ÖZEL/ Didar DEMİRCİ

Dünya karbon ayak izini azaltarak, yaşamın sürdürülebilirliğine katkı sağlamak amacıyla çeşitli önlemler alıyor. Bu doğrultuda öncelik suyun ve kimyasalın çok kullanıldığı tarım sektöründe oluyor. Başta hayvansal üretim olmak üzere karbon ayak izinin çok olduğu üretim aşamalarında önlem alan dünyada Türkiye’nin konumunu ise Ege Üniversitesi (EÜ) Ziraat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Yusuf Kurucu, gazetemize değerlendirdi. Hayvancılıktaki en büyük riskin nitrat kirliliği olduğuna dikkat çeken Kurucu, “Hayvancılık işletmelerinin nitrat kirliliğine hassas bölgeler içerisinde olmaması gerekiyor” dedi.

YAŞAMI TEHDİT EDİYOR

Nitrat kirliliği sonucu kanserojen bir maddenin açığa çıktığını ve bunun da hayvancılık ve bitkisel üretimden kaynaklanan azot boşalımı sonucu oluştuğunu dile getiren Kurucu, hayvansal ve bitkisel üretim sonucu açığa çıkan azotun yağmurla birlikte yeraltı ve yüzey sularına bulaşmasıyla nitrat kirliliğiyle karşılaşıldığını belirtti. Tüm sindirim sistemini olumsuz yönde etkileyen bu kanserojen maddeye ilişkin Kurucu, “Bu yer altı suları içme suyu olarak kullanılırsa zararlı. İnsana ve canlıya zararı dokunuyor. Tarımsal sulamada bir zararı olmuyor. Nitratın kanserojen özelliğinin yanında hamileler içerse bebekte mavi bebek hastalığına yol açıyor. Hatalı yer seçimi ve önlem alınmadan hayvancılık yapılırsa bu kötü sonuçla karşılaşıyoruz. Nitrat kirliliği yeraltı suyuna bulaştığında birleşik kaplar usulü tüm havzaya bulaşıyor” açıklamasını yaptı.

YER SEÇİMİ ÇOK ÖNEMLİ

Başta hayvancılık faaliyetlerinin yapılacağı yerlerin seçiminin nitrat kirliliğinin önüne geçilmesi açısından çok önemli olduğuna değinen Kurucu, “Şimdi bu bölgelere zemini geçirgen olan bölgeler, yer altı suları da basınçlı değilse yeraltı sularına çok kolay nitrat bulaşıyor. Bu bölgelere nitrata hassas bölge denir. Bunların üzerine bir de nitrat yükü hesap edilir. Havza içerisindeki hayvan sayısı, hayvancılık işletme sayısı ve sulu tarım yapılan bitkisel üretim alanları bunların büyüklüğü ve burada kullanılan azotlu gübre miktarı bir araya geldiğinde yani hem zemin hassas hem de çok yoğun bitkisel ve hayvansal yük var. Yüzey altına çok yoğun miktarda nitratı her gün gönderiyoruz” ifadelerine yer verdi. Kurucu, yer seçiminde zemini geçirgen ve yeraltı suyu basınçlı olmayan bölgelerde hayvancılık faaliyetine izin verilmemesi gerektiğini belirterek, özellikle Tarıma Dayalı İhtisas Organize Sanayi Bölgeleri’nin yer seçiminin bu anlamda çok önemli olduğunun altını çizdi.

Küçük ve dağınık işletmeler riski

Türkiye’de yaklaşık 1 milyon 100 bin hayvancılık işletmesi olduğunu dile getiren Kurucu, şöyle konuştu: “Bunun 500 bin küsürü 10 inekten az hayvana sahip. O kadar küçük işletmeler ki ve dağınık bunlar. Bunların kontrolü çok zor. Bir inek süt veriyorsa 200 litreye yakın su içer. Vermiyorsa normal bir inek 100 litre su içer. Bir de bunun temizliği için de 100 litreye yakın su kullanılır. Bir inek günde 200 litre su tüketiyor. Şimdi Menderes havzasını bilirsiniz. Orada 500 bin tane büyükbaş hayvan var. 500 bin çarpı 200 çarpı 365… kaç milyon litre su her gün ovanın içerisinde toprağa dökülüyor. Peki bunlar bir kanalizasyon sisteminde toplanıyor mu? Hayır. Nereye gidiyor? Üzerinde oturduğumuz yeraltı suyuna gidiyor, yan derelerle içme suyuna gidiyor. Gediz’de de aşağı yukarı durum aynı. Bu basit bir durum değil işte Hollanda da kavga çıktı. Bir litre suyun içerisinde 50 miligramdan fazla nitrat bulunamaz. Onun üstü ağır kanserojen demek oluyor. Hollanda da yeraltı suyunda 250 miligram ve üzeri nitrat kirliliği. Bu nedenle başta domuzlar olmak üzere Hollanda hayvan sayısını azaltmaya başladı. Peki hayvansal üretimini azaltan Hollanda ne yapıyor? Türkiye gibi ülkelere gidip hayvancılığı orada yapıp; oranın yeraltı suyunu tüketip, kirletip kendi et ihtiyacını almayı planlıyor.”