Prof. Dr. Akif ERDOĞRU

İstanbul’da Osmanlı Arşivi’nde Çakırcalı Mehmet ve çetesi ile ilgili birtakım resmi belgeler korunmaktadır. Bunlar, Çakırcalı Mehmet’in yakalanmasıyla ilgili askeri raporlar ve diğer yazışmalardır. Osmanlı idaresinin tanımıyla ‘eşkıya-i meşhur Çakrıcalı Mehmet Çetesi’ ile ilgili belgeler incelendiği zaman, on dokuzuncu yüzyıl sonu ile yirminci yüzyıl başlarında, Batı Anadolu’nun kırsal kesimlerinde otorite eksikliğinin mevcut olduğu fark edilir. Çakırcalı Mehmet, Antalya’nın batı tarafları da dâhil olmak üzere, Batı Anadolu’nun muhtelif yerlerinde yirmi yıla yakın eşkıyalık yapmıştır. Buna rağmen, Osmanlı asker ve bürokratları tarafından yakalanamamıştır. 27 Temmuz 1903 tarihli devrin Aydın valisi Kamil Paşa’nın İstanbul'a hükumete gönderdiği bir yazıda, Çakırcalı’nın eşkıyalığa nasıl başladığıyla ilgili bilgiler vardır. Vali’ye göre, Çakırcalı Mehmet, eşkıyalığa, 1900 yılında başlamıştır. Çakırcalı, Ödemiş’te bir adam öldürmüştür. Yakalanmış ve İzmir’de mahkeme edilmiştir. Söz konusu mahkeme beraatına karar vermiştir. Ama sonradan yakalama emri çıkınca, o da, firar etmiştir. Asılacağını düşünerek, mal gasp etmeye ve adam öldürmeye başlamıştır. Başlangıçta Köse Alioğlu çetesiyle birlikte hareket etmiş, ama aralarında çıkan bir ihtilaftan dolayı bu çeteyi Ödemiş’te pusuya düşürmüş ve avlamıştır. Bundan sonra firari Kamalıoğlu ismindeki başka bir eşkıya, Çakırcalı’nın çetesine katılmıştır. Ödemiş ve civarındaki köylüler, bu çeteleri korumaktadırlar. Bunların gezdiği yerler ve kullandıkları yollar üzerine doğru bilgi vermemektedirler. Bu nedenle de yakalanamamaktadırlar. Ayrıca, eşkıyanın elinde ‘Martini tüfekleri’ vardır. Bu tüfekler, o devride, Osmanlı Jandarmasında bile sınırlı sayıdadır. Vali’ye göre, Çakırcalı Mehmet’in eşkıyalık yapmasının ikinci bir gerekçesi de Hristiyan çetelerden intikam almaktır. Zira o devrilerde, Söke ve Ödemiş civarında faaliyette bulunan Rum eşkıyaları, İslamları esir alıyorlar ve para karşılığında serbest bırakıyorlardı. Çakırcalı Mehmet, bunlara karşılık vermek için, iki Hristiyan erkeği esir almış ve kurtuluş parasını aldıktan sonra bu Hristiyanları serbest bırakmıştır. Yine valinin dediğine göre, dört Yunanlı, bir Sisamlı ve bir de yerli Hristiyan erkekten oluşan bir çete, Söke’de Hacı Ziya isimli Müslüman bir şahsı dağa kaldırmıştır. Bu çetenin kılavuzluğunu yerli (Sökeli) bir Hristiyan yapmıştır. O yıllarda, Sisam adasından Muğla ve İzmir kıyılarına çıkarak, yerli Rumların desteğiyle, Müslümanları kaçırma ve fidye alma işi çeteler için bir geçim kaynağı olmuştu. Kuşkusuz bu durum bölgede asayiş ve emniyeti de bozuyordu. Tüm bu bilgiler, devrin Aydın valisi Kamil Paşa’nın (Kıbrıslı) elde ettiği ve İstanbul’a bildirdiği görüşlerdir. Çakırcalı Mehmet çetesini takip etmekle görevlendirilen jandarmalar ise, düzenli maaş alamadıklarından dolayı, işlerini iyi yapmamaktadırlar. Vali, Çakırcalı çetesini takiple görevli mevcut müfrezeye, ‘bir tabur asker ile Arnavut bahadırlarından seksen jandarmanın ilave edilmesini’ İstanbul’dan talep etmektedir. Bu bilgiler, İzmir yerel idaresinin Çakırcalı Mehmet Çetesi'ni nasıl gördüğünü gösterir.

