Röportaj / Kardelen BUĞDAY

‘Yakından Geçen Şiddet Öyküleri’, Yakın Kitabevi’nde altı yıldır yapılan atölye çalışmalarının sonunda okuyucu ile buluşan ikinci kitap. Kitapta 9’u atölye çalışmalarına katılanlar olmak üzere 17 yazarın öyküsü bulunuyor. Konuk yazarlar arasında Nilüfer Açıkalın, Mehmet Fırat Pürselim, Altay Öktem gibi yazarlar da var. Atölye çalışmalarına katılanlar 2018 yılında ilk kez ‘Yakından Geçen Mülteci Öyküler’ ismiyle ve mültecilik kavramını işleyen öykülerle okuyucu karşısına çıktı. Her iki kitap da yazar Handan Gökçek ile yapılan atölye çalışmalarında yazılan öykülerden oluşuyor. ‘Yakından Geçen Şiddet Öyküleri’ Kasım ayında raflardaki yerini aldı. Ancak çalışmaları pandemi öncesine dayanıyor. Pandemi tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de pek çok sektörü derinden etkiledi. Pandeminin ülkede kendini göstermesi ve vakaların artmasıyla birlikte ‘Yakından Geçen Şiddet Öyküleri’ matbaada beklemeye alınmış. Bunun dışında artan kağıt fiyatlarının ve baskı maliyetlerinin de etkisi var. Atölye çalışmalarını yürüten ve kitabın derleyeni olan Handan Gökçek, ‘Şiddet kavramı üzerine öyküler yazdık, biz de pandeminin ve ekonominin şiddetine uğradık ama en sonunda kitabımız çıktı’ diyor. Yakın Kitabevi’nde bir araya geldiğimiz Handan Gökçek ile ‘Yakından Geçen Şiddet Öyküleri’ni ve şiddet kavramını konuştuk. Bize, kitapta öyküleri bulunan ressam Bahar Akgün ve edebiyat öğretmeni Şule Akseki de eşlik etti.

GÜNCEL KONULARA YOĞUNLAŞTIK

İlk olarak, Handan Hanım ile Yakın Kitabevi’nde yapılan atölye çalışmaları ve bu çalışmaların sonunda çıkan kitaplar hakkında konuştuk. Atölye çalışmalarının uzun süredir devam ettiğini, her atölyede seçilen bir konu üzerine çalışmalar yaptıklarını, atölyede öğrenilen yazım teknikleriyle bu konu üzerine öyküler yazıldığını söyledi. ‘Yakından Geçen Şiddet Öyküleri’nin iki senelik bir çalışmaya dayandığını anlatan Handan Hanım, “Bizim iki senelik bir atölye çalışmamız oldu. Daha çok kurmaca yazarlığı üzerine bir atölye çalışmasıydı. Tabii kısalığından dolayı öyküler üzerine biraz daha yoğunlaştık. Arkadaşlarımla öyküler yazdık hemen hemen her konuda… Birçok kavramı işledik. Yakın Kitabevi ile yürüttüğümüz bu atölye çalışmasında hep şu düşünce vardı; 'Atölye bitiyor da sessiz sedasız bitmesin’. Arkadaşlar da emek veriyorlar. Bir kitapla mı bitirsek acaba mı diye konuştuk Levent (Levent Salıcı-Yakın Kitabevi ve Yayınevi kurucusu) ile… Levent de ‘neden olmasın’ dedi” diyor.

Her dönem farklı kavram ve konular üzerine atölye çalışmalarını yaptıklarını söyleyen Handan Hanım’dan, diğer atölye çalışmaları üzerine de bilgiler edindim. Şu an ‘öteki’ kavramı üzerine çalışıyorlar. Toplumun çözülemeyen ve gittikçe artan ‘ötekileştirme’ sorunu üzerine yazıyorlar. Bu arada Handan Gökçek’in ‘Katre’ kitabından yola çıkarak yazdığı ve İzmir’de ilk kez 19 Kasım’da sahnelenen ‘Bebek-ler’ oyunu da ‘öteki’ olmaya itilen 3 kadın üzerinden toplumun ötekileştirme sorununu işliyor. Sahnede 3 kadına Yasemin Şimşek Tüzün hayat veriyor. Handan Gökçek, şiddet temasına nasıl karar verdiklerini ise şöyle anlatıyor: “Günceli olan kavramlar üzerine çalıştık. İki yılı dolduran bir grup vardı. Dedik ki onlarla başlayalım ve mültecilik kavramını çalışalım. Daha sonra Bahar’ın (Akgün) olduğu grup ile düşündük kavram ne olsun diye, Levent ile de konuştuk… Gitgide yükselen bir şey vardı toplumun üzerinde; şiddet. Sessiz şiddet, pasif şiddet, kadınlara uygulanan şiddet, akran zorbalığı… O kadar fazla çeşidi var ki şiddetin… Dedik ki şiddeti işleyelim.”

