Sabah TV yayınım bitmiş köşe yazdığım Haber Ekspres Gazetesi’ne gelmiştim. Hava berbat sıcak ve yapış yapıştı. Genel Yayın Yönetmeni Süleyman Gençel’in odasında, Macit Sefiloğlu da vardı. O gün ne yapacaktım, nereye gidecektim, kimlerle görüşecektim hatırlamıyorum.

Bir ara Süleyman’ın odasından haber merkezine doğru çıkmıştım. Çıkar çıkmaz da bir “haber” yayılmaya başladı:

“Ahmet Piriştina ölmüş…”

Süleyman, Macit şoktalar… Ben de “dondum kaldım” …

Sadece bulduğum bir yere otururken “şimdi ben ne yapacağım” diye söylendiğimi hatırlıyorum.

Rahmetli Ahmet Piriştina, yine bir salı günü, 15 Haziran 2004’te dünyaya veda etti.

1999’da İzmir’de Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmişti. Genel ve yerel seçimin bir arada yapıldığı seçimde, partisi DSP’nin adayı olarak kazandı Ahmet Piriştina. Şubat 1999’da Apo’nun yakalanıp Türkiye’ye verilmesiyle yeniden Ecevit rüzgârı esmiş, sonucu koalisyon da olsa DSP zafer elde etmişti.

Ben muhalifiydim. Hala da muhalif düşüncelerimin arkasındayım. Fakat Rahmetlinin başkanlık dönemi, gerçekten özel ve önemli. İkinci dönemine de İzmir için önemli projelerle başlamıştı. Lakin bir haziran günü aramızdan ayrıldı.

Başkan Piriştina’yı rahmetle anarken, 16 Haziran 2004’te yayımlanan yazımı da alıyorum buraya.

“YERİNİ” DOLDURMAK

Başkan Piriştina’nın ölümü, doğaldır ki ilk andan itibaren duygu yoğunluğuna dönüştü. Beş yılı aşkın bir süredir, doğrusu ve yanlışıyla İzmirli'nin kendine verdiği “hizmet” görevini yerine getiren Piriştina, geride yarım kalan büyük projelerini de özellikle CHP’ye miras bıraktı. Duygu yoğunluğu daha ne kadar sürer bilinmez ama, bence çok erken başlayan “kulis” çalışmaları da hem mide bulandırıyor hem de sinir bozuyor. Bunu özellikle vurgulamak lazım sanırım! O’na oy veren ya da vermeyen sade insanların içten üzüntüleri yanında ne yazık ki bir de “iki yüzlü durumlar” var ki, Başkan toprağa verildikten sonra özellikle pazartesi gününden itibaren göz önüne çıkmaya başlayacak galiba. Yani bir yandan “başkanımız çok büyük adamdı, yıldız kaydı, İzmir öksüz kaldı, yeri doldurulmaz” gibi duygusal yorumlar yaparken diğer yandan ise “falancanın desteklenmesi lazım, makama çok yakışır” söylemleri inançla, kültürle, ölüye saygıyla belki de en önemlisi terbiyeyle ne kadar ilgisi var?

Yorumu size bırakıyorum!

Ahmet Piriştina, yaptıklarını, yapacaklarını, amaçlarını, sevgilerini, kinlerini, öfkesini, sadakatini, makamını, şanını, şöhretini bu dünyada bırakıp, hepimizin er ya da geç gideceği “yere” göçtü. Artık Piriştina’yı, abartıdan uzak ve dürüstçe hatırlayıp, çocuklarımıza anlatmak gibi insani bir sorumluluğumuz var. Piriştina artık Behçet Uz’un, Osman Kibar’ın “yanında” kendisiyle ilgili yapılan eylemleri izlemekte ve meraklanmaktadır ki mutlaka “doldurulacak” yerinde, kendinden sonraki başarılı olacak mıdır olmayacak mıdır? Artık duygusallık yavaş yavaş terk edilmeli zira yaşam devam ediyor. Bu dünyanın “Sultan Süleyman’a” bile kalmadığını düşünerek şu “yeri doldurulmaz” lafını artık daha ölçülü kullanmamız gerekir.

Doğrudur. Ahmet Piriştina, o çok farklı bakış açısıyla bu kente “çok şey verdi”! CHP adayı olarak katıldığı son seçimde büyük bir başarı sağlayarak ikinci döneme adım da attı. Ama kaderinde ikinci dönemi bitirememek varmış. Ancak O makam boş kalmayacak. O makama oturacak “meçhul” kişinin, kendine güvenini kaybetmeden halka hizmet edebilmesi için yazar çizer takımının artık daha dikkatli olması gerekmiyor mu?

Piriştina “partizan” değildi, “etnik ayrımcılık” yapmıyordu, yasaların arkasına “sığınacak” kadar da erdemliydi. “Yeni” başkanın bu çok önemli erdemleri gösterip göstermeyeceğidir önemli olan!

İzmir’in bir kez daha “başı sağ olsun! Tanrı Piriştina’nın “yeni” mekanını cennet ve rahmet eylesin, ailesine metanet versin! Ama yaşam devam ediyor ve İzmir “hizmet” beklerken Piriştina’nın ise beklediği sadece içten bir duadır!”

Neden paylaştım yıllar önce yazdığım yazıyı? Önümüzdeki günlerde nedenlerini yazacağım. Büyükşehir Belediye Başkanlığı oldukça önemli bir makam. Başkanlar halkın oylarıyla geliyor ve gidiyor. Ama Piriştina sanıyorum “bir devrin” sonuydu.