MARTİNİ TÜFEĞİ

Sadrazam Avlonyalı Ferid Paşa’nın 16 Temmuz 1903 tarihli Aydın valisine gönderdiği bir yazıdan, Çakırcalı Çetesi'yle ilgili Aydın Valiliği'nin verdiği bilgiler tekrar edildikten sonra, bir tabur asker talebi kabul edilmez ama jandarmadan kuvvetli bir müfrezenin kurulması talebi kabul edildiği anlaşılır. Jandarmaya iki yüz adet Martini tüfeği verilmesi de onaylanır. Bunların yanı sıra, bu kuvvetin başına, çeteyi takip etmekle görevli bir subayın atanması da istenir. Yine Ödemiş kaymakamının da bizzat bu takibe katılması emredilir. Tüm bu bilgilerden, Çakırcalı Mehmet’in asli gücünün elinde bulundurduğu ‘Martini tüfeğinden’ kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Çakırcalı, her nasılsa, uzun mesafeye atış yapabilen bu İngiliz tüfeklerinden elde etmiştir. Henüz o yıllarda Osmanlı jandarmasında bu tüfeklerin kullanılmadığı veya özel izinle kullanıldığı anlaşılmaktadır. Şüphesiz o, Batı Anadolu’nun dağlarını, yollarını, saklanılacak yerlerini ve en önemlisi kırsal kesimdeki halkın (köylülerin ve aşiretlerin) psikolojisini gayet iyi bilmektedir. Yine, Çakırcalı devlet memurlarının hal ve durumunu da gayet iyi kavramış görünüyor. 27 Aralık 1903’te, affedilirse, eşkıyalığı bırakacağını, Mirliva Şakir Paşa’ya iletiyor. Ancak bu önerinin de bir kandırmaca veya oyalama olduğu sonradan anlaşılıyor. 9 Şubat 1904 tarihli İzmir Fırka Komutanı Ferik Tevfik’in İstanbul’da yaver Asım Bey'e gönderdiği bir yazıdan, Çakırcalı’nın 4 Şubat akşamı Kurucaova köyüne geldiği, altı İslam’ı öldürüp dağlara kaçtığı bilgisi veriliyor. Hatta bu baskında teyzesi ve baldızını da öldürdüğü ifade edilmiştir. Çakırcalı'nın ailesiyle de sorunları olduğu anlaşılıyor. Zira daha sonraki dönemlerde akrabalarından birilerini öldürdüğü bilinmektedir. Yine Dörekçi köyünde Kamalı çetesi ile çatışmaya girmiştir. Dört Arnavut’u öldürmüştür. Tevfik Bey’in şikâyetlerinden biri de, bu işle görevli Şakir Paşa’nın bu konuyu önemsemediğidir. Yine ilginç bir bilgi veriyor; eğer doğruysa, valinin oğlu, Çakırcalı ve avenesinin affedilmesi için, Çakırcalı’dan,  üç bin lira istemiştir. Yine Levanten Vitil’in (Whitehall) adamlarından bir Rumun kılavuzluğunda, Çakırcalı çetesiyle çatışmaya girmek mümkündür, Ancak bu teklife de valilik karşı çıkmaktadır. Fırka Komutanı Tevfik Paşa, Çakırcalı çetesinin, vilayet ve Şakir Paşa tarafından korunduğunu hükumete ima etmektedir. Bu bilgilerin bir kısmının doğru olabileceği kabul edilebilir. Zira Bornova’da oturan zengin Levantenler, Avrupa’daki silah endüstrisindeki gelişmelerden haberdardılar. Yerli Hristiyanlar ile işbirliği yaparak, kendi menfaatlerine halel getiren çetelerin tasfiye edilmesinde önemli girişimler yaptılar. İkincisi, o yıllarda para karşılığında affetme vilayette yaygın bir usuldü. 10 Nisan 1905 tarihli bir belgeye göre Çakırcalı, on kişilik avenesiyle, Salihli'nin Manastır köyüne gelmiştir. Burada bir İslam'ı döverek öldürmüştür. Köylüleri de bu olayı hükumete haber vermemeleri konusunda tembihlemiştir. Buradan Bozdoğan tarafına gitmiştir. 1 Eylül 1905’te Beydağ'ın üstünde jandarma ile çatışmıştır. Bir jandarmayı öldürmüş, diğerini de yaralamıştır. Bu rapora göre, Çakırcalı, on iki adamıyla dağlarda gezmektedir. Başka bir rapora göre, Muğla’da üç Tahtacı’yı, Ödemiş’te dört Arnavut jandarmayı yaralamıştır. Kayaköy’e kaçmıştır. Ödemiş kaymakamı Refik Bey’e göre, bu ‘eşkıya-yı meşhur’ yine kaçmıştır. Çakırcalı'nın 1905-1907 yılları arasında pek çok vukuatı olduğu anlaşılıyor. 1906’da Kemalpaşa'nın Sarıköy ile Evren köyden beş Müslümanı dağa kaldırmış, dört Arnavut’u da öldürmüştür. 1907’de Ödemiş’in Ertuğrul ve Burhaniye köylerini basmıştır, Aydın Valisi Faik Bey'in yazdığına göre. Çakırcalı’nın yakalanamamasının sebeplerinden biri, Jandarma’nın bu konuda yeterli parayı ayırmamasıdır. 1904 yılında takip işi Hulki Paşa’ya verilmiştir. Başarısız olunca, bu iş, 1906 yılında Mirliva Mehmet Said Paşa'ya havale edilmiştir. Ödemiş Kaymakamı Mehmet Şakir’in yazdığı 25 Ekim 1905 tarihli bir yazıya göre, Çakırcalı’nın arkadaşlarından Çavılı köyden Nizam Şakiroğlu Mehmet’in annesi Şerife ile Öksüz Hasan’ın karısı Fatma, devlet korumasına alınmış, köylerinden başka uygun bir yerde iskân edilmiş ve iaşeleri sağlanmıştır. Ödemiş kaymakamı, çetenin, Alaşehir ile Sarayköy etrafındaki köylerde barındığını ihbar etmiştir. Bu bilgilerden, çete üyelerinin aileleriyle sorunlar yaşadıkları ve onları da cezalandırmaya yeltendikleri gibi bir kanaat hâsıl olmaktadır.

