Yazan / Hünkarım

Yaratmak, tanrı ile eşleştirilmiş bir kavramdır ve ilk ortaya çıkışı da kadında var olan bir yetenektir. İlk tanrılar kadındı, yönetim sisteminin başı kadındı. Tarımda, toprakta, evde uzmanlaşan kadındı. Erkek yalnızca kullanılan bir madde idi. Neolitik dönemde Ana Tanrıça kültünün geçerli olduğu ve yaklaşık olarak M.Ö. 2000 yılına dek varlığını sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Kadınların ana olarak kutsallığı paleolitik (yontmataş) dönemde de bilinmekle birlikte, tarımın bulunması bunu önemli ölçüde artırmış olmalıdır. Beslenmeye yönelik bitkileri ilk kez kadın yetiştirmiştir. Tabii ki, toprağın ve hasadın sahibi haline gelen odur. Kadının büyüsel-dinsel prestiji ve buna bağlı olarak toplumsal üstünlüğü, kozmik bir modele sahiptir; Toprak Ana. Artık toprağın verimliliği, kadının doğurganlığına bağlanmaktadır.

Uzmanlığını nasıl kaybetti?

Bu Toprak Ana, yaşamı tek başına yaratma gücüne sahiptir. Bir bütün oluşturan yaşam üzerinde egemendir. Evrenin birliğinin yanı sıra, yaşam ile ölümü tek başına simgeleyen ve yaşamla ölümün aynı sürecin iki yüzü olduğu düşüncesini kendinde cisimleştiren de odur. Ölülerin, verimlilik ve tarımla ilişkili oldukları yolundaki inanç (ölüler de tohumlar gibi toprağa gömülürler), bir kez daha, Ana Tanrıçanın her şeyden güçlü olduğunu gösterir ve buna bağlı olarak kadının saygınlığı artar. Bereket ayinleriyle, ölüm ayinleri sıkıca örtüştükleri için de kadınların tarımsal etkinliği sırasında yaşamın yeniden doğduğuna inanılır.

Anadolu’da saygı gösterilen kadın, yaratıcı, ana, bereket simgesi anlayışı neden değişime uğramıştır ve kadın günümüzde neden daha geri planda kalmıştır? Kadın elindeki yaratma gücü ile on binyıllık uzmanlığını nasıl kaybetmiştir? İnsanlık tarihinin yönünün değişmesinde önemli bir buluş olan tarımsal bitkilerin üretilmesi ile onun yaratıcısı ve uzmanı kadın nasıl oldu da ikincil bir konumda ve birçok dönemde köle konumunda bulundu? Her şeye rağmen Anadolu’da da kadın çağlar boyunca ikincil konuma düşmüş müydü, yoksa eski Anadolu kültürünün etkileri her zaman devam edegelmiş miydi? Bilimsel gerçekliklerle beraber bakıldığında, içinde kişisel yorumlar da katılsa, kadın Anadolu’da dış etkilere rağmen en azından etkisi bakımında ön planda kalmaya devam etmiştir.

Yöneten mi doğuran mı?

Kadın kadim uzmanlığını geri kazanabildi mi? Tüm dünyaya baktığımızda kadının ilerlediği ya da gerilediği ya da dibe vurduğu coğrafyalar hep var. Peki, kadının değerine değer katan Eski Anadolu ile günümüz Anadolu’su arasındaki gelişme veya gerileme nedir? Kadın dediğimizde unutulmayan ve hep söylenecek, yazılacak olan bir erkek; dünyanın çağdaş diğer birçok ülkesinden önce haklarını kadınlara vermişti. Ama bu haklar kâğıt üzerinde mi kaldı?  Atatürk sayesinde her şeye rağmen belli bir konuma ulaştı, lakin o on bin yıl önceki uzmanlığı olan kadın, yöneten midir yoksa doğuran, büyüten midir? Bunu çözmek çok zor, belki de her ikisi olmalıdır. 

