Her ne kadar teknolojik gelişmeler akıl almaz bir hızla ilerlese de gelecekte 'süper güç' olgusunu belirleyecek şeyin teknolojik üstünlük değil, bitkisel ve hayvansal gıda üretimindeki başarı olacağı yadsınamaz bir gerçek. Gelecekte, hatta yakın bir gelecekte akıllı robotlar, uzaya kurulan üsler, nesnelerin interneti gibi hiçbir teknolojik gelişme insanın sağlıklı besinlere ulaşması kadar önemli olmayacak. 

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre sağlıklı bir insanın vücut ağırlığının her kilogramı için günde 1 gram protein tüketmesi ve bunun da yüzde 42'sinin hayvansal kökenli olması öneriliyor. Peki, insanoğlunun beslenmesi için bu kadar hayati önem taşıyan hayvansal üretimin temelini oluşturan hayvan varlığımız ne durumda? 

Cumhuriyet'in kuruluşundan günümüze kadar Türkiye'nin hayvan varlığı önemli değişimler yaşadı. Bu değişimleri birkaç farklı dönemde ele almak mümkün. Hayvan varlığımız Cumhuriyet'in kuruluşundan İkinci Dünya Savaşı'na kadar önemli bir sayısal artış gösterdi. Savaş yıllarında bazı türlerde bu artışın hızı bir miktar düşerken bazı türlerde ise azalma meydana geldiğini söyleyebiliriz. İkinci Dünya Savaşı'nın akabinde hayvan varlığımızda sayısal artış hızlanırken türlere bağlı olarak en yüksek değerlere 1960-1980 yılları arasında ulaşılmıştır. 1980'li yıllarda ise bütün türlerde hayvan sayısı hızla azalmaya başlamıştır. 1980'li yılları Türkiye'deki hayvan varlığı konusunda aşağıya eğimli kırılma yılları olarak görebilirizi. Pekçok başka konuda olduğu gibi. 

1980 yılında nüfusumuz 45 milyon seviyelerindeyken, 16 milyonu büyükbaş, 67 milyonu da küçükbaş olmak üzere 83 milyon hayvansal varlığımız bulunuyordu. Ancak bugün ülkemizin nüfusu 80 milyonu aşmasına rağmen Tarım Bakanlığı ve TÜİK verilerinden elde edilen sonuçlara göre, 2018 yılı itibari ile ülkemiz büyükbaş hayvan varlığı 16 milyon, küçükbaş hayvan varlığı 44 milyon, yıllık kırmızı et üretimi 1 milyon 150 bin ton, karkas ağırlık ortalamamız büyükbaş hayvanda 290 kg, küçükbaş hayvanda ise 15-16 kg düzeyinde. Bu sonuçlara göre yıllık üretim eksiğimiz, tüketim rakamımızın yüzde 25’lerine, yani 350 – 400 bin tonlara ulaşmış durumda. 

Et üretiminde artış sağlanamazken uzmanlar, asıl korkutucu olanın toplumun ete olan ihtiyacının; 21. yüzyılın ikinci çeyreğinde 95 milyonlara ulaşacağı beklenen hızlı nüfus artışı, her yıl artan ve artması için ülkece çabaladığımız turist sayısı, coğrafyamızdan kaynaklanan sorunlar nedeniyle ortaya çıkan veya çıkabilecek mülteci nüfusundaki artış gibi nedenlerle katlanarak artıyor olmasını gösteriyor.

Emek / verim orantısında istenen durumda olmayan hayvancılığımızın, üreticilerin her yıl artan oranda üretimden kaçmaları, üretimin merkezinde olan kırsaldaki genç nüfusun azalması, köylerdeki yaş ortalamasının 58’lere ulaşmış olması, 2030 yılında yüzde 3 – 4'lere düşmesi beklenen kentsel/kırsal nüfus oranı, gibi sebepler yüzünden iyice çaresizliğe sürüklenmekte olduğunu anlatan uzmanlar, ülkemizdeki hayvan varlığının hızla düşmesindeki diğer bir etken olarak; üreticinin 'üretirsem alıcı bulabilir miyim?, sattığımın parasını alabilir miyim?, ürettiğimden zarar eder miyim?' gibi kaygılar olduğu görüşünde birleşiyor. 

Geçmişte Et-Balık Kurumu, şeker fabrikaları, Süt Endüstrisi Kurumu, Zirai Donatım Kurumları gibi kurum ve kuruluşlar bu endişeleri giderirken, sözleşmeli üretim modelleriyle, teknik danışmanlık ve teknik malzeme yardımıyla üreticiyi koruyup kolladığna değinen uzmanlar, 1980 yılında liberal ekonomiye geçişle birlikte bu tip kurum ve politikaların ekonomiye getirdiği yükler ön plana çıkarılarak, üreticiyi koruyan ve piyasayı düzenleyen kurumlar özelleştirilerek üreticileri koruyucu politikalardan vazgeçildiğini ve ne yazık ki hükümetlerin bu kurumları özelleştirirken üretimi planlayıcı, tarım, hayvancılık sektörünü eğitici ve yönlendirici hiçbir adımda atmadığını söylüyorlar.

