Haber/ Serdar ÇELENK

Hiçbir şekilde öngörmediğimiz, öngöremediğimiz bu sürpriz tüm dünyada yaşamı alt üst etti ve etmeye devam ediyor. Yöneticiler, yatırımcılar, bilim adamları ve hatta ülke liderleri hiç beklemedikleri bir anda, bu gerçekle yüz yüze geldiler.

Yüzyüze gelmek bir yana, kendilerini mesleki bilgilerinin, liderliklerinin sınandığı büyük bir sınavın içinde buldular. Ülkeler de bu sınavın zor soruları ile karşı karşıya geldiler. Sınav ülkelerin, tabii ki yöneten siyasilerin yaptıklarını acımasızca sorguluyor. Ne kadar dolu, ne kadar boş. Ne kadar acemi, ne kadar denyimli.

Daha önce yaşanmadı

Daha önce hiçbirimiz bu deneyimi yaşamadı. Krizler gördük, turizmciler olarak çeşitli krizlerden etkilendik. Ama tüm dünyayı saran, insanları kendi evlerine, kentlerine, ülkelerin sınırları içine hapseden böyle bir sorun yaşamamıştık. Birbirimize “Sen tecrübeli bir adamsın, ne dersin, ne zaman biter bu iş?” desek bile, kimse bunun doğru cevabını veremez. Çünkü benzeri yaşanmamış bir olayla, ama tüm dünya ile birlikte karşılaştık.

Eğer sadece birkaç ülkede bu sorun yaşanmış olsaydı, umudumuz çok daha güçlü olurdu. Ama herkesin evinde yangın var. Sağlık, yaşam, ekonomik yangın. Bu nedenle de önümüzü görmek zor. Herşeyden önce bu felaket Çin’de, Güney Kore’de bitmeye yakın, ama Avrupa ve Amerika’da hızla yükseliyor.

Attığında mangalda kül bırakmayan liderler, gözle görünmeyen minik bir virüsün karşısında süt dökmüş kediye döndüler. Baştaki kükreyen aslan görüntüsünden eser kalmadı. Kontrol edemedikleri insanlar, özellikle İtalya, İspanya ve Fransa’da sokaklarda dolaşmaya, hiçbirşey yokmuş gibi devam ettiler. Durumun ciddiyetini ne politikacılar anladı, ne de halk. Şımarık gençler festivallerde, eğlence yerlerinde ve konserlerde fütursuzca eğlenmeye devam ettiler.

Ya disiplini ile ünlü Almanya’ya ne diyeceksiniz. Merkel de diğer liderler gibi hata yaptı ve salgını küçümsedi. Sonuç en hızlı yükseliş birkaç ülke ile birlikte Almanya’da. Daha üç dört gün öncesine kadar Alman gençler kucak kucağa yaşgünü partilerinde eğleniyorlardı. Onlar da bizdeki gibi, “bize birşey olmaz” diyorlardı.

Ülkemizde durum

Gelelim ülkemize. Türkiye hem geçiş noktası, hem turizm ülkesi, hem de mültecilerin sınırları kevgire çevirdiği bir ülke. Her yerde virüs olacak, bizde olmayacak gibi bir safdillilik tabii ki gerçek olamaz. Biz Küba gibi bir ada devleti değiliz. Kaldı ki Küba’da bile enfekte insanlar var. Biz de bir şekilde Koronavirüs ile tanıştık.

Ülkemizde yeni gelişen Koronavirüs salgını ile sınavımız yeni başlıyor. Ülkemizde de bu virüs binlerce kişiye bulaşacak, kimisi fark edecek, kimisi fark etmeyecek. Önemli olan enfekte olma hızını zamana yaymak. Sağlık birimlerimizin taşıyabileceği kadar bir yük oluşturmasını sağlamak. Vücudumuzu sağlıklı ve dirençli, tabii moralimizi de yüksek tutmak. Bir de insanların birbiri ile temasını en aza indirmek.

