Haber/ÇAĞLA GENİŞ - Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) verdiği ve zaman zaman mahkemelerden çıkan olumlu kararlara rağmen Türkiye’de kadınlar hala hukuk yoluna başvurmadan kendi soyadını kullanma hakkına kavuşamıyor. Türkiye’de ilk soyadı davası bundan tam 26 yıl önce açıldı. Avukat Ayten Ünal’ın evlenmeden önceki soyadını kullanabilmek için açtığı dava, o dönem yürürlükte olan yasanın kadınların eşlerinin soyadını taşımasını zorunlu kıldığı için reddedildi. 1997’de yasada yapılan değişiklikle kadınların eşlerinin soyadıyla birlikte kendi soyadlarını da kullanma hakkı getirildi. Fakat Ünal, karar talebini karşılamayınca konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdı. AİHM, 2004 yılında lehte karar verdi. Bu karar, daha sonraki davalarda emsal teşkil etti. Yıllar önce eşiyle boşanan ve kızı da kendi gibi avukat olan Ünal, kadın müvekkillerinin ‘soyadı zaferi’ için mahkeme salonlarında savunma yapmaya devam ediyor. Ünal ile kadınların soyadı mücadelesini ve geçmişten bugüne gelinen noktayı konuştuk.

 

ÇEYREK ASIRLIK EMEK

Türkiye’de ilk soyadı davasını açan ve kazanan kadınsınız... Sizden sonra açılan davalara emsal oldu hukuk zaferiniz. Bu sıfatlar size neler hissettiriyor ve neler hatırlatıyor?

Bu bir onur ve mutluluk verici... Bir hukukçu ve hukukçu annesi olarak hep birlikte yürüdüğümüz arkadaşlarımızla birlikte bir pilot davanın neferi olmak düşüncelerimizi hukukta gerçekleştirmek, içimizden geldiği gibi yaşamak ala. Keşke bunca yıl dava sürecinde yasal değişikliği gerçekleştirebilseydik. Çeyrek asırlık emeğimiz ve sesimiz var. Bu üzüyor tabii. İlkleri gerçekleştirme duygusunda attığımız zaferi gölgeliyor.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) verdiği olumlu kararının Türkiye'de yarattığı etki nasıldı? O günlere dair unutamadığınız anılar var mı?

Karar 2004 yılında verildi. Yani 18 yıl önce. Genelde olumlu bir etki yarattı. Tabii erkek egemenliğine vurulmuş bir darbe olduğundan, kadınlar soyadlarıyla da vardır anlayışının yüksek sesle ifadesiydi. Bundan hoşlanmayan bir kısım yargı mensupları, adliye camiasından insanlar olmuştu. Avukat olarak çalıştığımdan icra müdürlüklerinde ‘E madem kafa tutuyorsun eski vekaletnamelerini de yenilersin artık. Biz eski vekaletnameleri kabul etmiyoruz’ diyenler oldu. Benim için unutulmaz olan genelde mürekkep yalamış bir kısım kadınların başkaldırısı olarak görülmediğine dair aldığım mektuplardı. Hiç bilmediğim köylerdeki kadınlardan destek mektupları aldım. Daha sonra çok sevgili akademisyen ve avukat arkadaşımız Nazan Moroğlu kadının soyadı konusunda tez çalışması yaptı. Bu süreçte hiç tanımadığım ama kalben bir arada olduğum dostlarım oldu. Hande Çayır ‘Yok Anasının Soyadı’ diye bir belgesel yaptı. Hepsinin dayanışması ve yerleri her zaman kalbimde…

O dönem bu hukuki girişiminiz sebebiyle çevrenizden nasıl tepkiler aldınız? Zaman içerisinde soyadı davası açan kadınlara yönelik tepkilerde bir değişiklik olduğunu düşünüyor musunuz?

Aldığım tepkiler benim çevremde genelde olumluydu. Aile çevresinde karar ve ilk olmak bir miktar olumlu karşılanmakla beraber bir miktar garipsendi. Zaman içinde bir alışma, kararlı olunduğunu görme ve ikna süreci gerçekleşti. AİHM kararı İçişleri Bakanlığı Genelgesi'ne konu oldu. Kendi soyadıma dönebildim. Genelde olumsuz tepki gösterenlerle sonradan pek rastlamadım. Rasyonel ve haklı bir talepti. Gücümüzü de haklı olmaktan alıyorduk.

KAPLUMBAĞA HIZIYLA OLDU

Bir hukukçu olarak kadınların kimlik ve soyadı mücadelesinde geçmişten bugüne gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kaplumbağa hızıyla oldu. O dönemde benim ve bu davanın yürütücüsü arkadaşlarımın İzmir’de yaşıyor olması, gündemin yakıcı başta kadın cinayetleri ile kadına yönelik şiddet olması nedeniyle yasal değişiklik yapılmasında gecikildi. Bir de tabii Türkiye’deki zamanın ruhunun muhafazakarlığa dönmesi, Avrupa Birliği kriterlerinden uzaklaşılması soyadı mücadelesini yasal değişiklik sonucuna ulaştırmadı. Ama davalar açılmaya devam etti. Kimlik ve kişiliğine sahip çıkan kadının adı da soyadı da var diyenler oldu.