Öte yandan tam anlamıyla sanayileşmiş bir ülke olamamamız ve son yıllarda artan işsizlik de göz önüne alındığında kırsal üretim hala istihdam için en doğru adres olarak görünüyor. Bu sebeple ülkemiz için hayvancılık sektörünün özel bir önemi var. İşsizlik sorununun çözümünde tarım hala, düşük maliyetli bir yöntemdir. 

Uzmanların yaptığı analize göre; doğru politikalar, küçük doğru dokunuşlar, doğru organizasyonlar sayesinde 10 yıl içinde ülke hayvan varlığımız büyükbaşta yüzde 25, küçükbaşta ise yüzde 50 artabileceği gibi bireysel hayvan veriminde büyükbaşta ortalama yüzde 20, küçükbaşta yüzde 50’lik artış sağlanabileceği öngörülüyor.  

Hayvancılık sektöründeki sorunların çözümünde ise sektör içerisinde fikir üretenlerin iki farklı yaklaşım ortaya koydukları görülmekte. Birinci yaklaşımı savunanlar “hayvancılıkla ilgili işlemlerin tekniğine uygun olarak yapılması halinde verimlilik esaslı kazanç artışı” sağlanacağını, ikinci yaklaşımı savunanlar ise sistemdeki işleyişle ilgili olarak “iktisadi alanlarda yapılacak düzenlemeler ile kazanç artışı” sağlanacağı bunun da verimliliği arttıracağı görüşündeler. 

Hayvancılığımızın kurtuluşu için fikir üretenlerin öne sürdükleri tezlerden biri şöyle; "Biz, bize düşen doğru hayvancılığı yapalım, işletmemizdeki kayıpları azaltarak karlılığımızı artıralım." Bu teze karşı ikinci görüşte ise, “Sorunların temel çözümü iktisattan-ekonomiden, yani üreticinin yeterli miktarda gelir elde etmesinden geçer. Yetiştiriciye para kazandıracak formülü bulalım, o zaten doğru hayvancılığı öğrenir, doğru bilgiyi talep eder” denmektedir. Bu düşünceye sahip kişilerin görüşüne göre, doğru hayvancılık yaparak verim kayıplarını, buzağı ölümlerini azaltsak bile eğer para kazanamıyorsak, yani üretim maliyetinin üzerinde satış yapma koşulları oluşmamışsa, aynı işletmede 15 hayvana bakarak zarar ederken 25 hayvana bakarak da zarar eden çiftçiler olmaktan kendimizi kurtaramayacağız.

Sektör temsilcileri her iki düşüncenin de haklı olduğu ve birlikte değerlendirilmesi gerektiği kanısında birleşirken; Çözüm her iki yaklaşımın bir arada uygulandığı, hatta bu iki yaklaşımında değinmediği başka konuların da değerlendirilerek ortaya konulacak bir makro plan çerçevesinde hayvancılığın yeniden inşa edilmesi ile mümkün olacağını savunuyorlar. 

Ziraat Mühendisleri Odası da her yıl hazırladığı raporlarda hayvan varlımızdaki azalmaya dikkat çekiyor. Yıllar boyu izlenen hükümet politikalarının çiftçiliği ortadan kaldırıcı, tarımın şirketleşmesine hizmet edici, kırdan kente göçü tetikleyici politikalar olduğun tezini savunan ZMO, değerlendirmesinde şu görüşlere yer veriyor; “Ülkemizde uzun yıllardır popülist eğilimlerin ağırlık kazanması sebebiyle, tarımda uygulanan destekleme politikaları ekonomiyi ve istikrar tedbirlerini olumsuz etkilemektedir. Serbest piyasa şartlarının tam oluşmaması, devletin tarımda belirleyici unsur olması ve bütçe dışı finansman kaynaklarına sıkça başvurulması Hazine’ye maliyet artırımından başka bir şey getirmemektedir. Bunun nedeni, ülkemizde taban fiyatlar belirlenirken, siyasi tercihler ve oy kaygısının ön plana çıkmasıdır. Dünya şartları ile uyumlu olmayan fiyatlar nedeniyle borsalar çalışamamakta, ithalat cazip hale gelmekte ve Ziraat Bankası bütçe dışı kaynak aramak zorunda kalmaktadır. Aktarılan bu kaynaklar doğal olarak devletimizin her yıl katlanan borç oranlarını artırmaktan başka bir işe yaramamaktadır.”

Ziraat Mühendisleri Odası hazırladığı raporda Türkiye’de hayvancılıkta yaşanan sorunlar şöyle sıralıyor; 

1. Düşük verimli yerli ırklar.

2. İşletme büyüklüklerinin küçük olması.

