LÜTFÜ DAĞTAŞ

Suat Ünaldı tiyatro oyuncusu. İzmirli. Tiyatroya İzmir Atatürk Lisesi hazırlık sınıfında başlamış. Ardından İzmir Sanat Gençlik Tiyatrosu’nda profesyonelliğe yönelmiş. Ardından üniversite öğrneimi için geldiği İstanbul’da sürdürmüş oyunculuğu. Polonya’da tiyatro olarak aradığını bulamamış. Ardından ver elini Avusturya’nın kültür kentlerinden Bregenz. Öyle bir jültür kenti ki göl içersinde inşa olunan platforma kurulan sahnede her yıl dünya ölçeğinde önemli operalar gerçekleştiriliyor.

Suat Ünaldı, tiyatro oyuncusu olarak Avusturya’da çok mutlu olduğunu söylüyor. Kendisiyle tiyatro üzerine söyleştik.

Merhabalar sevgili Suat. İnternette son sokak oyunlarınızdan birisine rastladım. Yıllardır Avusturya'da tiyatro oyuncusu olarak yaşıyorsun. Anladığım kadarıyla oyununuzda rastladığım mekan bir Avusturya kasabası. Öncelikle oyuna Öncelikle oyuna ilişkin bilgi verir misin? Konu, yönetmen, metin yazarı, oyuncular...

Oyunumuzun adı “Rheindorf”. Ren Nehri Köyü, kelime anlamı. Evet, Rheindorf, Avusturya’nın en batısındaki Vorarlberg Eyaleti’nin Lustenau Kasabasının bir köyü. Oyunun konusu ise; buradaki insanların hikâyeleriyle yörenin kendi tarihinin sentezinden oluşan kurgusal bir hikâye. İnsanların hikâyeleri; birkaç senedir sürdürülen, özellikle misafir işçiler ve mültecilerle yapılan araştırma röportajlarından çıkarıldı. Bu röportajlar, halihazırda Viyana Üniversitesi’nde Sosyoloji alanında doktora tezi üstüne çalışan sevgili Faime Alpagu tarafından yapıldı. Metni, genç yazar, sevgili Amos Postner yazdı. Oyunun hareket düzenini sevgili Claudia Grava, yönetmenliğini de sizin de tanıdığınız sevgili Brigitte Walk yaptı. Oyunda yaşları 10 ila 65 arasında değişen 12 kişilik amatörle birlikte, sevgili Michaela Spänle ve ben rol aldık.

Sokak oyunu oynadığınıza göre halkla iç içe olmanın sonucu doğaçlama öne çıkıyordur herhalde. Ama elinizde de metin var. Dengeyi Nasıl kuruyorsunuz? O sırada yönetmen ne yapıyor?

Bilindik sokak tiyatrosunun aksine, devamlı hareket halinde olan bir gösteri olduğu için çok fazla doğaçlama gereği olmuyor. Çünkü seyirci her seferinde yepyeni bir atmosferi algılamaya çalışıyor öncelikle, tam alışırlarken sahne bitmiş ve başka yeni bir mekâna doğru yola çıkmış oluyoruz. Ama sürprizler olmuyor değil. Meselâ oyunun bir bölümünde, Gençlik Merkezine ait binanın arka bahçesinde Nâzım Hikmet’in “Masalların Masalı” şiirini Türkçe söylüyorum. Benden sonra da başka bir arkadaşımız Almancasını söylüyor. Bahçeye komşu bir evde de Türkiye kökenli bir aile yaşıyor. Provalar dahil olmak üzere, tüm oyunlar boyunca da her şiiri söylediğimde, bahçelerinden, pencerelerinden dinlediler hep. Son gün; şiiri söyledik bitirdik, oyunun bir sonraki durağına doğru seyircinin arasından yürümeye başladım. Tam bizim komşunun bahçesinin önünden geçerken, çitlerin arasından gözleme dolu bir el uzandı. Çitten dolayı yüzünü göremediğim komşu: “Abi al, bizimkiler yeni pişirdiler, taze taze afiyet olsun!” diye elime tutuşturmaya çalıştı. Bir an kaldım, ne diyeceğimi bilemedim. Etrafımda seyirciler var, yönetmen hemen yanımda… Sonra usulca, “Sen gözlemeleri ayır benim için, on beş dakikaya gelip alacağım.” deyip devam ettim. Tabii oyun bittikten sonra gidip aldım gözlemeleri, gerçekten de çok lezizdi. Bütün ekip bayıldı.