Makamlar gelip geçici, geçici olmayan ne biliyor musunuz? Yağcılar ve ellerini menfaatten ovuşturan ruhsuz oyuncu tayfa… Onlar hiç değişmiyor, kılık da değiştirseler “gidene” güle güle, “gelene de” derhâl hoş geldin diyorlar yerlere kadar eğilerek.

***

BAYRAKLI OLDU “HAYALET”, ARANIYOR FARK EDECEK!

Neredeyse sekiz ay oldu yaşayalı depremi. Bunu en acı yaşayan da Bayraklı. Belediyeler başta olmak üzere devlet de koşturdu durdu. Onca canımız yitti, anılar gitti, evler yıkıldı. Aradan geçen sekiz ayda kaç yazı yazdım bilemiyorum, ama açık söylemekte sakınca görmüyorum, bir Allah’ın kulu yetkili çıkıp da “yahu Hasan Tahsin gel de konuşalım” demedi. Gözümün önünde gerçekleşen o kadar çok edepsizlik oldu ki, aklıma geldikçe yeniden yaşamış gibi geriliyorum.

Bugün Bayraklı “hayalet ilçe” oldu. İzmir Valiliği, Şehircilik Müdürlüğü zerre farkında değil. Bugün ne yazık ki Bayraklılı yurttaşların yaşadığı ciddi sorunlar kimsenin ilgisini de çekmiyor.

Biliyorum Bay Vali yine kızacak. Valilerin, başkanların kızmasına ben alıştım artık. Ama eskiden, her şeye rağmen bir iletişim vardı. Valiler, başkanlar, müdürler mutlaka arar “ne olduğunu” ya da “ne olmadığını” bire bir anlatmak ihtiyacı duyarlardı. Lakin şimdi Vali de olsa, müdür de olsa sadece “kendisinin yaptığını” doğru algılamak gibi bir anlayış hakim.

Ama ben de vazgeçmeyeceğim…

Depremde evini kaybedenlere yapılan zulümler arşa ulaştı lakin bakanlığa ulaşamadı. Tavuk kümesi gibi evlerde, hala belli olmayan bir maliyetle, evini kaybeden yurttaşları mezara dek borçlu yapma uğraşı var. Müteahhit arsızlıkları da cabası. Kentsel dönüşüm açık bir işkenceye dönmüş, sadece parasına güvenen ruhsuz müteahhitlerin cirit attığı yer olmuş Bayraklı. Ödeme gücü olmayan insanların evlerini yutmaya çalışmak, boşaltılmış binaların dairelerini peşin paraya satın alıp, yarınlara yatırıp yapmak serbest bugün. Çünkü vatandaşın ne çığlığı duyuluyor ne beklentileri dikkate alınıyor.

Şimdi yeni bir sorun var ki Bayraklı’da, vatandaş yine bir başına. Edepsiz şantiye şeflerinin, edepsiz hafriyatçıların türlü hakaretlerini, hatta tehditlerini sineye çekmek zorunda.

Bayraklı’da pek çok bina boşaltıldı. Geceleri o binaların bulunduğu sokaklar öylesine ürkütücü ki… Bir zamanların ışıl ışıl sokakları, şimdi belirsiz bir karanlığa bürünmüş. O boş binalara hala girip çıkanlar ne arıyorlar bilen yok, polise söylendiğinde ise gelen, bakan da yok!

Kentsel dönüşüme girmiş binalar da artmaya başladı. O hafriyat firmalarının düzensiz, intizamsız, saygısız hallerine karşı vatandaşların sığınacakları bir makam ne yazık ki yok.

Öyle tehlikeli ve tedbirsiz yıkımlar yapılıyor ki…

Sıkı durun şimdi size şahsen yaşadığım ve öğrendiğim bir olayı yazacağım.

Yıkımların olduğu sokaklarda, içinde yurttaşların oturduğu onlarca apartman, site var. Yıkımların saati ve şekli belirsiz. Islak yıkım “mış” gibi yapılıyor. Ben de bir yıkıma rast geldim geçenlerde. Öyle tehlikeliydi ki manzara. Kenarda izleyen bir hafriyatçıya yanaştım. Kimdi bilmiyorum. “Neden bu kadar tedbirsizsiniz” dedim. “Nasıl yani” dedi. “Bakın çocuk parkı karşınızda, parkta çocuklar, yıkılırken taşlar fırlıyor” dedim. Cevap olarak bana “anneleri parka salmasın onları biz yıkarken” demez mi? Tepki gösterince, birden yumuşadı “abi bizim ekibin yıkacağı daha 8 bina var, hızlıca bunu bitirmemiz lazım” dedi.

Bana kimse martaval okumasın. Bayraklı halkı bu toz toprağı yaşamak zorunda değil. Bu toz toprağın başta astım olmak üzere nasıl riskler doğurduğunu sanırım İzmir Valisi Yavuz Selim Bey benden iyi bilir.

Şimdi gelelim olması gerekenlere. Bayraklı Belediyesi, zabıtasını bu yıkım alanlarında vatandaşın yararına bulundurmalı, hafriyat firmalarına “aman” verilmemeli. Yıkım kuralları neyse bunu kimler denetleyecekse görevini yapmalı.

İzmir Valisi Yavuz Selim Bey de artık, o çevresindeki duyarsız şehircilik bürokratlarının söylediklerine değil, halka yaşatılan günlük zulümlere odaklanmalı. Vali Bey tebdili kıyafet mi eder ne yapar bilemem, ama Bayraklı’daki bu müteahhit-hafriyatçı-bürokrasi zulmüne son vermesi zorunlu. Tabii gök kubbede hoş sada bırakmak istiyorsa…

Kızmak yok sayın erkan-ı devlet, kızmak yok!