3. Uygun teknoloji ve yeterli hijyene sahip olmayan işletmeler.

4. Yem fiyatları ile ürün fiyatları arasındaki dengesizlik.

5. Hayvan hastalıkları ile mücadelenin yetersiz oluşu.

6. Pazarlama zincirinin uzunluğu ve örgütlenmenin yetersiz oluşu.

Türkiye Süt, Et, Gıda Sanayicileri ve Üreticileri Birliği (SETBİR) de her yıl olduğu gibi bu yıl da bir değerlendirme ve beklentiler raporu hazırladı. SETBİR, 2019 yılı değerlendirmesinde ülkemizde kırmızı et üretiminin 2019 yılında, bir önceki yıla göre hemen hemen aynı kalarak 1 milyon 118 bin ton olarak gerçekleştiği, bu miktarın da 1 milyon tonunun sığır eti olduğunu açıkladı. Kişi başı yıllık kırmızı et tüketiminin 14,3 kg seviyesine geldiği belirtilen açıklamada, dünya kırmızı et üretiminde yüzde 1,5 pay ile 11. sırada olduğumuz belirtildi. SETBİR, 2019 değerlendirmesinde şu ifadelere yer verdi: “2019 yılının ilk üç çeyreğinde toplam kırmızı et üretimi 910 bin ton olarak gerçekleşti. 2018 yılının ilk üç çeyreğinde 860 bin ton kırmızı et üretimi gerçekleşmişti. Bu durumda 2019 yılında üretilen toplam kırmızı et miktarının 2018 yılında üretilen toplam kırmızı et miktarından yüzde 6 oranında daha yüksek olarak 1 milyon 186 bin ton olması beklenmektedir. 2018 yılında 1 milyon 886 bin baş canlı büyükbaş ve küçükbaş hayvan ithalatı yapılmıştı. Bunun 116 bin başı damızlık, 1 milyon 345 bin başı ise besilik ve kasaplık sığırlardan oluşuyordu. 425 bin baş da koyun ithal edilmiştir. 2018 yılında yapılan ithalatın bedeli ise 1,8 milyar dolardı. 2019 yılının ilk dokuz ayında yapılan ithalata bakıldığında ise toplamda 509 milyon dolar ödenerek 568 bin baş canlı hayvan ithalatı gerçekleştiğini görüyoruz. Bu ithalatın 13 bin 488 bin başı damızlık, 487 bin 910 bin başı besilik ve kasaplık sığırlardan oluşuyor. 66 bin baş da koyun ithal edildi. 2018 yılında 55 bin 800 ton kırmızı et ithal edilirken 2019 yılının ilk dokuz ayındaki kırmızı et ithalatı 4 bin 600 ton oldu.”

2020 yılı için beklentilerini de açıklayan SETBİR, “Kendine yeten bir kırmızı et sektörü için 2020 yılının hedefi 1,5 milyon ton et üretimi olmalı” diyor. Ancak bu üretimi gerçekleştirebilmek için her şeyden önce besi hayvancılığında verimlilikleri artırmak gerektiğini vurgulayan SETBİR, bugün 250 kg olan ortalama karkas ağırlıkları 300 kg’a çıkarılması, karkasta kemik oranının ise kombine ırklarda yüzde 17’ye, etçi ırklarda ise yüzde 15’e düşürülmesinin temel öncelik olması gerektiğini ifade ediyor. 

SETBİR'in raporuna göre Türkiye’nin iç piyasada kırmızı ette arz yetersizliğinin dört önemli kök nedeni var:

- Sürülerde gebelik oranı ve döl veriminin düşüklüğü. 

- Özellikle buzağı ölümleri ve hastalık nedenleriyle yaşanan kayıplar. 

- Etçi ve kombine ırk hayvan sayısının azlığı. 

Hayvan hastalıkları ile etkin mücadeledeki yetersizlik.

Öte yandan et ve süt üretimi ile ilgili olarak tüketicilerimizin aklını karıştıran bilgi kirliliği ile topyekûn mücadele edimesi gerektiğinin altını çizen SETBİR, açıklmasını şöyle sürdürüyor; Sonuç olarak, halkımızın en kaliteli ve en hesaplı hayvansal protein kaynağı ile beslenmesini sağlamalı ve bunu sürdürebilmeliyiz. Bize göre, bu hedeflere ulaşabilmek için öncelikle yapılması gereken dört temel iş var:

1- Kayıtdışını ortadan kaldırmalıyız.

2- Fiyat istikrarını sağlamalıyız.

3- Arz-talep dengesini sürdürülebilir bir yapıya kavuşturmalıyız.

4- Süt ve et ürünlerine yönelik bilgi kirliliğini gidermeliyiz.

Yurtiçi hayvan kaynağımızı geliştirmek ve bugün 80 milyon olan, 2023'te 87 milyon, 2050'de 105 milyon olması öngörülen nüfusumuzun hayvansal protein ihtiyacını karşılayabilmek için hayvan sayımızı artırmak, bunun için de hayvancılığa yatırım yapmak şart.”