HALK DESTEĞİ

Çete üyelerinin aileleri ya köylüler tarafından baskıya maruz kalıyor, dışlanıyor, ya da çete ile istihbari bilgi verdikleri için çete tarafından cezalandırılmak isteniyordu. Nihayet 21 Mart 1906’da Çakırcalı çetesi üzerine devlet ödül koydu. İzmir Valisi Faik Bey'in bildirdiğine göre çetenin yakalanmasına yardım edenlere ‘mükâfat-ı nakdiye’ verilecekti. Bu ödül işi, herhalde Ödemiş Kaymakamı Mehmet Şakir tarafından önerilmişti. Mehmet Şakir'in 2 Ocak 1906 tarihli bir yazısında Çakırcalı çetesinin yakalanamamasının sebepleri bir bir sıralanmıştır. Ona göre, sivil ve askeri memurlar çeteyi takip ediyorlar ama yakalayamıyorlardı. Çünkü çeteninin kaldığı yeri ve kullandığı yolları haber verenleri çete bir şekilde öğreniyor ve cezalandırıyordu. Bu nedenle, kimi servetini, kim de canını kurtarmak için eşkıyanın eziyetini sineye çekiyorlardı. En önemlisi, çete, halkın emniyet ve itimadını kazanmıştı. Bir kısım kişi fıtraten Çakırcalı'ya meylediyor, onun iltifatına nail olmak istiyor, dolayısıyla kamu görevlilerine doğru haber vermiyorlardı. Bunun için çeteden korkmayan doğru haber veren kişiler bulunmalıydı. Yine doğru haber verenlere mükâfat verilmeliydi. Hatta kaymakam daha da ileri gitti. Kaçakçı tarzında ve mal tahsil eden kişiler görünümünde olan kişilere izin verilmeli ve bunlar yardımıyla eşkıya takibe alınmalıydı. Kaymakamın verdiği bu bilgilerden, Çakırcalı’nın ‘devlete meydan okuyuşu’ bir kısım yerel halk tarafından beğeniliyor ve hatta Tathtacılar'ın çoğu Çakırcalı’ya destek oluyorlardı. Bu durum, devletten ümidini kesmiş grupların adaleti Çakırcalı'da aradıklarını da gösteriyor. Çakırcalı’nın ‘devletle başedebilen bir efsane olduğu’ intibaı uyanıyor. 7 Ekim 1905 tarihli Kaymakam Refik’in bir yazısına göre, ‘arkalarında siyah kaput olduğundan altında bulunan elbiseleri fark edilemiyor. Böyle siyah kaputu ekseri zeybeklerin giydiği rivayet ediliyor. Ellerindeki tüfekler ise yasak silahlardan imiş’ şeklindeki ifadelerinden, Çakırcalı ve avenesinin Zeybekler gibi giyindiği sonucu çıkarılabilir. Ama kaymakam bunlara doğrudan zeybek demiyor. 1906 tarihli bir belge Alaşehirli Tevfik’in çeteyi takiple görevli olduğunu gösteriyor. Tevfik Bey, jandarma komutanı Hayrettin Bey, Nazilli Kaymakamı Galip Bey ve Polis memuru Refail Efendi'nin görevlerini yapmadıkları gerekçesiyle azledilmelerini talep ediyor. Binbaşı Sadettin Efendi soruşturmacı olarak görevlendiriliyor. Tüm bunlar, Çakırcalı’nın eşkıyalık faaliyetlerine devam ettiğini gösteriyor.

