Röportaj – Kardelen BUĞDAY

Handan Gökçek’in kaleminden çıkan “Bebek-ler” ilk kez 2011 yılında İstanbul’da sahnelendi. Oyun, 10 yıl sonra 19 Kasım’da Han Tiyatrosu’nda bu kez İzmirli izleyicilerle buluşacak. Yasemin Tüzün’ün oyunculuğuyla tekrar sahnelenecek “Bebek-ler”, toplum dışına itilen, ötekileştirilen üç kadının kendilerini ve toplumla yüzleşmelerini anlatıyor

“Toplum içinde sürekli birbirimize dokunarak yaşıyoruz” diyor Handan Gökçek ve ekliyor;

“Bir hayat kadınının giyip de beğenmediği bluzu ben giyebiliyorum. Bir devrimciyle omuz omuza yürüyebiliyorum bir yerde ya da çarpışabiliyoruz. Bir lezbiyenin kalktığı koltuğa ben oturabiliyorum. Dolayısıyla biz; toplumda her kesimden insan din, dil, ırk, cinsel yönelimler… Ne kadar farklı insan tipi varsa, hepimiz birbirimize dokunarak yaşıyoruz, aynı dünyanın nefesini soluyoruz…” Yasemin Tüzün ise şöyle bakıyor ötekileştirme konusuna; “Aslında öğretilmiş olanlara uygun olmadığını öğrendiğimiz anda ötekileştiriyoruz. Öğrenmediğimizde sıkıntı yok. Yan yana yürüyebiliyoruz ama o kişilerin kimliği hakkında bir şey öğrendiğimizde, bizim öğretilerimize uymuyorsa hemen ötekileştiriyoruz.”

19 Kasım’da İzmirli tiyatroseverlerle buluşacak olan “Bebek-ler” oyununu, ülkenin iyileşmeyen yarası şiddet ve ötekileştirmeyi Handan Gökçek ve Yasemin Tüzün ile konuştuk.

10 YIL SONRA İLK KEZ İZMİR’DE

2011 yılında ilk kez İstanbul’da sahnelenmiş “Bebek-ler”, şimdi de 10 yıl sonra İzmir’de ilk kez sahnelenecek, oyun hakkında kısaca bilgi alabilir miyim?

Handan Gökçek: Bebek-ler, toplum dışına itilen 3 kadının kendileriyle toplumla yüzleşmelerini anlatan ama bunu anlatırken de erkeğin yaşam içerisindeki duruşuna ayna tutan bir oyun aslında ve 3 bebek imgesi üzerinden anlatıyoruz. Hayat kadını; patlıcan bebek, devrimci kadın; bez bebek, lezbiyen kadın; porselen bebek olarak izleyecek izleyiciler.

İmgeleri neye göre seçtiniz?

Handan Gökçek: Hayat kadınını bu işi seçme noktasına getiren şey koşullar, oradan çıkamamasına neden olan da toplum. Bunu patlıcan bebek imgesiyle anlatıyorum. Şu sebeple -duyduğumda çok etkilenmiştim- hikâyede şöyle geçiyor; “babaannem patlıcandan bebek yapardı, biz fakirdik, patlıcandan gözleri, ağızları oyardı, bezlere sarardı, kucağıma koyardı…” deyince işte demiştim hayat kadınının hikayesi bu. Çağrışımı çürümek…  -çünkü patlıcan çürüdü, bebek öldü, bahçeye gömdü ninem diye hikâye devam eder-. Devrimci bebek der ki; gözlerim, ağzım düğüm benim. Görme, duyma, konuşma… Çünkü içeri alırlar şu olur, bu olur gibi temsil var. Lezbiyen bebek de porselen bebek. Çünkü; aslında kırılıyorlar, inciniyorlar ama hep tam tersi düşünülür. Daha erkeksi, daha sert düşünülür. Bunun tam tersi olduğu için. Örneğin hayat kadını ve devrimcide aşk çok ön planda değil ama lezbiyende özellikle ön planda. Çünkü aşkın çok daha yoğununu yaşıyorlar. Böyle bir amaç… Ve biz birlikte yaşıyoruz diyen bir oyun. İzleyiciye vermek istediğim ana fikir şu; biz toplum içinde sürekli birbirimize dokunarak yaşıyoruz. Bir hayat kadınının giyip de beğenmediği bluzu ben giyebiliyorum. Bir devrimciyle omuz omuza yürüyebiliyorum bir yerde ya da çarpışabiliyoruz. Bir lezbiyenin kalktığı koltuğa ben oturabiliyorum. Dolayısıyla biz, toplumda her kesimden insan; din, dil, ırk, cinsel yönelimler… Ne kadar farklı insan tipi varsa, biz hepimizi birbirimize dokunarak yaşıyoruz, aynı dünyanın nefesini soluyoruz.

