"Hayatı paylaşmak”, belki hiçbir felsefe teması bu kadar güzel değildir, bütün yüce düşüncelerin gelip ortaklaşa üstünde anlaştıkları tek ölümsüz fikir de budur belki.

Bu fikir çerçevesinde Nâzım Hikmet'in dizeleri daha bir önem taşır.

"Buyrun” deniyor size / “Buyrun oturun” deniyor size / konuşup anlaşalım / yoktur sözle çözülmeyecek düğüm / davaları halletmez ölüm / hayatı paylaşalım...

 Hayatı paylaşmak isterken, yılmak bilmeden dimdik duran, rüzgara karşı yürüyen "Mavi Gözlü Dev" 61 yıl yaşar.

Ama bu 61 yıl, birkaç ömre sığacak kaçışlar, aşklar ve dört hapishanede 14 yılla geçer.

İlk yargılanması, 1925 yılında Ankara İstiklâl Mahkemesi'nde, üç gün süren davâ sonunda 15 yıl "kürek cezası", sonra Rize, İstanbul, Ankara ve Bursa adliyelerinde, son iki yargılama askeri mahkemelerde. Cumhuriyet'in 10. Yılı nedeniyle çıkan af ve sonucu özgürlük... 1938 Harp Okulu davası, sorgu odaları, tutukevleri, mahkemeler. Toplam 11 dava, 2 idam istemi, 40 yılın üzerinde hapis ve kürek cezası istemi. Son 13 yılı sürekli hapishane yaşamı. Büyüklüğü her geçen gün dünya çapında daha da yaygınlaşan Nâzım Hikmet'i biz zindanlarda çürütüp suçladık, “vatan haini” diye suçladık, hayatından bıktırdık adeta.

***

Şair Nâzım Hikmet, dünyaya güzelim dil Türkçe'yi öğretti. Bütün dünya Nâzım'ı “Türkçe'nin Dev Şairi” diye niteledi.

Kim onun kadar Türkçe'yi sevgilisini okşarcasına kullanmasını bildi? Kim onun kadar Kurtuluş Savaşı'nı "gerçekçi ve coşturucu" bir biçimde canlandırdı? Onun şiiri aşkla dolup taşar. O, emeğe aşıktır. O, alın terine, toprağa, eşitliğe aşıktır. O, özgürlüğe bağımsızlığa aşıktır. O, kadına, sevmeye, insanlığa aşıktır. O'nun aşkı yerel ve öznel değildir.

***

Bu aşklar toplamı bütün insanlık adına doğar beyninde... Bunun için evrenseldir.

O aşkı çoğaltmayı, aşkın içinde bunları bulmayı özler.;

Emekçiyim,/sevdayım tepeden tırnağa/sevda, görmek, düşünmek, anlamak/sevda, doğan çocuk/yürüyen aydınlık/sevda, salıncak kurmak yıldızlara/sevda, dökmek çeliği kanter içinde/emekçiyim/sevdayım tepeden tırnağa”

***

Tecritten çıktığında bir destan niteliği kazanan “Bugün Pazar” şiirini gönderir Piraye'ye ve şöyle yazar: “Ben kendimin, her namuslu insan gibi yurtsever ve halkını sever olduğunu bildikten, bu hususta vicdanım rahatken, birkaç müfterii yalan kusmuşlar umurumda değil. 20 sene sonra, 50 sene sonra, birçoğunun adını bile unutacak Türk milleti. Halbuki bu millet var oldukça, yeryüzünde Türkçem konuşuldukça, ben bu dilin ve bu halkın en namuslu şiirlerini yazmış insan olarak yaşayacağım. Sen üzülme.”

***

Uluslararası Barış Nişanı'nın veriliş töreninde Neruda, Nâzım Hikmet'i vatandaşlıktan çıkarmamızın ayıbını yüzümüze vurmak istercesine şunları söylüyordu: “Şiirleri gür akan geniş bir nehir kadar güçlüdür. Nehrin çelik sesleri savaşlara kadar uçarak akıyor." Hapishanede geçirdiği günler işe yaradı. Nâzım'ın lirik sözleri dev ölçüsüne gelmiştir. Sesi yeryüzünün sesi olmuş, barış için açılan savaşın bu kilit anında şiirlerimin onun şiirleri yanında yer almasıyla iftihar ediyorum...”

***

Türk'ün adını dünyanın beş kıtasının bütün ülkelerinde duyuran şiirleri yetmiş dile çevrilen Nâzım Hikmet'in Bursa hapishanelerinden Sıdıka Su'ya yazdıkları ile, kendisini "vatan haini" olarak nitelendirenlere en büyük şamarı indirir; “Memleketinizi sevin ama bütün pisliği ile sevin. Güzellikleri herkes sever. Siz memleketi her şeyiyle sevin.”

Bu konuda da öncülüğü yapan olmuştur.