Askerler Çakırcalı’yı yakalayamayınca sert tedbirlere başvurdular. 23 Nisan 1907’de Hulki Paşa,  otuz yedi askerle, Ödemiş’e gitti ve ‘siz şaki Çakırcalı Mehmet’in yerini göstermiyorsunuz, hainsiniz’ diyerek Ödemişlileri suçladı ve birçok kişiyi tutuklattırdı. Ama Çakırcalı eşkıyalığına devam etti. Çakırcalı, 9 Mayıs 1907’de Köşk’e bağlı Akçaköy'den Hacı Süleymanoğlu Ahmet’i, kendisini ihbar ettiği için, evini yaktı. Ödemiş’te Ermeni Davidyan Hacı Ohan’ın fabrikası ile Hacı Yorgi’nin evini yaktı. Bir yıl evvel de, 1906’da, Kara Ali çetesiyle birleşti. Çete üyesi, yirmi iki kişiye çıktı. Aynı yılda Çalış Hasan’ın evini yaktılar. İki kadın ile bir Ermeni’yi öldürdüler. Köşk’te askerler ile çatışmaya girdiler. Bir askeri katlettiler, üçünü de yaraladılar. Kaymakçılar köyünde on bir kişiyi öldürdüler. Kara Ali çetesinin üyeleri yakalandı. Çete üyelerinin dördü başlangıçta Milas’ta oturmalarıyla şartıyla affedildiler. Ancak halk yargılanmalarını talep etti. Aileleriyle birlikte Fizan’a sürgün edildiler, ancak Çakırcalı yine ele geçirilemedi. Hatta İzmir Bozyaka’ya kadar geldi ve adam kaçırdı. 1909’da Ödemişli Küçük Mehmet ile çatışmaya girdi. Raporda kendisinin yaralandığından ve adamlarının da Bursa’ya kadar kaçtıklarından söz ediliyor. 18 Kasım 1909’da Ankara Nallıhanlı Mehmet Ağaoğlu Cemal Efendi, Çakırcalı'yı takiple görevlendirildi. Ali Paşa, Kara Mehmet de denilen bu kişinin emrine yirmi kişi verdi.