Yasemin Tüzün: Aslında öğretilmiş olanlara uygun olmadığını öğrendiğimiz anda ötekileştiriyoruz. Öğrenmediğimizde sıkıntı yok. Yan yana yürüyebiliyoruz ama o kişilerin kimliği hakkında bir şey öğrendiğimizde, bizim öğretilerimize uymuyorsa hemen ötekileştiriyoruz.

Handan Gökçek: Aslında bunu yaptığımız anda -Yasemin’in dediği çok doğru- kendi yaşam alanımızı da daraltıyoruz bir bakıma. O kişilerin yaşam alanına müdahale ediyoruz ama kendi yaşam alanımızın da daraldığını fark etmiyoruz.

KATRE VE BEBEK-LER

2018 yılında çıkardığınız Katre kitabında da buna değindiğinizi söylemiştiniz daha önceki konuşmamızda. Oyun 2011’de yazılmış, Katre’yi yaratan Bebek-ler oyunu muydu?

Handan Gökçek: Aslında Katre’yi yaratan bir bakıma Bebek-ler oyunuydu. Yetmedi orada anlattıklarım. Şu an oyun 3 kadın üzerinden ama burada birçok kadına kadraj var. Katre’de diğer kesimler de var. Mesela çöp evde yaşayan bir kadından, ensest tacize uğramış bir kız çocuğuna kadar birçok kadın profili var ve hepsi ‘ben kendimi kabul ettim ben inadına yaşayacağım buradayım varım’ diyen kadınlar.

Yasemin Tüzün: Oyunda üç kadın var ama kitaptaki diğer kadınları öğrendiğimde çok heyecanlanmıştım. Söylerken çok kolay oluyor üç kadına bir sahne içinde aynı anda hayat vermek. Ben dördüncü, beşinci de olsun istedim. 10 kadını birden anlatayım tutkusu oluşuyor. Bu heves oluşurken çok güzel ama oyuncu olarak bunu yapmaya başladığınız zaman çok ağır bir yük oluyor. Ruhunuz açısından çok ağır oluyor. Çünkü çok empati yapan bir oyuncuyum. Oynadığım bütün kadınlarla fazlasıyla özdeşleşiyorum. Oyun sezonu bittikten sonra geçiyor ama bu kadınlarla yaşadığım süreçte çok fazla empati yaşıyorum. Şimdi bu üç kadınla yaşarken bunun on kadına çıktığını düşündüğümde bayağı yıprandığımı hissediyorum.

Handan Gökçek: Zorlayan şey duygu geçişleri. Oyuncuyu çok zorluyor çünkü bir duygudan diğer duyguya geçiş, çok acı çekerken kahkaha atmaya başlamak… Çok keyifli gibi görünürken birdenbire dibi bulmak… Oyunda bu çeşit duygu geçişleri de var, öykülerde de var.