Sen esirliğim ve hürriyetimsin/çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin/sen memleketimsin/Sen ela gözlerinde yeşil hareler/Sen büyük; güzel ve muzaffer/ve ulaşıldıkça ulaşılmayacak olan hasretimsin.”

***

Ölümsüzlük herkesin harcı değildir” Goethe'ye göre...

Mustafa Kemal Atatürk gibi bir de Nâzım Hikmet yakalamıştır ölümsüzlüğü...

Artık o bir Japon balıkçısının teknesindedir. Yunanistan'da kurşuna dizilir. Gizenga'yı öldürmesinler diye çırpınır. Madrid kapısındaki nöbetçidir. Sarı nehre akan ordunun neferi.

Kalküta'da grevcidir. Hiroşima'da bir küçük kız. Roma'dan mektuplar yazar Afrika'ya. Küba'da Fidel'in sıktığı eldir. Haydiii ordan İsviçre'ye... Ver elini Paris, Varna'da delidir, divanedir.

***

Moskova'da bir sabah erken kalkmış, sokak kapısını açıp bırakılan gazeteleri almak istemiş, kalp krizi onu, kapının önünde, ayakta yakalamıştır. 3 Haziran 1963 Pazartesi sabahı 06.00'da aramızdan ayrıldı Nâzım...

***

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor. Kendisini “tepeden tırnağa kavga” diye tanımlayan bir ozanın; inancının ideolojisinin ve şiirlerinin gücü; “düşmanlarınca” da kabul edilmiştir. O, bir “dünya vatandaşı”dır artık.

HERKESE SELÂM SANA

HASRET NÂZIM HİKMET...

BBC televizyonu, “Büyük Şairler” dizisinin en başına Nâzım Hikmet’i alır. Dünyanın en ünlü şairleri Nâzım’ın şiirlerini okur. Tam bir Nâzım Hikmet şenliği, Nâzım Hikmet güzelliği. BBC, sürekli olarak; “Türkiye’nin dünyaya en büyük armağanı...” diyor. Fransız şarkıcı Yves Montad, Nâzım’ın şiirlerinden oluşturduğu şarkılarını söylüyor. Ve birden Nâzım’ın söylediklerini dinlemeye başlıyoruz: “Dünyanın en iyi insanlarından olan Türk halkının ve dünyanın en güzel dillerinden biri ve belki de en başta gelenlerinden olan Türk dilinin diyar-ı küffarda tanınmasına vesile olabilmek ömrümün en büyük sevinci ve şerefi olur. Bir köylü toprağını ve öküzünü, bir marangoz tahtasını verendesini nasıl severse ben de Türk dilini öyle severim...” Bütün dünya Nâzım’ı; “Türkçenin dev şairi” diye niteledi. Nâzım Hikmet hep hayatı, savaşımı ve hatta ölümünü de kapsayan güzelim dizelerini söylemeyi sürdürdü:

...Yaşamak/Bir ağaç gibi tek ve hür/Ve bir orman gibi kardeşçesine/Bu hasret bizim.”

Büyüklüğü her geçen gün dünya çapında daha da yaygınlaşan, artan Nâzım’ı, “vatan haini” diye suçladık, hayatından bıktırdık adeta, kaçmaya zorladık. Ama o, Türkiye için şunları yazdı: “Sen esirliğim ve hürriyetimsin/Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin/sen memleketimsin.../Sen ela gözlerinde yeşil hareler/Sen/Büyük, güzel ve muzaffer/Ve ulaşıldıkça ulaşılmayan hasretimsin...”

****

Moskova’da, Georgiu Dej Sokağı’nda bir evin önünde koca tabelada şunlar yazılıdır: “Bu evde 1952-1963 yılları arasında, Uluslararası Barış Ödülü sahibi, büyük Türk şairi Nâzım Hikmet yaşadı...” 20. yüzyılı, Nâzım Hikmet’le uğraşarak geçiren Türkiye, 2009 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile yıllar süren bu ayıptan kurtulmuştur. Ambargoların en sunturlusu, akıllara konan ambargodur. Türkiye ve büyük şair Nâzım Hikmet için ambargoları kırabildiğimiz gün... İşte o gün; “Hoş geldin, sefalar getirdin/Kesik bir kol gibi/Omuzbaşımızda idi yokluğun...” diyebiliriz onurla...

BUGÜN 3 HAZİRAN! BUGÜN NÂZIM HİKMET! BUGÜN MAVİ GÖZLÜ DEV!..

