Teyfik Bıyıklı: İnsanın kaliteli olmasının temeli kendisini geliştirmesiyle başlıyor. Öğrendikçe algılamız artıyor, algılamamız arttıkça da karşı tarafı anlayabilirliğimiz artıyor. İletişimdeki en önemli konu budur; anlayabilme ve kendini anlatabilme.

Teyfik Bıyıklı, Ankara'da bir göz odalı gecekonduda dört erkek kardeşin sonuncusu olarak dünyaya geldi. Babası Ankara Büyükşehir Belediyesi'nde berber olarak çalışan bir emekçiydi. Okuma yazma bilmeyen annesinin çabalarıyla diğer üç ağabeyi gibi hem çalıştı hem eğitim hayatını sürdürdü. Lisede turizm ve otelcilik meslek lisenin servis bölümünde okudu. Liseden sonra hemen hayata hatılmak ve turizm sektöründe kariyer yapmak istiyordu. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı ve bir tesadüf sonucu kendisini Türk Standartları Enstitüsü'nün yemekhanesinde buldu. Çalışma azmi ve kişisel gelişime verdiği önem sayesinde işe garson olarak başladığı TSE'de kariyer basamaklarını hızla tırmanan Bıyıklı 2018'in Temmuz ayında Baştetkikçi olarak emekli oldu. Bıyıklı ile ilham veren yaşam öyküsünü ve tecrübelerini konuştuk.



Kısaca Teyfik Bıyıklı'yı tanıyabilir miyiz?

1968 yılının Haziran ayında Ankara'da doğdum. Ailem Kırşehir'den Ankara'ya taşınmış. Önce bir göz oda yapmışlar kendilerine. Arkasından bir oda bir oda daha derken ailemizin yaşayacağı bir ev oluşturmuşlar. Ben 4 erkek kardeşin sonuncusuyum. Babam Ankara Büyükşehir Belediyesi'nde işçiydi. Annem ilkokulu bile bitiremeden okuldan almışlar. Ama annem çok zeki bir kadındı. Bizim eğitim hayatımızda önemli bir yeri vardır. Okuma yazması çok yoktu ama bizim okumamız için elinden geleni yaptı. Biz dört kardeş hem okuyarak hem çalışarak yetiştik. Çünkü ciddi maddi sorunlarımız vardı. Bayramlarda çatapat mantar satar ev ekonomisine katkı sağlardım. Pazarlarda taşımacılık yapardım. En büyük ağabeyim mimar, onun küçüğü maliyeci oldu. Bir diğer ağabeyim ise Türk Havacılık ve Uzay Sanayii'nde teknisyen olarak çalışıyor.

İş hayatına nasıl atıldınız?

Otelcilik ve turizm meslek lisesinin servis bölümünden mezun oldum. Bu okulun hayatımda önemli bir yeri vardır. Çünkü hem insan ilişkilerini hem de hayatı tanımamda çok büyük etkisi oldu. Mezun olduktan sonra üniversiteye gitmeyi düşünmedim. Çünkü 4 yıl üniversite okuyana kadar bir otelde müdür olurum diye düşünüyordum. Sonra iş aramaya başlayınca durumun öyle olmadığını gördüm. Uzun iş arama sürecinin sonunda Sakarya'da bir birahanede iş buldum. Birahanede çalışırken okumadan olmayacağını gördüm ama çalışmam da gerekiyordu. Sınavlara girip açık öğretim fakültesi iş idaresi bölümüne girdim. O esnada birahaneden ayrılıp Ankara'da Elit Otel'de resepsiyonist olarak çalışmaya başladım.



TSE kariyeriniz nasıl başladı?

Bir izin günümde mezun olduğum liseye ziyarete gittim. Tesadüf o gün Türk Standartları Enstitüsü okuldan öğle yemeği servisinde çalışacak personel talep etmiş. Bunun da hikayesi ilginç. 1987 yılında Turgut Özal bir gün TSE'ye yemeğe geliyor. Hizmet verenlerden memnun kalmıyor. Yöneticilere 'dibinizde otelcilik okulu var. Siz neden oradan yetişmiş personel almıyorsunuz' diyor. Dönemin TSE başkanı da hem okula yazı yazıyor. Bize 2 tane öğrenci gönderin diyor. Yaz dönemi olduğu için bütün çocuklar stajda. Öğretmenimiz yana yana öğrenci arıyor. Bana gidip çalışır mısın dedi. Ben, hocam hayallerim ve ideallerim var, TSE'de ne yapacağım dedim. Rahat edersin dedi. Ben, rahat etmek değil, gelişmek istiyorum dedim. Akıllı olursan gelişirsin dedi. Nitekim beni ikna edip yolladılar TSE'ye. 7.7.1987 tarihinde garson olarak TSE'de işe başladım.

