Röportaj/ Sinan KESKİN

Dünya gündeminden hiç düşmeyen ulusaşırı göç olgusunu sarsıcı bir aşk hikâyesiyle harmanlayarak; insanların mutluluğa ulaşma yolunda ne denli acımasız olabileceğini gözler önüne seren bu metaforik roman, Sotakis her ne kadar kapitalizmi eleştirmek amacıyla yazmadığını söylese de, aykırı bir vahşi kapitalizm hicvi sunuyor.

Geçtiğimiz ay TÜYAP İzmir Kitap Fuarı'na katılmak üzere İzmir'e gelen Dimitris Sotakis ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Dimitris Türkiye'ye ilk defa mı geldin? Türk okuru kitaplarını nasıl karşıladı?

Aslında bu Türkiye'ye ilk gelişim değil. Her geldiğimde de çok mutlu oluyorum. Şimdiye kadar Türk okuru benim kitaplarıma oldukça tutkulu bir şekilde yaklaştı. Çok müteşekkirim. Fakat işin doğrusu şu ki; aslında iki ülke arasında edebiyat konusunda çok daha fazla iş yapılabilir. Çok daha fazla çeviri yapılması ve bu güzel hikayeleri ülkelerin öğrenmesi lazım. Bunun için de ben elimden geleni yapıyorum. Geçtiğimiz günlerde Orhan Pamuk hakkında konuştuk. Tabiki Pamuk çok değerli bir yazar ama benim asıl merak ettiğim bu kadar ünlü olmamış, daha kendi halindeki Türk yazarlarının neler yazıp çizdiği. Ne yazıkki bunlar bizim dilimize çevrilmiyor. O nedenle okuyamıyoruz. Daha az bilinen yazarları okuyabilmek isterdim.

Karşılıklı edebiyat çevirilerinin yetersiz olduğunu mu düşünüyorsun?

Bir Türk kitapçısına gitsem 65 yaşının altında çağdaş Yunan yazarlardan üç kitaptan fazlasını bulabileceğimi düşünmüyorum. Çünkü onlar da çevirilmiyor. Bu üzerine gidilmesi gereken bir konu. Tabiki Kavafis'ten, klasiklerden bahsetmiyorum. Şuan ne yazılıyor, ne çiziliyor bilmiyoruz. Aslında bu kişisel çabalardan çok kurumsal işbirlikleri ile yapılmalı. Kitap takasları olabilir mesela. İki ülke yan yana ama birbirimiz hakkında çok şey bilmiyoruz aslında.

Bu konuda sana tamamen katılıyorum. Peki Dimitris biraz da kitaplarından konuşmak istiyorum. Türkçe'ye çevrilen kitaplarını okudum. Sen her ne kadar aksini iddia etsen de kitaplarında bir kapitalizm eleştirisi hissediliyor.

Tabiki her okur kitaplarımda kendine göre bir şeyler buluyor. Ama ben bu kitapları yazmaya başladığımda anlatmak istediğim çok kişisel konulardı. Kitaplarımdaki karekterler takıntıları, manyaları, çok güçlü egoları olan kişiler ve hayatta kendi yollarını bulmak istiyorlar. Mesela son kitabımda geçen yamyamlık benim için bir sözcük oyunu. Yamyamlığa takılmamak lazım. Bundan bir kötülük olarak da bahsetmek istemedim. Benim düşüncem tamamen farklıydı. Zerin, sadece gücünü ve zenginliğini kullanmıyor, o tutkularının peşinden giden bir adam. Ben aslında orada bir kapitalizim eleştirisi yapmak niyetinde değildim. Ama herkes okuduğunu istediği gibi anlamakta özgür.

Karekterin Romanyalı olmasının özel bir anlamı var mı?

Bu aslında tamamen kazara oldu. Belli bir şeyi temsil etmiyor. Karekterimi komşu ülkelerden seçmek istemedim. Çünkü onları çok iyi tanıyoruz. Belçika ya da Fransa gibi batılı devletler de açıkçası çok ilgimi çekmedi. Romanya hem ülkemizden çok uzak değil hem de bana egzotik geliyor. Ayrıca 'Romanyalı' kelimesinin içindeki seslerden de hoşlandım.

Bir Süpermarket Hiyayesi'ne dönmek istiyorum. Roviros'u neden adada bıraktın?

İlginç bir soru. Karekter aslında çok otistik bir çevrede yaşıyor. Yalnız kalabileceği bir yer arıyor. Adada tek başına kaldığı zaman hiç olmayacak bir fantazinin peşinden koşuyor. Bu fantaziyi adadayken tek başına rahatça yaşıyor ve bundan dolayı mutlu oluyor. Bu adamı tekrar toplumun içine koysaydım kendini kaybedecekti. Eğer toplumun içine dönseydi fiziki olarak kurtulmuş olacaktı ama kendisi olmayacaktı, kaybolup gidecekti. Bu nedenle adada kalması daha iyi oldu.

Şuan üzerinde çalıştığın bir dosya var mı?

Aslında çok şaşırdım. Çünkü kimse bana üzerinde çalıştığım dosya konusunda bir şey sormuyor. Bu aralar yeni bir roman üzerinde çalışıyorum. İsmi Big Servant (Büyük Uşak) olacak. Ekim ayından yayınlamayı planlıyorum. Bunun dışında beni çok sevindiren bir gelişme daha var. Romanyalıyı Yiyen Yamyam romanın tiyatroya uyarlandı. Kasım ayında Yunanistan'da sahnelenecek.