KOLEKTİF BİR ÇALIŞMA

Atölye çalışmalarının bir ders gibi değil, ‘dost meclisi’ ortamında gerçekleştiğini belirtti Handan Gökçek, Bahar Akgün ve Şule Akseki. Herkes şiddetin farklı bir tarafını ele almış öykülerinde. Hatta atölye günlerinden önce ya da atölye çalışmalarından sonra birbirlerine öykülerini yollayıp fikir alışverişleri yapmışlar. Handan Hanım da bunu sonradan öğrenmiş, çok da hoşuna gitmiş gözlemlediğim kadarıyla, bu durumdan memnundu. Öykülerde birer isim yazıyor ama herkes birbirinin öyküsüne emek vermiş. Kitabın önsözünün son paragrafını da bir nebze gerçekleştirmişler bu sayede. “Teknoloji, küreselleşme ve aslında kolaylaşan yaşam koşulları bambaşka zorluklara sebep oldu, mutsuzlaştık. Dünyamızda korkunç bir yıkım var… ‘Böyle bir çalışmayla ne kadar farkındalık yaratabiliriz ki?’ ya da ‘Neyi değiştirebiliriz ki?’ diye hiç sorgulamadık çünkü biz denizyıldızlarına inanıyoruz ve biliyoruz ki eğer istersek barışçıl bir dünya yaratabiliriz…”

KALEM FIRÇADAN DAHA SERT

Kitabevindeki görüşmemizde Bahar Akgün ve Şule Akseki ile de konuştuk. Bahar Akgün bir ressam, kitapta üç öyküsü bulunuyor. Yazdığı öyküler sessiz, pasif, psikolojik şiddet üzerine… Öykü yazarlığına dedelerinin hikayesini yazmaya çalışırken başladığını belirten Bahar Akgün, “Oturdum balkonda, kulaklıklarımı taktım. İlk paragraf çıktı ama ikinci paragrafa nasıl geçildiğini, nasıl yazmam gerektiğini bilmediğimi fark ettim” diyor. Bahar Hanım ile konuşurken kolundaki bileklik ile benim taktığım kolyenin aynı sembolü taşıdığını fark ettik. Konuşmanın içinde haliyle eşzamanlılıklar, semboller ve renkler de yer aldı. Yakın Kitabevi’ndeki edebiyat atölyesine de böyle bir tesadüfle başlamış.

“O esnada Yakın Kitabevi’nin önünden resim atölyesine giderken sık sık geçiyordum. Burayı gerçekten çok seviyordum. Bir gün arkadaşlarla otururken, Funda isimli bir arkadaşımız vardı, ‘Burada bir yazı atölyesi var mı?’ diye sordum. Şöyle bir durdu baktı, ‘Burada başlıyoruz, gel bir bak’. Baktım; Handan Gökçek ile yaratıcı yazarlık atölyesi…” 

Ressam olarak sanatın farklı bir alanında şiddet üzerine üretim yapmak nasıl etkiledi diye sorduğumda fırça ve kalem arasındaki farkları anlattı Bahar Akgün.

“Bu dosya konusunu ilk duyduğum zaman dedim ki çok geniş bir yelpaze. Çünkü önüm arkam sağım solum şiddet. Dünyanın da büyük bir patlamayla oluştuğunu düşünürsek insanlıktan da çok eski bir kavram sonuçta. Biz 9 kadın, farklı meslek gruplarına dahiliz ve doğal olarak şiddetin farklı alanlarına çekildik yazma sürecinde. Önce kalemlere hiç dokunmadan, belli bir alt yapı çalışmasına giriştik uzunca bir süre. Makaleler, filmler hatta şarkılar, kitaplar… Ben bir ressam olarak şimdiye kadar duygularını en naif şekilde fırçayla, renklerle ifade etmiş biri olarak kalemin fırçadan daha sert bir şey olduğunu anlamam çok kısa bir zamanımı aldı. Fırçada bir rehabilite vardır. Ama kalem bunun tam tersiymiş. Kalem kanatıyor. Kanırtarak kabuğu kaldırıyor. Yüzleşmeyi sağlıyor ama tam bir iyileşme getiriyor arkasından.”

