Röportaj/ Lütfü DAĞTAŞ

Yazar Nedim Gürsel şu sıralar Türkiye’den Paris’teki evine döndü. Ama İstanbul’a gelip gitmesi eksik değil. Nedim Gürsel, edebiyatın hemen her dalında ürün vermiş kültür insanımız. Paris Sorbonne Üniversitesi Modern Fransız Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Aynı Üniversitede doktorasını yaptı. Paris’te, halen Türk edebiyatı dersleri veriyor. Kitapları 25 ülkenin diline çevrilerek yayımlandı. Ulusal ve uluslararası ölçekte pek çok ödülün sahibi.

Nedim Gürsel’in yeni kitabı “Aşk Ve İsyan” başlığını taşıyor. Kitap bugünlerde Doğan Kitap’tan çıkacak.

Nedim Gürsel ile, son kitabı 'Aşk Ve İsyan'ı konuştuk. Ancak konuşma alışılmamış biçimde oldu, benim kendisine yönelttiğim sorular son derece uzundu. Nedim Gürsel, röportaj okurunu sıkıp yormama adına son derece anlayışla davrandı, yanıtlarını kısa tuttu. Benim sorularımın uzunluğuna gelince değerli okur, kitabı çok çok beğendiğimden sizi hemen sarıp sarmalasın istedim, hepsi bu.

Sayın Gürsel, son kitabınızın başlığı “Aşk ve İsyan”. Kitabınızı, okuyup bitirdiğimden bir gün önce, sizin gibi Paris’te yaşayan Ressam Utku Varlık, blogunda, “12 Eylül faşizminin resmi bilânçosu” başlıklı yazısını yayımladı. Benim açımdan gerçekten rastlantıydı.

Üç kıtada, 600 yılı aşkın süre imparatorluk olarak varolmuş; padişahlarının zehirlendikleri, şehzadelerinin ipek mendillerle, sadrazamların kemerlerle boğduruldukları, isyancıların ipe, tüccarların çengellerde sallandırıldıkları Osmanlı, kitabınızın zeminini oluşturuyor. 180. Sayfadaki tümceniz aynen şöyle: “siyaseten katledilmiş devlet ricalinin kesik başlarından bir duvar yapılsa yedi tepeli şehr-i İstanbul’u yedi kez çevirebilirdi.”

Ressam Utku Varlık’ın bloğunda dökümünü verdiği 12 Eylül darbesinin yarattığı sonuçlara bakıyoruz; asılarak, kurşunlanarak, işkencelerle öldürülenler, sakat bırakılanlar, işsizliğe terk edilenler, yurttaşlıktan çıkartılanlar, pasaport verilmeyenler diye uzayan bir sürü olumsuzluk.

“Aşk Ve İsyan”ın Cumhuriyet Dönemini, özellikle 12 Eylül’ü ya da içinde yaşadığımız döneme dayalı bugünlerini ele alacak bir kitap çalışmanız daha olur mu?

Neden olmasın? Ama ben ilk kitabım Uzun Sürmüş Bir Yaz’da; 1971 12 Mart Muhtırası’ndan sonra yaşadığımız baskı dönemini anlatmıştım zaten. Kitap, 1976 yılında Türk Dil Kurumu Öykü ödülünü almış, 12 Eylül askeri darbesinden sonra da “devletin güvenlik kuvvetlerini tahkir ve tezyif” gerekçesiyle toplatılmıştı. Askeri savcı, bir roman yazdım diye yedi buçuk yıl hapsimi istemişti. Oysa ben ödülümü dönemin cumhurbaşkanı, eski oramiral Fahri Korutürk’ün elinden almıştım. Bu denli tutarsız ve çelişkili bir ülkede yaşıyoruz. Gerçi ben Paris’teyim ama kalbim sizlerle Türkiye’de çarpıyor.

Aşk Ve İsyan ironik bir roman. Osmanlıyla hesaplaşırken günümüzde artık bıkkınlık veren Osmanlı hayranlığını da kıyasıya eleştiriyor.

Kitabın son sayfasında 2001-2020 yılları yazılı. Buradan, yazımına 2001’de başladığınızı ve 19 yıl sürdüğünü anladığımı belirtmek istiyorum. Anladığım doğruysa 19 yıllık süreç niçin? Bu süreçte kitabın yazımı nasıl ilerledi?

Bu romanı yazma düşüncesi yirmi yıl kadar önce davet edildiğim Voltaire’in İsviçre sınırındaki malikânesinde doğdu. İlk bölümlerini orada yazdım, sonra da gerisini getiremedim. Nasıl ilk Osmanlı büyükelçisi Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi, Lâle Devri’nde Paris’e gelmişse, Covid 19 Çelebi de Paris’e gelip eve kapanmama yol açınca, Aşk Ve İsyan’ı yeniden ele aldım, çekirdek metinden hareketle kapsamlı bir anlatı çıktı ortaya. Ve kitabı her iki çelebiye ithaf ettim.