Avusturya'da böyle sokak oyunları yaygın olsa gerek. Bilgi verir misin?

Avrupa’da tiyatroyu her yerde yapmak mümkün. Bugüne kadar çalıştığım projelerden bazılarının sahneleri şöyle idi mesela: 1400 metre yükseklikteki Anne Dağı’nın (Muttersberg) zirvesinde bulunan ormanlık alanın içi, Avusturya Devlet Demiryollarının tahsis ettiği tren vagonları, Lustenau Belediyesinin tahsis ettiği eski bir ahır ve Vorarlberg Eyalet Müzesi... Bu oyunun sokakta oynanmasına gelirsek, o da en başından beri yönetmenimizin kafasındaki düşünce idi. Projeyi ilk anlattığı andan itibaren, hangi sahne hangi sokakta ya da hangi köşede ya da hangi alanda oynanacak zaten biliyordu. Maalesef Korona derdi ortaya çıkınca, kısıtlamalar da devreye girince, son prova dönemine başlamadan 1 ay önce kadar ekipçe projeyi bir yıl erteleme kararı almıştık. Bu arada diğer taraftan Eyalet Tiyatrosunda oynayacağım bir oyun da tamamıyla iptal edilmişti. Anlayacağınız pek sevimsiz bir süreçti. Aradan bir iki hafta geçtikten sonra kısıtlamalar gevşetildi ve böylelikle bizim de projeyi, iki haftalık bir gecikmeyle de olsa hayata geçirme şansımız doğdu. Haliyle öncesinde yaşadığımız hayal kırıklığının üstüne bu sürpriz hepimizi daha bir heyecanlandırdı. Daha bir keyifle yaptık provalarımızı...

Suat Ünaldı olarak Avusturya'ya ne zaman, niçin gittin? Giderken hedefin doğrudan tiyatro muydu?

Avusturya Bregenz’e ilk kez 2011 senesinde turne için geldik. Bregenz rüya gibi bir şehir. O an aklımdan şu düşüncelerin geçtiğini çok iyi hatırlıyorum: “Burada yaşamak ne kadar da güzel olur!” Ama hiç bir plân yoktu aklımda, hayal dahi kurmadım o an için... Demek ki o an çok istemişim, şimdi buradayım. Sonrasında çeşitli projeler için gidip geldim Bregenz’e. 2014 yılında evlilik dolayısıyla da Polonya’ya taşındım. Orada da bir yandan mesleğimi icra etmeye çalışırken, buraya gidip geldim. Fakat Polonya’da mesleğimle ilgili umduğumu bulamadım çünkü çok muhafazakârlar yabancılarla çalışma konusunda. Bregenz’deki durumun tam tersi... Öyle olunca da Bregenz’e yerleşmeye karar verdim. Ocak 2018’den bu yana da buradayım. Tiyatroyu kendime meslek olarak seçmeye karar verdiğim andan itibaren tiyatro benim hayatım olmuştu. Buradaki hayatımı da haliyle tiyatro sayesinde yine tiyatro üstüne kurdum ve çok mutluyum.

Bize biraz Avusturya'daki sanat, dolayısıyla oyunculuk kariyerinden söz eder misin?

Tiyatroya, İzmir Atatürk Lisesinde hazırlık sınıfındayken başladım. Öncesinde de bir heves vardı. Lise tiyatro grubunun toplantısından haberim oldu ve soluğu orada aldım. Hiç unutmuyorum, Tiyatro Kolu Öğretmenimiz sevgili Canan Onuk, o gün bize, o sene için sahnelemeyi düşündüğü Bilgesu Erenus’un “Misafir” oyununu tek başına okumuştu. Daha doğrusu tek başına bütün karakterleri öyle güzel oynamıştı ki, dedim doğru yere geldim. O sene tiyatro grubu olarak bir şey yapamadık ama sonrasında başladı tiyatro hayatım. Ardından üniversite hazırlık sırasında İzmir Sanat Gençlik Tiyatrosu’nda profesyonelliğe geçiş ve ardından üniversite eğitimi ile birlikte başlayan ve 13 sene aralıksız süren İstanbul’daki tiyatro hayatım. Ve Türkiye’den ayrılış. Ben kendimi her daim tiyatrocu olarak tanımlarım. Tiyatrocu kelimesinin Almanca’da bir karşılığı yok. Ya oyuncusundur, ya yönetmen, ya tekniker diye gider... Ama tiyatrocunun karşılığı yok. Bana sorduklarında başta oyuncuyum demek zorunda kalıyordum. Ama şimdi tiyatro adamı anlamına gelen “Theatermann” diye tarif ediyorum. Tabii uydurma bir kelime olduğu için arkasından ekliyorum: Benim için önemli olan tiyatroda olmak. Sahne üstünde, arkasında, kuliste, teknik odada, gişede fark etmiyor. O yüzden ben tiyatroda her şeyi yapabiliyorum ve yapmaktan keyif alıyorum. Zamanla bunu buradaki meslektaşlarım da gördüler. Böylelikle projeler arka arkaya gelmeye başladı. Açıkçası burada ne iş yaparsanız yapın, işinizin hakkını veriyorsanız, karşılığını maddi manevi her türlü alıyorsunuz. Açıkçası bu Türkiye’de yaşamadığım bir duyguydu. Sonuç olarak Avusturya’daki tiyatro kariyerim güzel bir yönde, emin adımlarla ilerliyor.