İzmir'e ne zaman geldiniz?

Lise mezunu olduğum için beni memur kadrosuna almışlardı. 1991 yılında İzmir'e tayinim çıktı. Biraz söylendim filan ama sonuçta geldim.

İzmir'de sizi farklı bir kariyer bekliyordu sanırım. Bunu biraz açar mısınız?

O dönemde İzmir Bölge Müdürü de yeni tayin olmuştu. Basın ve halkla ilişkiler sorumlusuna ihtiyacım var dedi. Senin hem insan ilişkilerin iyi hem de yabancı dilin var bu işi sen yap dedi. Önce kabul etmedim. Sonra ikna ettiler beni. Doğmuş çocuğu kucağıma verdiler. Bir iş yapacaksam iyi yapmaya çalışırım. TRT Haber Müdürü Orhan Baykal'ın yanına gittim. Randevu almamıştım ama TSE'de geliyorum deyince kabul etti. Orhan bey durum böyle böyle, ben basından hiç anlamıyorum, ama basın danışmanı oldum ne yapmam lazım, bana yol gösterin dedim. Orhan Baykal, 'yapmayacaksın, eleman alacaksınız, bu iş böyle olmaz' dedi. Haklısınız ama almıyorlar, benim yürütmem lazım, bu görev bana verildi ve görevden kaçmam dedim. Herhalde bana inandı, açık konuşunca da sevdi sanırım. Bir kameraman ve bir muhabir arkadaş çağırdı. Onlar bana haber bülteni yazmayı öğrettiler. Çok iyi bültenler yazamıyordum ama her seferinde sabırla düzelttiler. Sonra Ege Üniversitesi'ne gidip Oğuzhan Kavaklı hocayla görüştüm. Oğuzhan hoca da, 'bu kadar işsiz öğrencimiz varken senin ne işin var bu işlerle' dedi açık açık. Ona da durumu anlattım. Ege Ajans da çok destek oldu. Bu şekilde basın danışmanlığı ve halkla ilişkiler görevini 10 yıla yakın sürdürdüm. Bu arada lisans eğitimimi tamamlamıştım. TSE'de hizmet içi eğitimlerle önce tetkikçi sonra baştetkikçi oldum.



Yoğun iş temponuz arasında eğitim almaya da devam ettiniz. Akademik çalışmalarınızda söz eder misiniz?

Mademki bu işi yapıyorum biraz da akademik bilgi edineyim diye 9 Eylül Üniveristesi'nde Toplam Kalite Yönetimi yüksek lisans programına devam ettim. Eşim İlknur Bıyıklı ile birlikte yüksek lisans yaptık. Bu arada TSE'de kalite yönetim sistemleri konusunda eğitimler de veriyordum. Yüksek lisansı bitirince Yüksek Okul Müdürü Şevkinaz Gümüşoğlu hem Bimer'de hem de İMYO'da ders vermem için beni davet etti. Haftada bir gün olmak üzere 3 yıl boyunca toplam kalite yönetimi ve diğer yönetim sistemleri ile ilgili dersler verdim.

TSE bünyesinde de eğitimler verdiniz. Bu süreç nasıl başladı?

Kurumdan bir arkadaşım eğitim notları hazırlarsan TSE'de verebiliriz dedi. Liderlik, iletişim, öfke yönetimi konularında hazırlık yaptım. Üst yönetime sundum ama kabul edilmedi. Biz asıl işimizle uğraşalım dediler. İş dışında emek vererek yaptığım bir iş olduğu için çok üzüldüm, çalışmayı bıraktım. Sonra daire başkanı değişti. Aykut Kırbaş göreve geldi. Kırbaş, bir İzmir ziyaretinde 'Teyfik hocam senin çalışmalarını da bu eğitimleri verebileceğini de biliyorum, TSE eğitim kataloğuna kişisel gelişim eğitimlerini koyalım' dedi. Ben, kırgın olduğum için yapmayacağımı söyledim. Çok üzdünüz beni dedim. Kırbaş, 'o dönem uygun bulunmamış, şimdi ben yönetiyorum ve bu eğitimleri vermeni istiyorum, kırma beni' dedi. Bu şekilde ben TSE'de kişisel gelişim ve toplam kalite yönetimi eğitimleri vermeye başladım. Bu eğitimleri TSE'nin eğitim kataloğuna da koyduk. Çok ilgi gördü. Bir dönem sadece kişisel gelişim ve TKY eğitimleri verdim.