Kitabınız üzerine şimdi daha ayrıntılı olarak konuşmaya geçebiliriz. Yine upuzun bir giriş ve girişten sonra şıklara ayrılmış olarak sorularımı sormak istiyorum:

Kitabınızın başkahramanının adı Candide. Bu ad,18. yy. Aydınlanma Çağı’nın önde gelen filozof ve düşünürlerinden Voltaire’nin, “Candide ya da İyimserlik” kitabından alınma.

a) Voltaire, Candide kahramanını saf oğlan kimliğine büründürür. Aynı şekilde sizin kahramanınız Candide de saf oğlan ve dönem Osmanlı Dönemi. Yani Candide ile Osmanlıyı buluşturuyorsunuz. Çıkış temanıza ilişkin ayrıntılı bilgi verir misiniz?

b) İçinde bulunduğumuz bu dönem, rüzgârını mevcut AKP iktidarından alan, Osmanlı’nın yüce kılındığı, Osmanlı hayranlığının doruğa çıkartıldığı dönem. Böylesi bir dönemde Osmanlıyı böylesine hırpalayan bir kitap yazmış olmanızın kararlılığı ve cesareti üzerine neler söylemek istersiniz? Öncelikle, “cengaverce bir işe girişiyorum” gibisinden düşünceniz oldu mu?

Candide, Voltaire’in yarattığı bir kahraman ama onu Lâle Devri’nin İstanbul’unda dolaştıran benim. Bu yolculuk sırasında başına gelenleri anlatan da. Şöyle ki, sözkonusu anlatıcı da, roman kahramanlarından birine dönüşüyor. Bu roman bir arayışın romanı aslında. Ama Osmanlı’yı, daha doğrusu despotik devleti ve siyasal şiddeti kıyasıya eleştiren bir yönü de var. Bunun “cengâverce” bir girişim olduğunu düşünmüyorum. Ama içinde yaşadığımız, artık bıkkınlık veren Osmanlı hayranlığına karşı çıkmak ihtiyacını duydum. Çünkü atalarımız tam kırk dört sadrazamı sorgusuz sualsiz katlederken, kardeşlerini dilsizlere ipek mendille boğdurturken, kelle kesip tebalarını kulaklarından duvara çiviletirken uygarca davranmıyorlardı. Lâle bahçelerini ve o güzelim kasırları, Sadâbat’ı yapar, şiirlerini divanlarda toplar, bazı sanatçılara avuç dolusu altın saçarken mesen gibi davranıyorlardı kuşkusuz, ama birbirlerini de acımasızca katlediyorlardı.

Kitabınızın şaşırtıcı, şaşırtıcı olduğu denli hoş bir bölümü Karagöz Hacivat’ın atıştıkları “Hayal Sahnesi” ara başlığını taşıyan bölüm. Bu bölümde Viyana önlerine değin giden ceddimizin düşmana meydan okuması alay konusu edilir ve hemen ardından günümüze gelinir, “Kıraathane açacağız, halkımıza bedava kek dağıtacağız” söyleminden hareketle halka, nabzına göre şerbet verildiğinden sözedilir. Bu bölümde diğer bölümlerdeki gerçek kişilerde olduğu gibi Lale Devri’nin ünlü şairi Vehbi’ye de rastlamaktayız. Kitabınızda bu bölümün yer almasıyla ilgili olarak neler söylersiniz?

Romanda yer yer geleneksel anlatı tekniklerini, özellikle de meddah hikâyeciliğini kullandım. Bu arada Karagöz de girdi araya. Candide, Galata’da kafayı çektikten sonra Şair Vehbi’yle bir Karagöz gösterisi izliyor. Epeyce erotik bir gösteri sözkonusu, asıl Karagöz gösterilerinde olduğu gibi. Bu bölümde de, gizli ya da açık günümüze göndermeler var, başka bölümlerde olduğu gibi.