Tiyatro, Türkiye'de, kamuoyunun bildiği ya da bilemediği pek çok nedenden dolayı sıkıntı yaşıyor. Öncelikle Türkiye'de tiyatro alanında yaşananları izleyebiliyor musun Avusturya'da durum Nasıl?

Türkiye’deki durumu üzülerek takip ediyorum. Zaten çok da iç açıcı olmayan ve bin bir türlü zorluğa rağmen devam ettirilen tiyatro, Korona sebebiyle ölümcül bir darbe aldı. Ve maalesef devlet şu ana kadar ne yazık ki hiçbir müdahalede bulunmadı. Yapabileceği birçok alternatif destek yolu olmasına rağmen... Bu durum çok ama çok içimi acıtıyor. Ayrıca ustalardan yeni nesil genç oyunculara, hepsinin devamlı halde bir çekişme içinde olması, örgütlü halde bir irade ortaya koyup haksızlığa dur dememeleri de bütün her şeyin üstüne tuz biber ekiyor. Umuyorum bir an önce sürekli kılınabilecek bir çözüm bulunur ve tiyatrolara nefes aldırılır.

Avusturya’da da durum an itibariyle Korona sebebiyle sıkıntılı. Sıkıntı, tiyatroyu alışılagelmiş şekilde yapmaya devam edemiyor olmak, tiyatrodan uzak kalmak. Bu işin manevi yanı… Maddi yanında ise haliyle bir aksama oldu, olmaya da devam ediyor. Fakat devlet başta olmak üzere bugüne kadar kendilerine karşı yükümlülüklerimizi yerine getirdiğimiz makamlar hayata geçirdikleri hibelerle bizlere destek oluyorlar. Bu da en azından asgari anlamda hayatımızı idame ettirmemize yardımcı oluyor. Korona’dan bağımsız olarak da, Avusturya’da tiyatro yapmak çok keyifli. Bir kere, Avrupa coğrafyasının tümünde ya da Avrupa coğrafyasından herhangi biriyle her an çalışma şansına sahipsin. Bu başlı başına büyük bir keyif. Ama şunu da söylemeliyim ki, Türkiye’de son dönemde gördüğüm reji, oyunculuk ve topluluk başarılarını burada göremiyorum. Bizim potansiyelimiz Avrupa’nın biraz üstünde… Tamam burada da çok önemli tiyatrolar, topluluklar var ama… Bizimkiler bambaşka… Özellikle yeni nesil gümbür gümbür geliyor.

Sanat kariyerinde bundan sonraki hedeflerin neler? Bunu bizimle paylaşır mısın?

Burada her şey en az iki yıl öncesinden plânlı gidiyor. Mesela, 2022 sezonunun oyun programının hazırlıklarına başladı bile buranın Eyalet Tiyatrosu… İşte benim de en öncelikli hedefim, en kısa zamanda iki yıllık programımı doldurup, sonrasında hep öyle devam edebilmek. Tabii ki bunu gerek oyuncu, gerek yönetmen, gerek eğitmen olarak gerçekleştirmek istiyorum. Sonrasında en öncelikli planım burası ile Türkiye arasında tiyatro özelinde yaratım köprüsü kurmak. Mesela Türkiye’den bir yönetmenin burada bir oyun koymasını sağlamak, ardından buradan bir yönetmeni Türkiye’ye götürmek… Sonraki adım oyuncu değişimi… Daha sonrasında metin değişimi… Böyle böyle yaşayan, organik bir bağ kurmak.

Teşekkür ediyorum sevgili Suat Ünaldı, başarı diliyorum.

Ben de teşekkür ediyorum.