Özde KOCA / Gökmen KÜÇÜKTAŞDEMİR

Ege sahilleri, binlerce yıldır insanlığa ev sahipliği yapmış, medeniyetlerin yeşermesine olanak sağlamıştır. Özellikle büyük nehirlerin beslediği topraklarda tarihin o kadar çok izi vardır ki hepsine ulaşmak için bir ömür yetmez. Yine de tarih meraklıları, tarihin izini sürmek, küçücük de olsa bir parçasını öğrenmek için yollara düşerler. Biz de sınırlı zaman dilimini en verimli şekilde kullanabileceğimiz bir gezi planı yaparak sabahın erken saatlerinde yola çıktık. İlk durağımız Aydın'ın Söke ilçesinde eski bir Rum yerleşimi olan, Büyük Menderes Deltası'nın alabildiğince görüldüğü Doğanbey köyü olacaktı. İzmir'den yaklaşık iki saatte vardığımız köye ulaşan yolda güzel bir kuş gözlem terası bizi karşıladı. Deltadaki kuşların seyredilebildiği terasta manzaranın tadını çıkardıktan sonra dorukları sisle kaplı dağlara doğru aracımızı sürdük. "Nerede bu köy?" derken Doğanbey, vakurluğu ve sessizliğiyle karşımızda belirdi. Ortasından akarsuyun geçtiği bir yamaca kurulmuş olan köy, daha ilk bakışta bize geçmişiyle ilgili ipuçları veriyor. Köyün geneli, 'kutu gibi' diye tabir edilen küçücük taş evlerden oluşuyor. Zaten köyün asıl ismi olan 'Domatia/Domatça da Rumca 'odalar' demekmiş.

19'uncu yüzyılda kurulmuş

Köy, 19'uncu yüzyılda Padişah II. Abdülhamit'in emriyle Thebai Antik Kenti'nin bulunduğu bölgeye kurulmuş. Padişah, Ege adalarına ticaretin sağlanması için bu köye, Samos, Girit ve Kıbrıs'tan tüccar ve zanaatkar Rum ailelerini yerleştirmiş. Zamanla köy büyüyüp 300 haneli bir yerleşim haline gelmiş. Ancak insanlık tarihini kana bulayan savaş illeti, bu sakin ve güzel köye de ulaşmış. I. Dünya Savaşı sırasında Türk köylerini yakıp yıkan Yunan çeteleri, buraya sığınmış. Efeler, burada Yunan çeteleriyle kanlı çatışmalara girmiş. 1922'de Türk ordusu, İzmir'e girince Domatia'da yaşayan Rumlar, köyü terk etmiş. 1924 mübadelesinde Yunan adalarından anavatana getirilen Türk aileler, köye yerleştirilince köyün adı Doğanbey olmuş. Eski yerleşim çok engebeli olduğu için çiftçilikle uğraşan halk, zamanla köyü terk ederek sahildeki Yeni Doğanbey'e taşınmış.

Harabelerin arasında

Biraz da mevsimin etkisiyle, köyün sokaklarında kimse yoktu. Dar, Arnavut kaldırımlı sokaklarda yürürken, köyün ve yaşayanların öykülerini düşündük. Buradan ayrılan Rum aileleri, mübadeleyle yerleştirilen Türkleri, her ne kadar anavatanda da olsa başkasının evine, köyüne alışmanın zorluklarını ve tabi ki savaşın insanların ruhlarında açtığı derin yaraları... Karşımıza çıkan -yıkık da olsa- her evin fotoğrafını çektik. Taş binaların zamana meydan okuma gücüne hayran kaldık. Tüm evlerin, koruma altında olduğunu, restorasyon çalışmalarının da aslına uygun olmak koşuluyla yapılabildiğini öğrendik. Ancak köyde çok sayıda harabenin olması, ayakta olanların bir kısmının da yıkılmaya yüz tutması bizi hüzünlendirdi. Bu güzel evler, devlet eliyle restore edilip tüm köy, bir açıkhava müzesine dönüştürülse harika olurdu.

