahalesine mağruz kaldı. Gözaltı alımları oldu. Elbette böyle bir durum bizler için üzücü ancak bu baskı sosyal medyada bir tepkiyi doğurdu.

Yani? Bu yasaklamanın aslında LGBTİ+ için iyi bir şey olduğunu mu söylüyorsunuz?

Elbette bunu söylemiyorum. Ancak yapılan baskı daha çok LGBTİ+’ların görünür olmasını sağladı. Büyük bir tepki oluştu. Bu baskı devam ettiği sürece insanlar daha çok LGBTİ+’lara yönelik sempati kazanmaya başlayacak. İnsanların beyninde bu hareket normalleşmeye başlayacak. Bu baskıların sürmesi olayın normalleşmesini sağlayacak.