Hınzırca bir roman

Voltaire, 1759’da yazdığı, 30 bölümden oluşan “Candide ya da İyimserlik” adlı kitabında kahramanı Candide’in gözünden, aslında kendisi tarafından bilinen toplumda yaşanan olumsuzlukları saf biçimde, farkında değilmiş gibi anlatır. Metnin gerisinde olan ise ağır eleştiridir. Candide’i, kitabınızda, sevgilisin Cunégonde’unu aramak için İstanbul’a doğru gemiyle yola çıkartıyorsunuz. Candide’in yol arkadaşı Padişahlığını yitirmiş 3. Ahmet’tir. Voltaire’nin saf oğlanı Candide, sizin de saf oğlanınız. Onun, devrik padişah 3. Ahmet ile İstanbul’a yolculuğuyla başlayan serüveni, Osmanlı’nın Lale Devri’ni kapsıyor. Bana sorarsanız bu hınzırca bir seçim ve kitabınızdaki anlatı hınzırca bir anlatı. Bu hınzırcalığı kitabınızı henüz okumamış okurla paylaşma adına Lale Devri’ni seçmenizin nedeni üzerinde biraz durmanızı istiyorum.

Romanı çok iyi özetlediniz, teşekkür ederim. Anlatının da hınzırca olduğunu eklediniz. Değerlendirmenize katılıyorum. Evet, büyük ölçüde ironik, bir hayli de hınzırca bir roman Aşk Ve İsyan. Osmanlı’yı ironik bir bakışla eleştiriyor, ukalâca değil. Ama, bunu yaparken, tarihsel gerçeklerden yola çıktığını da belirtmeliyim.

Önceki sorumun içerisinde bugünün tek adamının, millet bahçesi yapılanmalarından hareketle yakın zamanda söylediği “Kıraathane açacağız, halkımıza bedava kek dağıtacağız” sözünde olduğu gibi bir başka göndermeniz Nâzım’ın, “Çınarlı, kubbeli, mavi liman” dizeleriyle bağlantılı. Bir diğeri ise 12 Eylül darbesinde cuntanın lideri konumunda olan Kenan Evren’in, “asmayalım da besleyelim mi?” tümcesi. Tüm bu göndermeler anlatıda yerli yerine oturmuş, metne dinamizm kazandırmış. Yaptığınız bu göndermelere ilişkin açıklamalar yapar mısınız?

Evet, romanda günümüze ya da yakın siyasal tarihimize yapılan tek tük göndermeler de var ama bu göndermelerin belirleyici olduklarını söyleyemem. Bilgili ve deneyimli okura göz kırpmalar, diyelim.

Anlatı, belirttiğim gibi Osmanlı dönemi olaylar örgüsü içinde geçiyor. Tarih bilgisi yeterli olmayan okur, haklı olacak soracaktır: Ne kadarı kurgu, ne kadarı gerçek?

Tarihsel gerçeklerden hareketle bir roman dünyası yaratmaya çalıştım, kurguyla gerçekliği harmanlayan bir anlatı olarak tanımlanabilir Aşk Ve İsyan.

Nedim Gürsel kimdir?

1951’de Gaziantep’te doğdu. Galatasaray Lisesi’ni ve Paris Sorbonne Üniversitesi Modern Fransız Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi; aynı üniversitede Nâzım Hikmet ve Aragon üzerine Prof. Etiemble’ın yönetiminde karşılaştırmalı edebiyat doktorası yaptı. Halen CNRS’te (Fransa Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi) araştırma başkanı olarak görev yapmakta ve Paris INALCO’da (Doğu Dilleri Yüksek Okulu) Türk edebiyatı dersleri vermektedir.

Edebiyatın hemen her dalında ürün veren Nedim Gürsel’in kitapları Fransa başta olmak üzere yirmi beş ülkede yayımlandı, bazı öykülerinden yapılan tiyatro uyarlamaları Türkiye ve Avrupa ülkelerinde oynandı. Fransa, Almanya, İtalya ve Türkiye gibi pek çok ülkede hakkında incelemeler ve doktora tezleri yapıldı, belgeseller çekildi.

Nedim Gürsel’in aldığı ulusal ve uluslararası ödüller şunlardır: Türk Dil Kurumu Ödülü (1976), Abdi İpekçi Barış Ödülü (1986), Fransız PEN Kulüp Özgürlük Ödülü (1986), Haldun Taner Öykü Ödülü (1987), Struga Altın Plaket Ödülü (1992), Radio France Internationale Öykü Ödülü (1992), France-Turquie Ödülü (2004), Fransa Hükümeti Edebiyat Şövalyesi Nişanı (2004), Mevlânâ Dünya Kardeşlik Ödülü (2009), Türkiye Yayıncılar Birliği İfade Özgürlüğü Ödülü (2009), Balkanika Vakfı Uluslararası Roman Ödülü (2012), Fransa Akdeniz Roman Ödülü (2013), Türk Dünyası Kızıl Elma Ödülü (2016), Türkiye-Avrupa Eğitim ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı Ödülü (2018), Çukurova Sanat Girişimi Büyük Ödülü (2019).