Bir görünüp bir kaybolan değil, hayır, uzun sivri gagalı kuş da değil, belki bunlar da demek, ama, asıl Karatabaklık işi nedir, Lütfü ustanın o güzelim kitabını, karatabak ustaları anlattığı fotografilerini inceleyip okuyun, görün…

Sepicilik, debbağlık, göncülüktür, karatabak… İlk örtümüz derinin işlenme hallerinin adıdır. Anadolu’muzun bu en eski, en zorlu zenaatının takipçisi, gönül vereni fotoğraflayı son ustalarını kayda /tarihe geçirendir Lütfü usta, üstelik bunu hem objektifi hem kalbiyle yapar. Daha Şubat ayında Barselona’da sergisi vardı, bu konuda. Deri yüzyıllar boyu teknik kolaylıklar olmadan nasıl işlenirdi Karatabak ustaları olmasa? Çatalhöyük duvar resimleri Anadolu’da on bin yıl öncesinde bu sanatın hüküm sürdüğünü gösterir bize. Başta kireç ve zırnık, başka yardımcı maddelere gönül eğdirmeden, ağaç ve bitki tanenleri esas alınarak, bedeni ve kol gücüne yüklenerek ustalar deriden bambaşka bir değer yaratır… Altı yüz yılı aşan hükümranlığında Osmanlı deri ve kürkü baştacı etmiş, bu sanat ve zenaatkarlarını da… Ama artık tükeniyorlar, son Karatabak ustasının izini de Lütfü sürdü, gönendik, hem deri hem usta hem biz öğrenenler gönendik…

Kös’ler, deri çadırlar, koşum takımları hep derinin debbağın yerden yere çaldığından, deriyi işleyeceğim el içine çıkar hale getireceğim diye kendini paraladığından, ne zor iştir, bilen bilir… Ben şimdikinden daha cahilken bir kurban bayramı deriyi işleyeceğim diye tutturup, tuzlayıp, camla sıyırarak, ama, vallahi becerip bitirip yıllarca kullanarak bir postu kurtarmıştım, yapamazsın diyen işi bilenlerden de postumu kurtarmıştım, ama, anca o minicik işi yaparken anlamıştım ki, bu kan terleten bir iştir, bedeli ödenemez… Herkesin harcı değildir, fotografiye baksanıza usta çıplak, taş havuzda özel suyun içinde deriyle cenk ediyo, cenk… Urartu kazısında Van’da çıkan desti örtüsü deri, 14 bin yaşında, misal, bin yıllara kafa tutuyo… Antik Çağ Bergamasında iki yüz bin kitap inceltilmiş deri üstüne yazılmış. Osmanlıda deri işleme sanatı dünyada birinci. Debbağların sayısı yüzlerle ifade ediliyor. İşlenmiş deri parşömen yanında sahtiyan da damgasını vurmuş bu döneme. Asırlar sonra bizim usta Maraş, Tire ve Bergama’da kalan Karatabak’ın peşine düşüyo demir asa demir çarık, yani fotoğraf makinasıyla tarih yazmaya… Anadolu’nun son karatabağı İsmail Araç” belgesel filmiyle, “Anadolu’da Dericilik”, “Müze ve Koleksiyonlardan Deri Eserler”, “Adını Bergama’dan Alan Parşömen” kitapları böyle doğuyor, ne mutlu merağın ve çabanın böylesine… Safranbolu’da bir yurttaşın dabakhane anıevini kendi çabasıyla açmasından mutlu oluyor Dağtaş, son karatabağı ölümsüzlüğe yazdığından mutlu. Araç o, bin emekli deri işleme ve karatabak mesleğinin önemini belki böylece anlıyo, o işini iyi yapmayı düşünmüş olmalı yıllar boyu. Deri onlara çatmaktan, onlarla tanınmaktan mutlu olsa gerek.

Berlin’de bizden yürütülen eserlerle açılan Bergama (Pergamon) müzesinde Panoroma ‘yı gezerken, muhteşem bir müze, salık veririm gidip görebilmenizi, çok katlı bir yapı yüksekliğinde, zaten kat kat merdivenle yükseliyosunuz, gündüz başlayan seyir, canlandırılan o devir hayatının her ayrıntısını, sesini fısıldıyor size, yükseldikçe sabah öğlene evriliyo, siyasiler toplantı yapıyor, insanlar çalışıyor, ateşler yanıyo, yemekler yapılıp, deriler işleniyo, aşklar, müzik, son katta Bergama uyuyor, yıldızlar, samanyolu, o son kata yükselende ziyaretçiler fısıltıyla konuşuyo, uyuyanlar uyanmasın dercesine, benim aklım gene deride ve karatabak ustasında, hayran hayran bakıyorum…

Şu dünyaya ne meslekler ne emek etmiş, ne terler dökülmüş, kıymeti bilinmiş bilinmemiş, ama, insan hep kendini aşmış, yaratmış… N’olaydı savaşlar olacağına dünya bayram yeri olaydı, her hüneri, her sanatı deneyebileceğimiz… Olaydı, tek şikayet ölümden olaydı…