ŞİDDET VE İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

Oyunun konusuna baktık, siz de oyunculuğa dair bakışınızı anlattınız. Canlandırırken, empati yaparken bile çok yıprandığınızı söylediniz. Bir de tüm bunları gerçekten yaşayan kişiler var. 2011 yılında ilk sahnelendiği dönemden şu güne baktığımızda ülkede gündemini koruyan bir mesele var; İstanbul Sözleşmesi. 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılmış sözleşmeden, Türkiye ne yazık ki 1 Temmuz 2021 itibariyle resmen çekildi. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yasemin Tüzün: İşin trajik noktası 10 yıl önce Handan oyunu yazdığında bu kadar vahim değildi. Daha da vahimleşti. Giderek vahimleşiyor ve kötüleşiyor. Her gün bir kadının ölümüne uyanıyoruz. Her gece bir kadının ölümüne yatıyoruz. Bu olağanlaştırıldı, sıradanlaştırıldı, sayıya indirgendi. Neredeyse artık ‘ha iyi bugün bir kadın öldü çok şükür’ diye söylediğimiz hayatlara döndürdüler bizi. Ülkenin içinde bulunduğu bu yozlaşma, cehaletin empoze edilmesi ki maalesef bunda çok başarılı bu sistem, egonun bu kadar ön plana çıkması, ötekini umursamamaya doğru giden bu hayat ve şartlar… Önce ben dedirten hayat sadece ölüm anlamında değil, her anlamda insanı köşeye sıkıştırıyor. Eşit değiliz hâlâ. Bizim seçimlerimiz her zaman yargılanmaya mahkûm maalesef, o yüzden bitmiyor. ‘Niye empati kuruyorsun’ derseniz çünkü ben sadece oynuyorum. Oyun bittikten sonra çıkıyorum ve kendi hayatıma dönebiliyorum. Korunaklı ve kendi içinde özgür, eşi tarafından varlığına saygı duyulan, mesleğine, duruşuna, kararına saygı duyulan bir hayata geçiyorum. Ama mesele benden ibaret değil ki. Birçok kadının tam tersini yaşadığını biliyor olmak, bunu bir kez daha fark etmek… İşte o yıpratıyor. O nedenle ne kadar çok farklı kadın anlatırsan o kadar çok farkındalığın, o konuya bakışın çoğalıyor.

Oyunda yer alma isteğiniz de bu noktada toplandı diyebilir miyiz?

Yasemin Tüzün: Öteki Beriki Tiyatro Topluluğu kurulduğu günden bu yana felsefesini ve dolayısıyla repertuarını toplumcu bir çerçevede oluşturdu. Savaş karşıtı, her türlü iktidar-güç ilişkisinin, statü ve baskı ilişkisinin karşısında ve kadının yanında olan bir tiyatro oldu. Kurulduğumuz yıldan bu yana “Bezik Oynayan Kadınlar”, “Ay Carmela”, “Külkedisi Öldü”, “Medeni Hali”, “Hizmetçiler”, “Atlı Karınca Hikayeleri”, “Eşki Aşk” bu sezon “Fikriye” ve “Bebek-ler” ile artık 10 yıllık sezonunda hayata nerden baktığını son derce açık gösteriyor. Bitmeyen bir kadın meselesi var. Her oyunda başka bir yerden bakıyoruz. Başka bir taraftan bir şey söylemeye çalışıyoruz. Keşke böyle sorunlar olmasa… Keşke güle oynaya oyunlar sahnelesek…

Oyunu 8 Mart gibi özel günlerde sahnelemeyi düşünüyor musunuz?

Yasemin Tüzün: Klasik, her zaman yaşadığımız şey… 8 Mart, 25 Kasım, 5 Aralık ya da 10 Aralık İnsan Hakları Günü gibi günlerde özellikle böylesi oyunlara önem veriyoruz. Toplum olarak da kurumlar olarak da… Sonra yine gün bittikten sonra hayat sıradan hale geliyor. Oyunun etkisi kalmıyor. Bu işin trajik noktası aslında. Elbette ki böylesi günlerde kadınlarla bir araya gelip, birlikte bir farkındalık yaratmak, silkelenmek, bir başka yerden bakmak, o gün yatıp ertesi gün başka bir bilince uyanmak isteği var. Ama aslında erkeklere mi seyrettirmeli oyunu?

Provaları izleyen oldu mu, özellikle erkeklerden? Olduysa yorumları nasıldı?