Bugün hepimiz Kültürpark İzmir Sanat’ta heykeli önünde olacağız, hayatın ve aşkın kavga insanını şiirleriyle anacağız. Seni, o inci dizelerini yüreğimizde sakladık Nâzım Baba;

ELVEDA DÜNYA, MERHABA KAİNAT…”

ORHAN KEMAL-NAZIM HİKMET

Orhan Kemal, Bursa Cezaevi’nde Nâzım Hikmet’le tanıştı. Bakın Orhan Kemal, Büyük Şair ile ilk karşılaşmasının hikayesini nasıl anlatıyor; “940 senesi kışı idi. Dikkat edin 1940 dedim. O zaman harp çıktı, devam ediyordu. Fakat henüz yalnız batıda. Ben hapishane kaleminde evraklar ile uğraşıyordum. Amirim olan hapishane kâtibi postadan yeni gelmiş resmi evraka bakıyordu. ‘Ooo’ dedi ‘gözün aydın üstadın geliyormuş.’ ‘Üstad da kim?’ Hiçbir üstadım falan yoktu. ‘Hadi hadi numara yapma, canım Nâzım Hikmet işte. Senin üstadın sayılmaz mı?’ İnanamadım. Elinde tuttuğu müzekkereyi uzattı; ‘14 Mayıs 1966 tarihinde bitecek olan ceza süresini doldurmak üzere tutuklu Nâzım Hikmet idarenizde bulunan cezaevine naklen gönderiliyor.’ Bana hapishane bahçesinde dikilmiş zambakların yeşil yaprakları üzerindeki karlar erimiş gibi, umumi afla serbest bırakılmışım cezamın bitmesine kadar olan yıllar birden tükenmiş gibi geldi. Herkes gibi ben de ona gıyaben hayrandım. Herkes gibi kendimi bilmeden onu seviyordum. Muazzam koca şair…İdareden usulcacık çıktım. Hapishanede şiir yazan kendilerini şair sanan bizler üç kişiydik; Necati, İzzet ve ben. Fakat birincilik bende idi. Ne de olsa yazdıklarım basılıyordu. Koşmamak kendimi zor tutuyordum. Necati’nin koğuşuna gittim. Necati Nâzım’ı İstanbul Tevkifhanesinden tanıyordu.

Nâzım’ın geleceğini duyar duymaz Necati bir çocuk gibi ellerini çırpmaya sıçrayıp hoplamağa başladı.

Yaşasın!” Sonra da “Aman!” dedi, “Sakın ha şiirmiş soruymuş canını sıkmayın. Bundan hiç hoşlanmaz, pılısını pırtısını toplar başka koğuşa gider. İzzete de tembih et.”

İki saat geçmeden bütün hapishane öğrenmişti; Nâzım’ı getiriyorlar.

Aradan birkaç hafta geçti, yine böyle kurşuni sisli bir sabah evrak karıştırıp pencereden karla örtülü yeşil zambak yapraklarına yine bakarken Necati nefes nefese kaleme geldi: “Nâzım Hikmet’i az önce getirdiler!” İyice hatırlıyorum, kalemimi elimden düşürdüm.

Müdürün yanına soktular, ona senden bahsettim gel şimdi neredeyse avluya çıkaracaklar.”

Bunları nefesi kesilerek bağırıyordu. Elimi kaparak beni neredeyse çekmeğe başladı. O kadar heyecanlıydım ki başım dönüyordu. Onu; Benerci, Jökond, Bedrettin destanlarını yazan insanı, şimdi görecektim demek! Kapı açıldı, gülümseyerek çıktı. Göz göze geldik. Mavi gözlerinde, gülümsemesinde tertemiz apaçık çocuksu bir şey vardı. Nereye gitsem, ne yapsam diye düşünürmüş gibi durakladı sonra Necati’yi gördü. Ona doğru gitmek istedi fakat Necati Nâzım’a doğru koşarak beni takdim etti. Nâzım askerce topuklarını birleştirerek ve yüzüne ciddi bir ifade vermeye çalışarak kendini takdim etti: ‘Ben Nâzım Hikmet!’ İşte karşılaşmamız böyle oldu, böylece talebesi oldum. Ben de ona -kendimden fazla- inanıyordum.”

DAVET

Dörtnala gelip Uzak Asya’dan

Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim…

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşcesine,
bu hasret bizim…

AŞK MÖNÜSÜ

Sen sabahlar ve şafaklar kadar güzelsin
Sen ülkemin yaz geceleri gibisin
Saadetten haber getiren atlı kapını çaldığında
Beni unutma
Ah! saklı gülüm
Sen hem zor hem güzelsin
Şiirlerimin ılıklığında açılmalısın
Sana burada veriyorum hayata ayrılan buseyi
Sen memleketim kadar güzelsin
Ve güzel kal”

HOŞ GELDİN KADINIM

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
ayağını bastın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam..

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.”

SEVİYORUM SENİ

Seviyorum seni
denizi uçakla ilk defa geçer gibi.
İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldanan bir şeyler gibi,
Seviyorum seni
‘Yaşıyoruz çok şükür!’ der gibi.”

GÜNEŞİN SOFRASINDA

Dalgaları karşılayan gemiler gibi,

Gövdelerimizle karanlıkları yara yara

Çıktık rüzgarları en serin

Uçurumları en derin

Havaları en ışıklı sıra dağlara

Arkamızda bir düşman gözü gibi karanlığın yolu

Önümüzdeki bakır taslar güneş dolu

Dostların arasındayız,

Güneşin Sofrasındayız!