Uzman olan kadın, Cumhuriyet döneminde geçmişteki tüm niteliklerinin yanına Neolitik dönemde kaybetmeye başladığını düşündüğümüz ve aslında hep var olan öğreticilik yanını eklemeye başlamıştır. Bu dönemde öğreticiliğin uzmanı olmuştur kadın. Tabi ki doğuran yaşatan ve büyütendir ve aynı zamanda öğretendir. Burada temel konu kadının ne kadar çok çalıştığı değildir, ne kadar hayatın içinden olduğu da değildir. Kadının genlerinden gelen üstünlüklerinin ne kadar köreltildiği ve bunun devam edip edemeyeceğidir. Şüphesiz ki yapılan birçok araştırma ve ankette kadınlar için en uygun mesleklerin en başında öğretmenlik gelmektedir. 

‘Büyücü ve günahkar' Hypatıa

Kadın nasıl bir uzmandır? Hypatia örneği bunu tanımlamaya yeterlidir diye düşünüyorum. Bundan yaklaşık 1600 yıl önce İskenderiye'de yaşayan matematikçi, gökbilimci, filozof Hypatia. Matematikçi Theon’un bulunduğu okulda kızı Hypatia da matematik, felsefe ve astronomi dersleri vermiştir. Platon, Aristo ve Oklid’in fikirlerini tartışmaya açtığı bu dersler dünyanın dört bir yanından gelen öğrencilerle dolup taşmıştır. Hypatia her gün bir çember çiziyor; dünyanın, güneşin, gezegenlerin hareketlerini yeniden hesap ediyordu.

O babasına bir söz vermişti ve verdiği söz gibi gerçeği aramaktan asla vazgeçmedi. Hypatia, “Dünya hareket ederken daire mi çiziyor, elips mi, yoksa güneş dönüyor dünya yerinde mi duruyor” diyordu. Daha o dönemde müthiş bir akılla uzmanlığın en kutsalı olan öğretme görevini yaşatan kadın için, geri kafalı erkek aklı onun toplumda olması gerektiği yeri tanımladı. Asla bir erkekle eşit olamayacağını, erkeğe akıl veremeyeceğini, kıyafetlerinden hareketlerine kadar dikkat edeceğini dayattı. Ardından Hypatia’yı hedef göstererek İskenderiye’de haddini aşmış bir kadın yaşadığını, büyücü, günahkâr bir şeytan olduğunu söyledi. Sonrası insanlık tarihinin vahin anlarından birine dönüştü. Kimileri için bir an kimilerine göre milyonlarca yıl gibiydi. Bilim deposu, kültür, sanat yok oldu. Tarihte bilinen ilk kadın matematikçi olan Hypatia’nın yazdığı kitaplar ve niceleri kütüphane saldırısında yok edildi. Lakin Hypatia’nın hikayesi hiç bitmedi. Hala devam ediyor ve henüz tüm kadınların kütüphanesi yakılamadı.

Biraz daha eskilere gidelim, onlarca benzer kadın varken ve dizi filmlerde stilize edilirken bu yüksek şahsiyetleri bu filmlerde ellerinden alınırken, tarihi geçmişi ve gerçekleri henüz dizileştirilmemiş iki kadından da bahsetmeden geçmeyelim.

Smyrnalı Faustına

Eğer kadın gücünün milenyumda yükselen Hürrem Sultan (Hakkını yemeden yazalım bahse konu Faustinalar kadar zeki ve entelektüel bir kadın idi) dizisindeki tarihi karakter olduğunu düşünüyorsanız, gerçek Hürrem Sultan kadar; antik Roma’da dikkate değer etki yaratan birçok kadından ikisini tanımalısınız. Roma’da imparator olmak kadar imparatoriçe olmak da zor bir iş idi. Her zaman güzel olmanın, imparator varisi doğurmanın dışında birçok işlevi olmalıydı kadının. Hatta tarihte hep var olduğu gibi tanrıçalaştırılmalıydı. Başkaları tarafından değil kendisi olmalıydı ana tanrıça. Eşleri imparatorlar olarak hükmederken, iki kadın bildikleri dünyayı daha iyi bir hale getiriyordu. Üstelik kazandıkları ezeli şöhret onları tanrıçaların panteonuna yerleştirdi.