Nelerden etkilenerek öyküleri yazdığını sordum bu kez Bahar Akgün’e, başından geçen bir hikayeyi anlattı. “Bir gün atölyeden çıktım, eve gidiyorum. Bir köşe başında, biri laf attı; ‘Çok tatlısınız’ dedi. Döndüm, yüzü makyajlı, saçları uzun, cılız bir çocukla karşılaştım. ‘Sen de çok tatlısın, bir kahve ısmarlayabilir miyim sana?’ dedim. Çekindi önce… ‘Yarım saati geçmez’ dedim. ‘Tamam’ dedi. ‘Bir şey sormak istiyorum sana; neden?’ dedim. Gittik bir yere oturduk. Kahveler gelene kadar, Ahsen’in adının aslında Ahmet olduğu, buradan çok uzak bir coğrafyada, önce amcasının, sonra bunu duyan babasının tecavüzüne uğradığını, yıllardır bunu içinde sakladığını, zamanla buraya kadar geldiği uzun bir yolculuğunu anlattı kahve gelene kadar. İki saat sürdü konuşmamız aşağı yukarı ve masadaki tüm mendiller ıslaktı. İkimizin gözleri şişmiş ve kızarmıştı ağlamaktan. Böyle bir gerçeklikle karşılaştım o dönem. Benim için çok etkileyiciydi.”

GÖRGÜLÜ KUŞLAR GÖRDÜĞÜNÜ İŞLER

Edebiyat atölyesine katılan ve kitapta iki öyküsü bulunan Şule Akseki, farklı çalışmalardan yer almaktan hoşlanan, öğrencilerinin kendilerini geliştirmelerine önem veren, ‘savaş oyunları’nı sildirip, kelime oyunlarına yönelten bir edebiyat öğretmeni. Hem Bahar Akgün’ün hem de Şule Akseki’nin Kurşun Kalem Dergisi’nde öyküleri yayınlanmış. “Ben 4 yıl okulunu okudum ama atölye sayesinde bir kez daha öğrendim.” diyor. Yazdığı ‘Çöl Yazgısı’ bu kitabın tamamlanan ilk öyküsüymüş. Şiddeti öykülerinde, “sünnet” üzerinden ele alıyor. ‘Neden sünnet?’ diye sorduğumda şöyle cevap verdi; “Her konuda araştırma yaparak belli bir yerlere geliyoruz. Ben şiddetle ilgili ne yazabilirim nasıl olabilir diye gazete sayfalarında birtakım çalışmalar yaparken Güney Afrikalı bir mankenin -sünnetle ilgili- hala kendi ülkesinde bunun devam ettiğiyle bağlantılı bir yazıya tanık oldum. Şu anda mankenin ismini anımsayamıyorum. Ben o gazetede bir sürü şey okudum. Biraz kendimi dinlendireyim dedikten sonra tekrar o sayfaya döndüm. Sonra konu kendiliğinden çıktı. Tamamen rastlantısal… Sonra tabii bu konunun sağlıkla ilgili yazılarını okudum. Tarihi dönemle bağlantılı yazılarını okudum. Mısır’da bunun (kadın sünneti) hala devam ettiğiyle bağlantılı haberlere girdim. Bu durum bekaretle bağlantılı bir altyapıya sahip”

“Şu an yaşadığımız pek çok sorunun, eğitimsiz ve bilinçsiz olmaktan kaynaklandığını düşünüyorum. Sizin gözlemlediğiniz şeyler neler?” diye sordum Şule Akseki’ye, bir edebiyat öğretmeni olarak cevaba şöyle başladı:

“Görgülü kuşlar gördüğünü işler diye bir atasözümüz var. Ailenin yapısı da çok önemli şiddet konusunda. Ne düşünürsün nasıl hissedersin diye sorgulayabilen bir ailede -sözde- cahil birinin de çok insani olduğunu, kibarlaştığını görebiliyorsunuz. Ya da üniversiteler okumuş, yüksek yapmış birinin görgüsü o şiddet noktasındaysa, algısı öyle işliyorsa siz onu da görüyorsunuz. Bence kesin yapılmış olan bir odur budur diye bir şey yok. Her an her şekilde karşımıza çıkabilir. Evrenselleştiren boyutu da bu zaten. Coğrafyaya, tarihe falan bakmıyor.”

Son olarak, “İnsanlar bu kitabı neden okusun, edinsin?” diye sordum karşımda oturan 3 kadına, dünyada bir arada yaşıyorken neden bu kadar ayrışıyoruz, şiddet, kötülük neden bu kadar fazla sorularına yoğunlaştılar. Cevabı Handan Gökçek şu cümleyle özetledi, “Biz bir soru sorduk bu kitapta, cevabı okurlardan bekliyoruz.”

“Herkes aynı çizgi üzerindedir.  Biraz bunun farkına vardırmaya çalıştık. Hepimiz aynıyız. Bunu söyledik. Biz sürekli beraber yaşıyoruz, o zaman niye ötekileştirerek şiddet uyguluyoruz birbirimize. Bu kitap baştan başa bir soru soruyor. Bu kitap koskocaman bir soru işareti ve cevabını okurlardan bekliyoruz.”