Almanya'da hükümet, koronavirüs hastalarını tedavi etmek için otelleri ve kamu salonlarını hastane olarak kullanacağını açıkladı. Daha iki hafta önce gitmek için hazırlık yaptığımız Berlin’deki ITB Turizm Fuarı(Borsası) geçici olarak hastaneye çevriliyor. Dedik ya, bu farklı bir durum. Ne böyle, ne de benzeri bir durumu daha önce yaşamadık. Henüz önümüzü görebilecek noktaya dahi gelmedik.

Gelelim konumuz turizme. Ne derler ? “Önce can, sonra canan” Önce biz sağlıklı ve sağlam durumda olacağız. Sonra da işimize bakacağız. Tamam da, milyonlarca insan turizmden ekmek yiyor. Ellinin üzerinde sektör turizmden besleniyor. Sınırlar kapalı, oteller, havaalanları bomboş. Seyahat olanakları kısıtlı. Kısıtlı olmasa ne olacak? İnsanlar korku içinde. Tatil yapmak insanın aklına gelen en son şey.

Cevabını bilmediğimiz sorular

Turizmden ekmek yiyen milyonlarca kişi işsiz veya her an işsiz kalma durumunda. Ailesinin tek geliri bu olanlar yaşamlarını nasıl sürdürecek. Daha zor bir soru : Bu kriz ne kadar sürecek? Hastalık bitti dediğimizde, bunun ekonomik ve sosyo-psikolojik etkisi ne zaman geçecek ve turizm ne zaman normale dönecek? İşte bunlar en zor, cevabını kimsenin bilmediği sorular.

Ancak kriz geçtiğinde, turizmin nereye evrilebileceği konusunda fikir yürütmek, öngörüde bulunmak mümkün. Artık bir otelde yer ayırtırken, “Odam manzaralı mı?” sorusundan çok, “Otelim hijyen kurallarına ne kadar uyuyor?” sorusunu kendine soracağı çok açık.

Abartılı ve aşırı tüketim turistlerin gündeminden çıkacak. Bin yataklı oteller çekiciliğini kaybedecek. Onlarca metrelik, yüzlerce kişinin mıncıkladığı açık büfeler artık kendini bilen turistler için ilginç olmayacak. Doğa dostu, çevreyi yıpratmayan, sürdürülebilirlik temelli konseptler öne çıkacak.

Turizm Bakanlığının kontrolü yanında, yerel yönetimlerin kontrolünde olacak turistik tesisler, hem yereli geliştirecek, hem de daha doğru turizm yapılmasını sağlayacak. Yakın zamanda Çeşme yarımadasında planlanan büyük turizm projesinin de hem çevre dostu olmadığı, hem de bölge halkı yerine sermayeye çıkar sağladığı da ortaya çıkmış oluyor.

Doğru yerden başlama

Doğaya ona yaptığımız tüm kötülükleri sineye çekiyor diye düşünebiliriz. Ancak zaman zaman patronun kim olduğunu da gösteriyor. Bölgemiz hem turizmden, hem de turizmin, özellikle Antalya’da yarattığı tahribattan nasibini almamış bir ülke. Bin yataklı tesisler, “Herşey dahil hapisaneleri” Allah’a şükür daha bölgemize gelmedi. Peki bize bahşedilmiş olan, doğru yerden başlama şansını neden kullanmayalım? Aynı şeyleri yaparak, farklı sonuçlara ulaşmak düşüncesi mantıklı bir tutum değil.

Koronavirüs nedeni ile Venedik'te duran turizm, şehrin kanallarındaki suyun çok daha net ve temiz hale geldiğini ve etrafta küçük balıkların, hatta bir çift yunus balığının yüzdüğünü gören yaşlılar, o güzel çocukluk günlerinin hatırladılar.

Doğa bize bir şans veriyor. Doğruyu görebilmek için. İçinde yaşadığımız, anlamsız telaş ve yarış içinde olduğumuz bir yaşantıyı irdelemek için. Cep telefonuna, beslenmemizden daha fazla para harcamamamız için. Çocuklarımıza, dostlarımıza, kendimize daha fazla zaman ayırmamız gerektiğini görmemiz için. Aynı şey turizmimiz için de geçerli. Durup düşüneceğiz. Doğru yolu seçebilmek için.