M.S. 2. yüzyılda Roma İmparatorluğu... Antoninus Pius ve Marcus Aurelius’un egemenliği o zamanki dünyanın geleceğini etkiledi. İki bilge ve akıllı imparator kadar bu iki kadın da etkiledi, kadın olarak, tanrıça olarak, bilge olarak… Annia Galeria Faustina, ya da Yaşlı Faustina, M.S. 100’de 16 Şubat tarihinde Konsolos ve vali Marcus Annius Verus ve soylu Rupilia Faustina’nın kızı olarak dünyaya geldi. 

Faustina iyi bir eğitim gördü. Zekâsı ona eşi Antoninus Pius’un tutkusu, arzusu ve hayranlığını kazandırdı. Çift, M.S. 110’da evlendi. Faustina cömert bir hükümran olarak biliniyordu. Kalbi yoksullara her zaman açıktı. Anne-babalarının maliyetleri karşılayamayan Romalı çocukların eğitimine sponsorluk yapan bir sistem yarattı. En çok da kız çocuklarının eğitiminin desteklenmesi üzerinde durdu. Bu nedenle Faustina, onu bilgeliğin bir tanrıçası ve “evlilik köleliğinin” kafeslerini açan biri olarak gören kadınlardan büyük destek gördü.

Faustina M.S. 140’da öldüğünde İmparator Antoninus kederi ile başbaşaydı ve bu iki insanı birbirine bağlayan gerçek aşkın ötesinde, Faustina’nın bilgeliğinin egemenliğini geliştirdiği ve cazibesi, zekası ve hoş kişiliği ile bir imparatorluğu nasıl geliştirdiğinin göstergesiydi.

Faustına ve Aurelıus

Genç Faustina ya da II. Faustina olarak bilinen küçük Annia Galeria Faustina’nın cesurluğu, bilgeliği, politik ve entelektüel becerilerinin dışında İzmir'e çok yakın bir imparatoriçe idi. Genç Faustina ebeveynlerinin saltanatında büyüdü. M.S. 145 yılının Nisan ya da Mayıs ayında daha sonra ünlü bir imparator ve filozof olan Marcus Aurelius’la evlendi. İmparatora karşı isyanı desteklemekle suçlandığında bile eşi kendisinin yanında yer almıştı. Felsefi analizlerinde ve askeri eylemlerinde eşinin en büyük destekçisi olmuştu. Cesareti askerlerin saygısını büyük ölçüde kazanmasını sağlamıştı. Şimdi bile imparatorun koruyucularının gücü üzerinde büyük bir etkisi olduğu görülüyor. Bununla birlikte erkeklerle kadınlar arasında eşitliği savunabilecek kadar güçlü bir kadındı. Genç Faustina, yoksulların ve kadının kaderine olan ilgisi ile Aurelius’un hükümdarlığında etkili bir figürdü. Fikirlerinin bilinmesini sağladı. Aktif bir politikacı ve hükümran olması haricinde, örnek bir eş olarak da 13 çocuk dünyaya getirdi. Çocuklarının sayısı ona imparatorlukta büyük nüfuz ve saygı kazandırdı ancak bu durum Faustina’nın entelektüel arayışlarına engel değildi. M.S. 178'deki depremden sonra Symrna (İzmir) kentinin yeniden onarılmasına büyük yardımları oldu. İzmirliler onu çok sevdiler. Symrna agorası yapılırken iki gözlü olan giriş kapısının birisine Genç Faustina’nın portre kabartmasını, diğerine kocası Aurellius’un kabartmasını yaptırdılar.  

Tarihten yalnızca birkaç örnekle anlattığımız bilge, cömert kadınlar halen içimizdeler. Üstelik hepsi. Onların genlerinden gelen zekalarını yok edemediysek de öğreticilik becerilerini yok etmeye çalışmamız insanlık adına başarısızlığımızdır. Kadının yaratma gücünü, zekasını hiçbir şey elinden alamaz. Kadınlarımız bilgedir, uzmandır, öğretmendir. Hayatın kendisidir ve eşit değildir. Eşitler arasında önde gidendir. Hayatı yönlendiren, yöneten, akıllı ve güzel yüzüdür insanlığın.