Yasemin Tüzün: Oldu. Dedikleri şey şuydu; ‘‘Helal olsun, böyle bir yerden bakmaya ve kadına dair birtakım özgürlük haklarını savunmaya devam ediyor olmanız harika’’. Onlar da aynı şeyi söylüyor, özellikle erkeklere seyrettirilmeli bu oyun diye.

Handan Gökçek: Çünkü aralarında babalar, kocalar, sevgililer de var.

Yasemin Tüzün: Bir hayat kadınının hayat kadını olmasının sebebi -Handan’ın oyunun özelinde baktığımızda- babasının bir erkek çocuk düşlemesi ve erkek çocuğa kavuşamadığı için kızına hiçbir zaman sevgi göstermemesi, bir annenin kocasına erkek çocuk veremediği için doğurduğu kızına sevgi gösterememesi üzerine… Sevgisiz, itilmiş, ötekileştirilmiş. Daha küçücük bebekken başlayan bir hikâyeden geliyor. Bu kadını hayat kadını olarak yargılarken bir dönüp bakmak lazım, gerçekten kendi tercihi mi bu? Zevk alarak mı yapıyor bunu? Hayır… Bu yola itilmiş, sürüklenmiş, kalbi olduğuna kimsenin inanmadığını söyleyen bir kadın. Sadece teni ve cinsel kimliği ile ilgilenilmiş bir insan bu. Ama onun bir kalbi var ve hiç sevgi görmemiş.

Biz şiddeti ilk önce fiziksel şiddet olarak düşünüyoruz… Şiddet gören kişileri de sadece dezavantajlı yaşam koşullarına sahip olarak düşünürüz hep… Ama çok iyi yerlere gelmiş çoğu kişi de aslında dört duvar içinde şiddete maruz kalıyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz. Oyunda buna değindiğiniz bir nokta var mı?

Yasemin Tüzün: Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Her insan doğduğu günden bu yana bir birey olarak doğuyor. Dışarıdan baktığımızda iyi bir kariyeri olan, mal varlığı olan kadınları şanslı ve mutlu sayıyoruz. Ama aslında bu mudur mutluluk?

Son olarak izleyicilere mesajınız nedir?

Yasemin Tüzün: Öncelikle iki sezondur hepimizin bildiği gibi pandemi sürecinde bütün bağımsız tiyatrolar işsiz kaldı. İki sezon aradan sonra sahneye dönüyoruz hepimiz. Çok heyecanlıyız. Bir oyuna gitmenizin sebebi vardır. Size dünyada bakış açınızla ilgili bir şey anlatıyordur. Bir oyun ilginizi çeker o yüzden gidersiniz. Ama bizde genellikle ünlü görme hevesi çok yoğundur. İçinde bir ünlü geçmesi bir eserin kötü olduğu anlamına gelmez tabi ki ama eserin ne olduğuna bakmama, gerçekten bir tiyatro mu buna bakmama durumu var. Pandemi döneminde açılan tiyatrolarda oyuncular ne kadar seyirciyle karşılacağını merak ediyor. Eskiden de çok yoğun değildi çünkü. Lütfen tiyatroya önem verin. Ruhunuza iyi gelecek, bütün dünya ölümle sınanırken bu korkuları hepimiz yaşarken siz de kendinize bir hediye verin. 19 Kasım’da biz prömiyeri yaparken elbette önceliğimiz kadın. Doğal olarak önce kadınlar duyarlı olacaktır. Ama ben erkeklerin silkinmesi gerektiğini düşünüyorum. Lütfen gelin ve kendinize de bakın bu oyunu seyrederken. Belki de güzel bir insansınız. Bütün bu öğretilmişlikleri kendinizde halletmiş, kadına, kız çocuğuna, annesine, kız kardeşine ya da eşine karşı hiçbir baskı uygulamıyor olduğunuzu görebilirsiniz. O nedenle çağrılar önce erkeklere. Bir de tiyatro seyirciyle yapılan bir şeydir… Seyirciyle tamamlanır.