Hazırlayan/ Lütfü Dağtaş


Yeşilçam düşlerimin gerçekleşmemesi üzerine 12 Eylül 1980 askeri darbesi öncesi Ankara’da, Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nde memur olarak çalışıyorum. Orman Bakanlığı Basın Danışmanı Ercan Deva, Daire Başkanım Uğur Büke’ye, ülkemizdeki ulusal parklar ile ilgili dizi belgesel yapımından söz etmiş, “iki kurum işbirliği yapalım. Dizinin çekimini kim yapar?” diye sormuş. Uğur Ağabey, odasına çağırdı, “sen sinemacı olmak istiyordun, değil mi? Orman Bakanlığı adına TRT TV’una bu diziyi sen yapar mısın?”

Uçtum!

Çekeceğim ilk bölüm Yozgat Çamlık Ulusal Parkı. Hemen Ankara’dan iki buçuk saat uzaklıktaki Yozgat’a yollandım. Bu kente ilk ayak basışım. Çamlık Ulusal Parkı kentin hayli yakınında ağaçlıklı kalabilmiş tek bölgesi. Oraya ulaştım. Bölgeyi tanımaya çalışıyorum. Öğle saati ve Ramazan ayı. Yozgat’ı öncesinden içine kapalı bir kent olarak biliyorum. Karşıma Özel İdare’ye ait bir bina çıkıyor. Bahçesine masalar, sandalyeler dizilmiş. Kimseler yok. Sadece takım elbiseli iki beyefendi bir masada karşılıklı oturmuşlar; bir yandan yemek yiyor, bir yandan da öğle rakısı içiyorlar. Hayli rahatlıyorum. Doğru izi buldum, diye düşünüyorum. Onlar da ortamın tenhalığında beni hemen fark ediyor, masalarına davet ediyorlar.

-Merhaba. Afiyet olsun.

-Merhaba. Siz de buyurun.

Kendimi tanıtmaya yöneliyorum.

-Durun, önce rakınızı ve yiyeceğinizi söyleyelim. Ardından nasılsa tanışırız!

Doğru izi buldum, yargımın pekişmesi karşısında daha da rahatlıyorum.

Siyah ceket giymiş karşımdaki kişi kadehime rakı koyarken kendisini tanıtıyor:

-Ben, Cevdet Dündar. Geçen dönem Yozgat’ın CHP’li belediye başkanıydım.

Yanınızdaki kişi de adını eminim duymuşsunuzdur, Yazar Abbas Sayar!

Hiç duymaz olur muyum. Tek tv kanalımız TRT’de, daha yenilerde Yılkı Atı adlı romanı film olarak yayımlanan yazarımız.

Daha bir rahatlamanın içindeyim artık. Bardağıma doldurulan rakıdan ilk yudumu almanın ardından kim olduğumu söylüyor, Orman Bakanlığı adına TRT TV’u için yapacağımız film projesinin bilgisini veriyorum. Şah Kartal adını verdikleri kartalın da barındığı Yozgat Çamlık Ulusal Parkı’nda yavaş yavaş akşam oluyor. Yemek yediğimiz Özel İdare’nin misafirhanesinde kalabileceğim belirtiliyor. Gecenin ilerleyen saatlerine değin oturuyor, yiyor, içiyoruz. Yozgat’ın karasal iklimine dayalı kuru serin havası beni gökyüzündeki milyonlarca yıldızla buluşturuyor. İzmir ya da Ankara’da bu denli çakır yıldızı böylesine parıltılı şölen havasında görmüşlüğümün olmadığının ayırdına varıyorum. Oksijenin varsıllığını duyumsamak ise apayrı bir olay. Rahatlamanın getirdiği özgüvenle Abbas Sayar’a Abbas Ağabey, Cevdet Dündar’a da Cevdet Ağabey, diyorum. Kanım kaynadı ya, gecenin ilerleyen saatinde de önerimi yapıyorum Abbas Sayar’a:

-Ankara’ya döner dönmez Yozgat Çamlık Ulusal Parkı ile ilgili senaryomu yazıp size göndereceğim Abbas Ağabey. Senaryoda size de rol versem oynar mısınız?

-Oynarım evlat!

Senaryomu gönderdikten sonra anlaştığımız tarihte TRT’den ekiple gidiyor, Türkiye’nin ilk ulusal parkı olan Yozgat Çamlık Ulusal Parkı’nı, dizinin birinci bölümü olarak çekiyorum. Abbas Ağabey, söz verdiği gibi rolünü ezberlemiş. O da bölümde başından sonuna rolünün hakkını veriyor. Geceleri ise Çamlık’taki Özel İdare’nin bahçesinde gece yarılarını çok geçeye değin neşe içinde rakılarımızı içiyoruz. Yatağa gitmeyi reddeden Abbas Ağabey, “bırakın beni, uyumayacağım. TRT’cilere gökteki yıldızları saydıracağım!” diyerek gecenin sessizliğini yırtıyor.

Adıma imzaladığı kitabın adı ise Can Şenliği. Kitabı, tanışmamızdan sonra son yıllarında yerleştiği Ayvalık’tan İzmir’e gelişinde, 1984’ün 2 Eylül günü, “Sevgili Lutfi Dağtaş’a sevgiler, gözlerinden öperek,” yazarak imzalıyor.

Ne zaman yıldızların yakınmış gibi durdukları yerlere geceleri yolum düşse, o yıldızlara bakar, Abbas Ağabeyli Yozgat Çamlık gecelerine giderim. Şimdi o parlak yıldızlardan birisi de Abbas Ağabey. Gülerek bana ışıktan oklarını gönderiyor, “hadi bizi say, bizi say…” diyor.

Abbas Ağabey ile anılarımı güçlü tutmak adına yıllardır bir şey daha yapıyorum. Yozgatlı Şair dostum Şükrü Erbaş’ın Yolculuk adlı şu şiirini, Yarın Yayınları’ndan, 1986 yılında aynı adla yayımlanan kitabından döne döne okuyorum:

Yozgat bir kar kentidir,

Sürmeli bir türküdür

Serttir soğuktur küçüktür.

İki dağın dudağına kısılmış

İncecik bir sudur

İçinde zamandan başka her şeyin aktığı…

Güneşli bir nazlı konuktur yazlar içinde

Ömrü çiçeklerin rengi kadardır.

Ağaçları çatılardan yüksek

Avluları evlerinden geniş

Bir rüzgar kentidir Yozgat

Çam kokuları ve bıçkın delikanlıları ile

Yıllardır kesilmeden esen

Yoksullukla düşlerin iç içe büyüdüğü

Dar sokaklar eğri evler boyunca…

Kadını bir eski zaman evidir

İşin ve konuşmanın tutkun aynasında

Erkeği odalar dolusu ağırlık…

Duruldukça rengini bulan sular gibi

Çocukların büyüdükçe büyüklere benzediği

Bir taşra kentidir Yozgat

Zor inanıp güç değişen…

Durur zamanında alnında donuk

Bir basma entarinin eteğinde

Soluk, eski desenler gibi

YARIN: ATAOL BEHRAMOĞLU – MELİH CEVDET ANDAY