Kucaklıyor beni Metin Altıok,
Aldırma diyor gülerek.
Yaşamak görevdir yangın yerinde
Yaşamak insan kalarak -Ataol BEHRAMOĞLU

“Gata’da yoğun bakımda yatıyordun. Şimdilerde ‘onlar yanmadı, boğuldu’ diyorlar. Doğru sen yanmadın, boğuldun babacığım. Ama ben, sen orada öyle yatarken yanına bile giremedim. Girsem sen orada mıydın? Anlayacak mıydın? Bildiğim sen gir(e)mesem de anlarsın beni. Bizi ayıran dağların ardından senelerce bildim ben senin söyleyemediklerini. O sevgi gibi bizim aramızdaki söylenmeden, görülmeden emin olarak bilinen. İşte öyle adı/n gibi açık izi/nim senin. İzle diye acım sıra sen beni. Bugün ‘başa sarıp yeniden izlerken hayatımı, senden sonra geriye hayat mı kaldı?’ (…) Yüreğim bungun. Yaşadığımız onca sığlık, anlamazlık, çıkar ilişkileri ve zulüme tanıklık ediyoruz. Bir düzen ki akla ve vicdana uzak!”

***

Bu duygulu anlatım; Madımak’ta yakılan Bergamalı Şair Metin Altıok’un kızı Zeynep’in... Metin Altıok, şiirlerinde çokça güvercinleri kedileri, hüzünleri, yangınları kullanan ozandı. Onno Tunç bestesi Sezen Aksu’nun ünlendirdiği “Kavaklar” şiiri nasıl unutulur?; “Bedenim üşür, yüreğim sızlar./ Ah kavaklar, kavaklar.../ Beni hoyrat bir makasla. Eski bir fotoğraftan oydular./ Orda kaldı yanağımın yarısı. Kendini boşlukla tamamlar./ Omzumda bir kesik el ki durmadan kanar./ Ah kavaklar, kavaklar.../ Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar.”

Sivas katliamı sonrası komadan çıkamamıştı, 9 Temmuz’da da bizleri Zeynep’ini, şiirlerini bırakıp gitmişti 'felsefeci' Metin Hoca. (İlginç not; bir gün ‘Beni kaynar kazanda kaynattılar’ der dostu Mehmet Taner’e. Şaka değildir. İzmir’de anne babası tarlada işleriyle meşgulken akrep sokar şairi. Zehrini alsın diye köylüler kaynar bir kazana atarlar Altıok’u. Madımak’ta da çocukluğundaki gibi diri diri yakarlar!)

***

Sivas Katliamı konuşulduğunda o fotoğrafı anımsarız. 27 yıldır değişmedi, 1000 yıl geçse de değişmez, hafızamızda yer etmiştir! O fotoğraf -net- aydın tarihimizi özetler! Altıok’u, şairler Behçet Aysan ve Uğur Kaynar’la otel merdivenlerinde elindeki saplı süpürge “karanlığı, ölüm korkusunu süpürmüş ve görevini yapmanın yorgunluğuyla boynunu

bükmüş gibi durarken”, önünde yangın tüpü bulunan Aysan’ı da “sevgi, eşitlik ve barış üzerine kurulu bir dünya şiirlerini inançla ince bir sopa yapmış, yaslanmış ve fotoğrafın azizliği olsa gerek, gözleri kapalı kalmış” gibi tarif etmişti bize Ali Mert Taşçıer dostumuz!

5 gün sonra kahrından ölecek Rıfat Ilgaz Usta da yazdıydı; “Firavunlar tabletleri kütüphanelerde kırdı, Hitler orduları Avrupa’da kütüphaneleri yaktı, dünya tarihinde ilk defa aydınları bir binaya koyup yaktılar. Artık yaşamla ölümün bir anlamı kalmadı. Her şey yalama oldu.”

***

Katilleriyle susanlarıyla, sorumlularıyla onlara arka çıkanlarıyla 8 yıl önce “zamanaşımı”na uğradı, düştü Madımak davası. Şimdi de Cumhurbaşkanlığı affıyla müebbetlik katillerden biri yaşlı diye affedildi. “Hoş geldin Ahmet Dede” manşetleri atıldı yerel gazetelerde. Genco Erkal tepkisini dile getirirken hislerimize tercüman oluyordu: “Yaramıza tuz bastınız sayın CB. Şefkat göstermek için bula bula bu kundakçıyı mı buldun? Yıllardır suçsuz yere içerde yatanları, canına kıyanları, zamanında tedavi edilmediği için ölenleri hiç düşünmedin, buna gelince ne yüce gönüllülük. Ben utandım şahsen.”

Güzel ülkemizde insan onurunun, hayatın önemi değeri yoktu ki!

“Acılar, yürek yaraları hiç zaman aşımına uğrar mı?” diye sormuştuk o gün.

Madımak aileleri 27 yıldır adalet bekler, Madımak hala yanıyor!..