AİLESİ ÇORUM'A NAKLEDİLDİ

Çakıcı’yı teslime zorlamak için devlet, çok acımasız bir tedbire başvuruyor. Ailesinin Ödemiş’ten başka bir yere naklini kararlaştırıyor. Çakırcalı’nın eşkıyalık yapmasının sebebini öğrenmek istiyor. 14 Aralık 1907 tarihli Ankara Valiliği'ne yazılan bir yazıda, Çakırcalı’nın ailesinin tespit edildiği, bunların geçinmek için arazilerinin olmadığı öğreniliyor. Ankara Valisi bu işe epeyce kafa yormuştur. Sonuçta, Çakırcalı’nın karısı Raziye’nin Ödemiş Aya Sürut köyünde (bazı yazılarda Ayasuluğ yazar ki tamamen yanlıştır), iki kızı Emine ve Ayşe ile birlikte yaşadığı tespit ediliyor. Kayınpederi Hacı Akkaş isminde biridir. İkinci eşi ise Kayaköy’den Fatma. Babası Hacı Mehmet ile yaşıyor. Tüm bu kişiler gizlice Ödemiş’ten Çorum’a naklediliyor. Kendilerine günlük tahsis ediliyor. Günlükler, Rodos (Cezair-i Bahr-i Sefid) bütçesinden ödeniyor.

YAKALANMASI

8 Mayıs 1911 tarihli bir belgede, Çakırcalı çetesinden dört kişinin yakalandığı ve cezalarının verildiği ifade edilir. Bunlardan ilki Recep B. Abdi’dir ki idam edildi. Diğerleri, yardım ve yataklık yapan Durmuş, Tahtacı Molla Halil ve Süleymanoğlu Bekir, üç senelik kürek cezasına çarptırıldılar. Bazdagömü köyünden Bacakoğlu Ebus Recep B. Abdi’ye ‘on beş sene dağlarda eşkıyalık yapmak ve bölgede asayişi ihlal etmekten’ idam cezası verildi. İdamın gerekçesi Osmanlı arşivinde korunuyor. Tahtacı Molla Halil ise Bozdoğan’ın Çerçikli köyündendi. Durmuş ise Bayındır’ın Sarımegri köyündendi. Bu çete üyelerine ilaveten bir Rum ile Bozdoğan’da oturan Goloslu Dimitri Yaranroplu’da kürek eczasına çarptırıldı. Yine Muğla’dan Hacı Muhsin Ağazade Şerif Efendi de ceza alanlar arasındaydı. İzmir Divan-ı Harbi, Çakırcalı çetesinin üyelerinin çoğuna ceza vermiş oluyordu. Hemen belirtmek gerekir ki, Çakırcalı’nın nerede ve nasıl ele geçirildiğine dair askeri raporlar arşivde bulunmuyor. Osmanlı bürokrasisi açısından mutlaka bu tür raporlar düzenlenmiş olmalıdır. Bu raporlar belki ileride ortaya çıkabilir. Yalnız Çakırcalı’nın öldürülmesinden sonra yerine Tefenni Gölhisar’dan Hacı Mustafa’nın geçtiğine dair bilgiler vardır. Hacı Mustafa da 1914’te teslim olmak istemiştir. Ancak Teke yaylasında çift sürmekte iken 7 Mayıs 1916’da Küçük Mehmet çetesi tarafından öldürülmüştür. Bazı yazılarda Çakırcalı’nın yerine Gökçen Efe’nin geçtiğine dair bilgiler vardır. Ödemiş civarında, Gökçen Efe, Çakırcalı’nın mirasını devralmış olabilir, ancak Çakırcalı’nın mirası, Antalya, Burdur, Denizli, Aydın, Muğla, Milas, Manisa ve hatta Bursa’ya kadar uzanıyordu. Dolayısıyla bu bölgelerde birileri Çakırcalı’nın yerine kendini halef tayin etmiş olabilir.

Sonuç olarak, Çakırcalı’nın Tahtacılardan ve fakir kesimlerden destek aldığı görülür. Batı Anadolu’daki zengin gayrimüslimler (Ermeniler), Rum çeteleri, Batı Anadolu’daki Arnavutlara ve muhacirlere karşı silahlı tepki gösterdiği de açıktır. Onun eşkıyalığının sebebi, devletin yerli köylülere yeterince maddi destek, arazi vermemesinden kaynaklanıyor gibi görünüyor. Zira hem kendi hem de ailesi toprak sahibi olamamıştır. Ailesi ile de sorunları olduğu fark ediliyor. Devletin uzun yıllar süren takibatı sonucunda yakalanmıştır. Ama bölgede adaletsizlikten ve kötü idareden dolayı, eşkıyalık, Çakırcalı’dan sonra da devam etmiştir. Çakırcalı, bir eşkıya olmasına rağmen, zihinlerde fakir kesimlerin kahramanı olarak yer etmiştir.