Bu konuda harekete geçmeyi düşünen kadınlara neler söylersiniz? Kadınlar evlendikten sonra yalnızca kendi soyadlarını kullanmak için nasıl bir yol izlemeli?

Kadınlar hayatlarına sahip çıksınlar. Bunun içinde soyadları da var. Bu başlangıçta görünmez gibi gelebilir. Ama bu onlara kendi olma hakkı, güç ve irade verecektir. Ve kanımca kelebek etkisi yaratarak kendi hayatlarında ve toplumsal hayatta kadınları ileriye taşıyacaktır. Var olmak ve kendi olmak en temel haktır. Ve son derece politik bir taleptir. Bizi duymayanlar duysun! Kadınlar önce kendi soyadlarını kullanmak için evlenmeden önce başvuru yapsınlar. Kabul edilmezse terditli olarak iki soyadı kullanarak kendi soyadlarını bırakmamalarını öneririm. Daha sonra da hala yasal değişikliğe kadar Aile Mahkemesi’nde kendi soyadını kullanmalarına izin davası açabilirler.

Kadınların bu soyadı mücadelesini küçümseyen, gereksiz bulan bir kesim de var. Mutlaka siz de denk gelmişsinizdir. "Başka işiniz mi yok", "Ülkede tek sorun bu mu" gibi gibi sözler... Ne yanıt vermek istersiniz?

Benim yakınlarımdan da böyle söyleyenler oldu. Ama süreçte alıştılar ve kabullendiler. Hatta sonraki süreçte destek de oldular. Başka işlerimiz var tabii. Ama bu işlerimizi kendimiz olarak var olduktan sonra yapmaya devam edeceğiz. Ülkede pek çok sorun var. Bu doğru. Ama bu da sorun. Kadınlar kendi kimlik ve kişilikleriyle var olmak istiyorlar. Kadın cinayetlerinin de sebeplerinden biri kanımca bu. Bir kısım erkek ‘Benim soyadımı taşıyorsun, benimsin’ demeye başlayınca bu birçok şiddet çeşidine yol açıyor. Boşanmak isteyince ya da hoşuna gitmeyen bir şey olunca kadın cinayetlerine kadar yol açıyor. Yalnızca demiyorum ama etkisi büyük diye düşünüyorum. Bize neyin önemli olduğunu söylemesinler. Buna gerek yok. Biz biliyoruz.

YASAL DEĞİŞİKLİK’ VURGUSU

Türkiye’de kadınlar yargı yoluna başvurmadan kendi soyadlarını kullanamıyor. Bu haksızlığa karşı neler yapılmalı? Hükümetten muhalefete, STK'lardan kadın örgütlerine kadar kime ne sorumluluk düşüyor? Neler yapılmalı?

Valla elbette yasal değişikliğe gerek var. Biz 55 kadın örgütüyle birlikte kampanya yaptık, yasa taslağı verdik. TBMM'ye gittik görüşlerimizi açıklayan brifingler verdik. Bizden sonra da yasa teklifleri oldu. Filiz Kerestecioğlu da çocukların soyadını da içerecek şekilde bir taslak hazırlıyor. Benim de görüşüm yakın zamanda soruldu. STK‘lara, muhalefete görev düşüyor tabii. Ne kadar sahip çıkılırsa o kadar sonuca gitmeye yaklaşılabilir. Bu dönemde Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK) üzerinden de çalışma yapılabilir. EŞİK hukuk ekibinde ben de varım. Şu anda gündemde İstanbul Sözleşmesi var. Ama arkasından bu konu gündeme alınır diye düşünüyorum.

Danıştay, kararı bağımsız vermedi

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesini ve Anayasa Mahkemesi’nin kararını nasıl yorumluyorsunuz?

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesini kendi ayağına sıkma, otoriter patriyarkal sistemin devamı olduğunu düşünüyorum. Zaten gündem buyken iç hukuk 6284 sayılı yasa bize yeter derken şimdi de 6284 sayılı yasanın kaldırılması için Refah Partisi’nin kampanyası var. Muhafazakarlığın, şiddetin, kadını ikinci sınıf olarak gören, korumayan bir sistemin devletin tüm kurul ve kuruluşlarıyla devam ettiğini göstermektedir. Kadınlar, kadın örgütleri, muhalefetin kazanımları yok sayılmaktadır. Danıştay kararı bağımsız olmayan bir karar verdi. Tarafsızmış gibi yargılama yaptı. Hukuki değil, tepeden inmeci bir karar verdi. Biz elbette İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmaya devam edeceğiz. Buradan tek bir çıkış var, güçlenmek, mücadele etmek ve dayanışmak.