'Otobüslerle gelirlerdi'

Köyde konuşacak bir kişiye bile rastlamamanın üzüntüsüyle aracımıza doğru yürürken, bir evin yarı yıkılmış duvarına yaslanmış oturan yaşlı bir çift gördük. Mehmet ve Emine Bingöl, bu köyde doğup büyümüşler; burada tanışıp evlenmişler. İlk çocukları da dere kenarındaki küçük evlerinde doğmuş. Daha sonra yeni yerleşim yerine taşınsalar da köylerinden kopamamışlar. Biz de bu karşılaşmayı değerlendirdik ve Mehmet amcaya aklımızdaki soruları sorduk. O da bize çok daha fazlasını anlattı. Gelin, köyün hikayesini Mehmet amcadan dinleyelim: "Ben de eşim de bu köyde büyüdük. Bizim atalarımız buraya Selanik'ten gelmiş. Herkes Ayvalık'a, İzmir'e gidiyormuş. Bizim dedeler, Atatürk'e telgraf yollamış; 'Biz Domatia'da kalmak isteriz. Bu gemici bizi Ayvalık'a götürmek ister' diye. Atatürk de kaptana bir telgraf yollamış, 'Hemşehrilerimi Domatia'ya bırak' demiş. Buranın değerini sonradan anladık.

20 sene önceye kadar, çocukken buradan ayrılmış Yunanlılar gelirdi. Otobüslerden inip çay içerlerdi. Aynı bizim gibi konuşurlardı. Hatırladıkları kadar köyü gezip anlatırlardı. Yaşlı olan bir tanesi evini tarif etti: 'Önünde büyük bir kaya vardı. Üstüne oturduğumda anam, 'Düşeceksin oradan' diye kızardı.' Nereyi tarif ettiğini anladık. Ev yıkılmış ama önündeki taş duruyor. Oturdu taşa, başladı ağlamaya. Hepimiz onunla birlikte ağladık."

Mehmet amcaya ve tatlı eşi Emine teyzeye keyifli muhabbetleri için teşekkür ettik. Sonraki durağımıza gitmeye hazırlanırken aşağıdaki dereden geçen koyun sürüsünün çanlarının oluşturduğu tanıdık bir ezgi, bize 'iyi yolculuklar' dedi.

Manzarası muhteşem

Köyün en tepesindeki evlerin olduğu kısma kadar tırmandık. Ancak karşımıza çıkan manzara, doğanın güzelliğini, yaşamın ve umudun biricikliğini yeniden hatırlattı. Aşağıda eski Doğanbey köyünün mütevazi evleri, karşımızda Büyük Menderes Deltası'nın göz alıcı manzarası duruyordu... Her seyahatte vazgeçilmezimiz olan "Kahve keyfini yapmak için daha güzel bir fırsat olamaz" diye düşünerek ufak bir mola verdik. Hem günlerce süren sağanak yağmurun ardından ılık ve güneşli bir günde yollarda olmanın mutluluğunu yaşadık hem de biraz yorgunluğumuzu attık. 

Doğayla başbaşa kalabilirsiniz

Sezonda, Olukdere Kanyonu’nda rehber öncülüğünde doğa yürüyüş turları düzenleniyor. 15 kilometrelik parkur ile Milli Park’ın eşsiz bitki örtüsü, dereleri, şelalesi ve harika bir manzara eşliğinde benzersiz bir deneyim yaşama şansını veriyor. Tercihiniz doğanın sunduğu bitki çeşitliliğini keşfetmekten yanaysa düzenlenen botanik turları tam size göre. Milli Park florasında 95 familyaya ait; tür, alttür ve varyete düzeyinde 804 adet bitki bulunuyor. Bunlardan altısı, dünyada sadece burada görülen türler. Ayrıca Türkiye için endemik olan 31 adet bitki türünü de bölgede bulabiliyorsunuz. Akdeniz maki florasının hemen bütün bitki türlerinin en canlı, sağlıklı örneklerinin yer aldığı Milli Park, Anadolu Kestanesi, Kartopu, Finike Ardıcı, Melez Pırnal Meşesi ve Dallı Servi’nin küçük orman toplulukları meydana getirerek yetiştiği tek yer. Milli Park, içerdiği benzersiz bitki çeşitliliği nedeniyle Avrupa Konseyi tarafından “Flora Bio Genetik Rezerv Alanı” ilan edilmiş. Kavaklıburun ve Karasu günübirlik kullanım alanları arasındaki seçilmiş iki kilometrelik parkurda düzenlenen botanik turu, meraklıları için eşsiz bir deneyim.

