Döviz almış başını gidiyor.
Ona bağlı olarak iğneden ipliğe “çaktırmadan” zam geliyor.
Sıradan vatandaşlar akşam eve ekmek götürüp, elektrik su faturası ödemenin derdinde.
Birileri hala “iyi ama yol yaptılar” diyor...
Anayasa değişiyor.
Tek adam, çift adam, ısırık, kayıp mikrofon, açık oy kullanımı, kürsü işgali.
Televizyonlarımız, gazetelerimiz zaten başka alemde.
Velhasıl tek Türkiye yok artık.
Çoklu ve vurdumduymaz Türkiye var...
Bunca derdin, sorunun arasında “kibrinden” geçilmeyen, dedikleri ile oturdukları makam arasında hiç “sağlıklı ilişki” kurmayan tipler var.
Şöyle bir etrafımıza baktığımızda ne kadar çok olduklarını, hatta kimi zaman en üst makamlarda bile olduklarını görebiliyoruz...
* * *
İşte böyle kendisini “önemli” sayan adamın biri emekli olmuş.
İş hayatı boyunca ona buna emir verme olanağını emekli olmasıyla birlikte yitirmiş. Ne karşısında saygıyla ayakta duranlar, ne bir yere girerken saygıyla ayağa kalkanlar, ne her dediğini onaylayıp yalakalık yapanlar kalmış...
Emekli olduğu için kimsenin artık iplediği yokmuş.
Kendisini “önemli” sayan adam bu ilgisizlik karşısında bunalmaya başlamış.
O tarihte Eminönü Yeni Cami'nin hemen altındaki tuvaletlerin bekçisi yokmuş.
Tuvalete girmek isteyen herkes kapıdaki ibrikleri rastgele alıyor, işi bittikten sonra da yine rastgele bırakıyormuş.
Gel zaman git zaman hemen bu boşluğu değerlendiren “önemli” adam, tuvaletin girişinde kendine bir yer bulup, ibrikçiliğe başlamış.
Sıkışanlar hızlıca önüne gelip ibriklerden birine uzandılar mı, oturduğu yerden:
“Bırak onu öbürünü al” dermiş...
Öbürünü alan olursa:
“Bırak onu, diğerini al” diyerek emir verme özlemini rahatlatırmış...
Eskiler bu hikayeden yola çıkarak, ona buna gereksiz yere emir vermeye kalkanlara “ibrikçi başılık yapma” derlermiş.
Bilimsel araştırmalara göre de, bu duyguya daha çok, küçük ve ezik insanlarda rastlanırmış.
İşte bu tipler, ellerine fırsat geçti mi, önemlerini kanıtlamak için yapmadıkları kalmaz.
Bu hikayenin üzerine etrafınıza daha dikkatlice bakın bakalım. İbrikçi başılık yapan kaç kişi göreceksiniz?
* * *
Bir de içine düştüğü durumun “ciddiyetini” kavrayamayanlar var.
Onlar için ne yapsanız, ne söyleseniz boş.
Her durumdan, her olaydan sadece “kendi yararlarına olan kısmı” alıp, diğer kısımları sanki başkasına söylenmiş gibi geçip giderler.
Azımsanmayacak sayıya sahiptirler.
İşte böyle tiplerden biri, yine içkiye tövbe edip başladığı günün geç saatlerine doğru dayanamayarak içki sofrasına oturmuş yine.
Al bade ver kadeh derken öyle sarhoş olmuş ki, ayakta artık duramıyormuş.
Gecenin geç vaktinde sokağın bir köşesindeki otobüs durağına yaslanıp evine gitmeye çalışırken, devriye gezen polislere rastlamış.
Polisler durumuna anlayış gösterip, “böylelerini sokaklardan toparlayıp evlerine götürmek de işimiz arasında” diyerek almışlar arabalarına.
Bizim sarhoş az sonra biraz ayılınca, elini zorlukla cebine atmış, biraz bozukluk çıkardıktan sonra öndekinin omzuna vurarak peltek peltek seslenmiş:
“Şşt hemşeriim, arkadan bir kişi parası, şunu şoföre uzatsana...”
Polislerin siniri tepelerine çıkmış. Başta şoför mahallindeki memur olmak üzere ekipteki bütün polisler, “kimdir bu densiz” diye arkalarına dönüp bakmışlar.
Bizimki durumu yanlış anladığından önce okkalı bir küfür salladıktan sonra demiş ki;
“Ne bakıyorsunuz be... Hepinizin parasını ben mi vereceğim? Hade bakayım Alman usülü, Alman usulü...”
* * *
Kıssadan hisse;
Hem ibrikçi, hem de sarhoş tiplerden uzak durun.