Siz emekli olduktan sonra bu eğitimleri sürdürdüler mi?

O dönem yeni arkadaşlar yetiştireyim dedim ama kişisel gelişim eğitimi çok çalışma gerektiriyor. Yönetim sistemi gibi değil. Yönetim sistemlerinin bir standartı var. Standart böyle diyor, böyle yapacağız diyorsunuz. Ama kişisel gelişim eğitimleri öyle değil. Sürekli gelişen, değişen bir yapı. Hiçbir zaman 2x2=4 etmiyor. Çok fazla değişken var. Kültürel yapı, aile durumu, dünya görüşü her şey etkiliyor. Ben emekli olduktan sonra TSE'de bu eğitimler durdu.

Çok uzun yıllardır hem yönetim sistemleri hem de kişisel gelişim eğitimleri veriyorsunuz. Şirketlerin ve çalışnaların en büyük eksikliğini ne olarak görüyorsunuz?
Şirketlerin ve kurumların en büyük zaafiyetleri aidiyet duygusunun olmaması. Bizim neslimizde kurumun başarılı olması herşeyin önünde gelirdi. Nasıl bir futbol takımında bir oyuncu sadece kendine oynayınca takım kazanamıyorsa şirketlerde de öyledir. Kişi sırf kendine oynarsa şirket kazanamaz. İnsanlar küçük çıkarların sırf küçük çıkarlar olduğunu, gelip geçici olduğunu görmüyorlar. Önce ülkemi, sonra çalıştığım kurumu, sonra ailemi, sonra kendimi düşünürsem büyüyen ülkede, büyüyen kurumda, gelişen ailede ben zaten iyi olurum diye düşünemiyorlar.

Sizce bu değişimin en önemli sebebi nedir?

Son zamanlarda teknolojinin gelişmesi, dizilerdeki örf ve adetlere karşı yapılan ciddi saldırılar Türkiye'deki aidiyet duygusunu bireyselliğe çevirdi. En basit örneği dizilerde eve ayakkabıyla girme. Biz evlerimize ayakkabıyla girmeyiz ama dizilerde yatağa bile ayakkabıyla giriyorlar. Bu küçük küçük şeylerle örf ve adetlerimiz gidiyor. Biz gençliğimizde mahalleden bir arkadaşımız bir kıza platonik olarak bile ilgi duysa o bizim kardeşimiz sayılırdı. Ama dizilerde sağlıklı herkes herkesle ilişki kurabilir fikri empoze ediliyor. Toplum olarak ben demeye başladık.

Bu sadece çalışanlar için mi geçerli?

Patronlar da bu duyguya kapıldı. Benim şirketim demeye başladılar. Başarılı bir patron bunu demez. Çalışan, üreten, değer katan olmazsa şirket tek başına hiçbirşeydir. Ne patron, ne de çalışan tek başına başarılıdır. Bu bir takım işidir. Çalışanı, yöneticisi, tedarikçisi takım olursa başarılı olur.

Şirketlerden en çok hangi eğitimlerle ilgili talep geliyor?

Bana en çok talep bu doğrultuda geliyor. Çalışanların aidiyet duygusunu arttıralım diyorlar.

“Annemin komşuluk ilişkilerini örnek alırım”

Annem gecekonduda kapının önüne çıkıp patlıcan soymaya başladığında karşıdaki Ayşe teyze kabağını, Fatma teyze fasulyesini alır gelirdi. Hep beraber akşam için yemek hazırlarlardı. Annem sırf patlıcanla çıkardı kapıya ama akşam bizim evde büyük ihtimalle türlü pişerdi. Ayşe teyzede de Fatma teyze de de türlü pişerdi. Böyle bir ilişkide sosyal yaşam da gelişiyor, aidiyet de artıyor. İletişim arttı diyoruz ama gerçek, samimi ilişkiyi yakalayamıyoruz. Aynı çatı altına 100'lerce insan yaşıyoruz ama birbirimizi tanımıyoruz.

“Elifim - Zeynepim”

Hep bir idealim vardı. Kendi şirketimi kurmak. Emekli olduktan sonra Elzem Akademi'yi kurdum. Kızlarımın adı Elif ve Zeynep. Onlara Elifim, Zeynepim derim. Ondan dolayı Elzem koydum. Aynı zamanda gereklilik anlamına da geliyor.