Karina’da balık keyfi

Zamanınız varsa günü noktalamak için en uygun yer, köye yakın mesafedeki Karina Sahili. Büyük Menderes coğrafyasının doğal güzelliğinden nasibini alan Karina, 1900’lü yıllarda ticaret limanı olarak kullanılıyormuş. Dilden dile günümüze ulaşan hikâyeye göre, dönemin Rum tüccarlarından birinin kızının adı olan Karina, sahile adını vermiş. Rumlar, bölgeden topladıkları zeytinyağı, bal, hububat, tütün, şaraplık üzüm gibi ürünleri buradaki limandan diğer adalara gönderirlermiş. Şimdilerde gemilerin yerini balıkçı teknelerinin aldığı sahilde, dilerseniz balık tutabilir ya da sahildeki restoranda balık başta olmak üzere pek çok deniz ürününü afiyetle yiyebilirsiniz.

Nasıl gidilir?

Söke’den Didim-Milas-Bodrum karayoluna çıkıp ilerlerken birkaç kilometre sonra Priene ile Eski Doğanbey’e işaret eden tabelaları göreceksiniz. Bu yoldan devam ettiğinizde önce Güllübahçe’ye, ardından Didim-Priene sapağına ulaşacaksınız. Didim’i takip ettiğinizde, Atburgazı’nı ardından Tuzburgazı-Doğanbey’i gösteren tabelalardan saparak, eski Doğanbey’e geleceksiniz. İçeri girmeden, dümdüz devam ederseniz yol sizi, Yeni Doğanbey'e götürecek.

İKİNCİ BÖLÜM

Noel Baba'ya adanmış ikinci kilise

Dönüş yolunda Güllübahçe köyünde Aziz Nikolas Kilisesi'nin tabelasını gördük. Tabelaları takip ederek kiliseye ulaştık. İçindeki 'Kemiklik' adı verilen büyükçe bir niş şeklindeki yapının yer aldığı bahçeyi geçince kendimizi kilisenin önünde bulduk. Aziz Nikolas için 13'üncü yüzyılda inşa edilmiş, 1800'lü yıllarda restore edilmiş bu yapı, bölgeden Rumların ayrılmasıyla 25-30 sene cami olarak kullanılmış. Ancak daha sonra kaderine terk edilmiş. Anadolu'da Aziz Nikolas adına inşa edilmiş ikinci kilise olma özelliğini taşıyor. İlki, Aziz Nikolas'ın başpiskoposluk yaptığı Mysa'daki (Demre) kilise.

Restore edilmeyi bekliyor

Ne yazık ki vandallar, burada da duvarları yazılarla doldurmuş, yapının içinde ateş yakmış ve çöp atmışlar. Ayrıca birileri kilisenin içinde ve bahçesinde 'Indiana Jones'culuk oynamış. Birçok yer kazılıp kilisenin zemini tahrip edilmiş. Kilisenin yıkılmak üzere olduğunu gören mahalleli, konuyu İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne taşımış. Müdürlük tarafından Eylül ayında yapılan inceleme sonucunda yapının restore edileceği açıklanmış. Aralık'ta gittiğimiz kilisede henüz bir restorasyon çalışmasının olmadığını gördük. Umuyoruz ki bir dahaki gidişimiz, bir kültür sanat etkinliğine katılmak için olur. Bu güzel kilise, tüm ihtişamıyla varlığını sürdürebilir.

NOT: Haftaya, gezimizin son durağı olan Priene'yi anlatacağız. Bizden haber almak için https://www.instagram.com/yola.ciktik/ hesabını takip edebilir, diğer yazılarımızı https://yolaciktik.com adlı internet sitemizden okuyabilirsiniz.

Denizcilerin koruyucusu

Hıristiyanların yaşadığı liman kentlerinde, bugünlerde tüm dünyanın 'Noel Baba' olarak bildiği Aziz Nikolaos/Nikolas'a adanmış birçok dini yapı görmek mümkündür. Çünkü gerçekleştirdiği mucizeler nedeniyle Aziz Nikolas, denizcilerin koruyucu azizidir. Paganizmde Deniz Tanrısı Poseidon'a atfedilen özellikler, 4'üncü yüzyıldan sonra Aziz Nikolas'a verilir. Öyle ki o dönemlerde Doğu Akdeniz'de denizciler arasında, “Dümeninizi Aziz Nikolas tutsun!” sözü, dua niteliğindedir.